Enerjide Dönüşüm ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları

  • 15.06.2015 00:00

 Bir seçim stresi daha atlattık. Ateşli tartışmaların, atışmaların yarattığı tozlu-dumanlı ortamda sakin ve objektif bir tartışma ile görüş alışverişinin mümkün olmadığı şartların yerini şimdi hükümet kurma çabaları  aldı; kimin nasıl seçildiği ortaya çıktı, taşlar yerine oturdu; bundan sonra daha sakin bir ortamda yeni hükümet kurma çalışmaları başlayacak. Bu durumda politikacılar ve partiler daha  gerçekçi, projeler-programlar somut ve 'ayağı yere basar' nitelikte olmak zorunda.

Ülkemiz açısından yaşamsal öneme sahip ve olası bir proje olarak enerji politikalarında bir yenilenmeyi, dönüşümü ve hatta bir „devrimi“ ifade eden Yenilenebilir Enerji Kaynaklarını ele almayı nedense hiç kimse, hiçbir parti yada insiyatif aklına getirmedi. Enerji, ülkemiz açısından yaşamsal bir önem sahip, çünkü Türkiye enerji ihtiyacının %70'ini „dışardan“ karşılamak zorunda kalıyor, cari açık sorunu bir türlü çözülemiyor. Yapısal sorunlarını tam çözemeyen açık bir ekonomide bu, „dalgalı kur“ gerçekliği temelinde (TL'nin dolar ve Euro karşısında aşırı değer kaybetmesi nedeniyle) insanların önüne (mesela) „artan benzin yada yakıt fiyatları“ ile yada „Tüfe'de %15 enflasyon“ faturası olarak geliyor.

Önümüzdeki yıllarda Türkiye'de elektrik tüketiminde (orta vadede) her yıl %6,5-7,5 artış beklendiği gerçeği konunun yakıcılığını açıkça ortaya koyuyor. Bu soruna Enerji Bakanlığınca üretilen cevap, enerji ihtiyacının 2020'li yılları itibarı ile %30 oranında yenilenebilir enerjilerden, aynı oranlarda kömür ve doğal gaz kaynaklarından, geri kalan %10'luk ihtiyacın ise nükleer enerjiden karşılanması şeklinde oldu.[1] Böylesi bir yönelim, peşi sıra gelen yıllarda enerji tüketiminde nükleer payını artırma potansiyelini de içinde barındırıyor.

Özelde, atom santrallerinin %100 güvenilir olmaması nedeniyle ekolojik ve genelde ekonomik olmayan bu enerji politikasının bir alternatifi var. Biz buna „Sürdürebilir Enerji Politikası“ diyoruz ve böylesi bir yeni politika ile oluşacak gelişmeyi de „Enerjide Dönüşüm“ olarak adlandırıyoruz. Yukarda sözünü ettiğimiz geleceğe yönelik proje de bu dönüşüme dayanıyor. Alın size yepyeni, inovatif, ülkenin yakıcı sorunlarına cevap veren, ideolojiler dışı, „partilerüstü“ bir tasarım! Keşke seçimler sırasında (birbirleriyle didişmeden) böylesi somut projeler üzerinde düşünceler üretilebilseydi. Anlaşılan o ki; böylesi verimli tartışmalar için şartlar ülkemizde henüz olgunlaşmamış. Ama bu, ilgili konulara değinmemek için bir gerekçe değil. Neticede bir ucundan birilerinin „topa girmesi“ lazım! Biz buradan, „belki gerisi gelir“ umudu ile naçizane bir şekilde başlangıç yapalım.

Özellikle güneş ve rüzgar alanlarında oluşumu 20. yüzyılın son çeyreğine dayanan Yenilenebilir Enerji Kaynakları, gelişimin seyrine göre 21. yüzyılın enerji kaynakları olmaya aday. Nedeni ise çok basit: çevreci ve hammaddesi bedava! Ve giderek klasik enerji kaynaklarına göre daha da ekonomikleşiyor.[2]

Bu konuda dünyada geleceğe yönelik trend ise gelişmiş ülkelerde 21. yüzyılın sonlarına doğru enerji ihtiyacının %100'nün Yenilenebilir Enerji Kaynakları'ndan karşılanacağı, sadece Rusya, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde nükleer  kaynaklardan elde edilen enerjide artış olacağı şeklinde değerlendiriliyor.[3]

Biz Türkiye'nin bu konuda yaratılacak olan  somut politikalar, plan ve projelerle enerji ihtiyacının tamamını Yenilenebilir Enerji Kaynakları'ndan karşılayabileceğini ve bu konuda başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere tüm dünyaya örnek olabileceğini tespit ediyoruz. Yenilenebilir Enerji Kaynakları konusunda Türkiye'nin -başka ülkelerde olmadığı kadarı ile- bitmez tükenmez olanakları var. Bu konuda yaptığımız çalışmalarda; 2030 yılında Türkiye için hesaplanan yıllık 555 000 GigaWatt/Saat enerji ihtiyacına karşılık, yaklaşık 650 000 GigaWatt/Saat'lik „üretilebilir yenilenebilir enerji kaynağı potasiyelinin“ (hidrolik, güneş, rüzgar, jeotermal, biyokütle ve biyogaz) var olduğunu ortaya çıkarmıştık. Bu hesaplara daha, yılda 18 500 Gwh'lik bir potansiyeli ihtiva eden dalga enerjisini dahil etmemiş, özellikle Çanakkale ve İstanbul boğazlarında var olan devasa denizaltı akıntılarının enerji potansiyellerini de göz önüne almamıştık. Sözün kısası, buradan oluşan tablodan „.. ülkemiz -yapılabilirliği şu an mümkün olsa- kömür, petrol ve gaz gibi klasik-fosil enerji kaynaklarını, nükleer enerji kaynağını dıştalayarak, sadece çevre dostu, yenilenebilir kaynaklara dayanarak enerji ihtiyacını rahatça karşılayabilir, hatta ihtiyaç fazlasını ihraç bile edebilir; yada hidrolik enerjiyi daha az kullanarak doğal süreçlere daha az müdahele edebilir.“ şeklinde somut bir sonuca ulaşmıştık.[4]

Manzara bu olunca, bu sonuçları gerçekleştirmek için geriye tek şey kalıyor: Böylesi bir  enerji dönüşümünü istemek, hedeflemek! Bu şekilde 21. yüzyılın içinde Türkiye'de enerjinin tamamının yenilenebilir kaynaklardan karşılanması mümkün! Konunun makro ekonomik getirilerine burada uzun uzadıya girmek istemiyoruz. Buna ilişkin hesaplamaları okuyucu isterse www.aktolga.de/z1.pdflinkindeki „Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Türkiye “ adlı çalışmamızın 32. sayfasında „Yenilenebilir Enerjilerin Ekonomi Politiği“ başlığı altında bulabilir.

Bu genel girişten sonra bizi burada ilgilendiren ikinci bir soru, söz konusu Enerji Dönüşümü'nün pratikte nasıl gerçekleşebileceği: Nasıl olacak yada olabilir? Süreç nasıl şekillenebilir? İnsanların bu sürece katkısı nasıl olabilir?

Bu konuda, yenilenebilir enerjiler alanında bizden daha deneyimli olan ülkelerin pratiğine bakmakta yarar var, düşüncesindeyiz.

Bu konudaki bir gelişme için, bunu tetikleyecek, destekleyecek, yukarda sözünü ettiğimiz  çevre ile uyumlu, doğal kaynakları (onların tükenilirliğini de düşünerek) ekolojik sorumluluk ile kullanan, gelecek nesillerin yaşam haklarını gözeterek oluşturulan „sürdürülebilir enerji politikası“ olması şart bir kere, ki gelişme bu zemin üzerinde yükselebilme olanağını bulabilsin!..  Bu, var olan pazar ekonomisi şartlarında devlet yatırımları ile olabileceği gibi (mesela büyük baraj projelerinde) özel insiyatiflerle de olabilir, oluyor da! Diğer ülke pratiklerine, mesela Almanya'ya baktığımızda sektörde „özel insiyatif“ biraz çeşitlilik gösteriyor. Diğer bir deyimle; olay sadece „sermaye sınıfının özel yatırımları“ ile sınırlı değil; yatırımlar yerine göre önemli boyutta „kişisel insiyatifleri“ de ihtiva ediyor. Öyle ki bu, „Almanya'da Enerji Sektöründeki Enerji Dönüşümü'nün“ önemli sac ayağını oluşturuyor; 2025'li yıllarında atom enerjisinden tamamen vazgeçip, giderek 2070-80'li yıllarında %100 yenilenebilir enerji kaynaklarına dayanmanın şartlarını oluşturuyor.

Gelişmenin püf noktasını, enerji ediniminin „tabana, yani insanlara yayılması“ oluşturuyor. Yani insanlara „kendi enerjisini kendisi üretme ve fazlasını şebekeye satarak gelir elde etme“ olanağı sağlanıyor. Sonunda özellikle rüzgar enerjisi sektöründe ifadesini bulan „Enerji Dönüşümü“ politikası sayesinde, özel sermaye girişimlerinin yanı sıra, özellikle kırsal bölgelerde kendiliğinden ortaya çıkan „enerji koopratifleri“ yolu ile „halk sermayesi“ girişimleri oluştu. Ekonomi politik dilde bizim „ademi merkeziyetçi enerji tedariği yolu ile mülkiyetin demokratikleşmesi“ olarak adlandırdığımız bu gelişmenin ortaya çıkardığı potansiyelin yer aldığı yenilenebilir enerji sektöründe 2010 yılı itibarı ile büyük enerji tekellerinin enerji kapasitesindeki payı sadece %6,5 olarak gerçekleşti. Gerisi büyük oranda tek tek „özel kişilere“, „bölgesel küçük boy sermayedarlara“, „çiftçilere“ ve „komünal işletmelere“ vs.lere ait. Buna biyogaz üreten tesislerin %80'inden fazlasının, güneş enerjisi toplayan solar tesislerin %20'sinin irili-ufaklı çiftçilerin elinde olduğu gerçeğini de ekleyelim.[5]

Tüm bunlara şehirlerdeki evlerin damlarında yavaş yavaş yaygınlaşan, „kendi enerjisini kendisi üreten“ kişiye ait güneş panellerini de katarsak, Almanya'daki „klasik enerji kaynaklarından yenilenebilir enerji kaynaklarına dönüşümün“ maddi temelleri daha iyi anlaşılır. 

Tüm söylediklerimizi, olayın bizatihi muhatabı olan kişilerin deneyimlerini aktararak bir kez daha somutlamak istiyoruz:

“Kuzey Frizonya'daki her on rüzgâr türbininden dokuzunun özel sahibi var. Yüzde 51'lik sanayi ortaklığından değil, yüzde 90'lık halk sermayesinden söz ediyoruz. Belde ve belediyeler el ele verip rüzgâr parkları kurmaya ya da yel değirmenleri dikmeye karar vermişler. 800 nüfuslu köyde yaşayanların 600'ü bu tesislere ortak olmuş. Bu santraller,

tesadüfen aynı yerde yaşayan birkaç büyük sermayedarın değil, bütün bölge sakinlerinin malı...  Yeni yatırım modeli burada olumlu karşılandı ve kendi rüzgâr parkımızı kurduk. Köyde yaşayan 500 kişiden 430'u tesislere ortak olmak istiyor. 4 milyon euroya ihtiyacımız vardı, on milyonluk hisse talebi geldi. Bu projeyi halka açmanın ne kadar yararlı olduğu, gösterilen yüksek ilgiden de belli"![6]

Evet. Özetle; herhangi bir „toplum mühendisliği“ yada „tepeden inme bir insiyatif“ olmadan tabandan gelen bir girişimle (bunu kolaylaştıran enerji politikalarının yardımı ile) enerji sorununa cevap bulma yöntemi de diyebiliriz buna!

Böylesi bir gelişme yada insiyatif ülkemizde de mümkün olabilir mi? Olabilmeli mi?

Evet. Olabilir ve hatta olabilmeli de! Neden?

1. Olabilir, çünkü böylesi bir gelişmenin maddi koşulları bizde fazlası ile var. Yenilenebilir Enerji Kaynakları konusunda Türkiye'nin potansiyelleri Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinden çok daha fazla. İşin olabilirliği, herşeyden önce bunu istemekle bağlantılı! Burada söz konusu olan asla bir „tepeden inmeci mühendislik faaliyeti“ değil, tam tersine ülkenin enerji sorunun çözmede „kitlesel perspektifin yada katılımın“ sağlanması, buna olanak tanınması: 

Enerji sorununun pratik, halkın katılımı ve (makro ve mikro) her açıdan ekonomik  yoldan çözülmesi. İnsiyatif bu! Velev ki olmazsa bu, uzun boylu makro maliyeti olmayacak bir girişim olarak kalır. Buna iliskin maddi potansiyelin belli bir bölümü „gelişen orta katmanlar“ yada „gelişen gelir grupları“ gerçekliği temelinde halkta belli oranlarda var. Olmayanı, mesela „yatırım için tasarruf“ geleneğini yerleştirmek için her yerde olduğu gibi (devlet) bankalar(ı) aracılığı ile insiyatif olabilir, insanları somut proje amaçlı yatırım yapmak için teşvik edebilir. Burada tabii ki bunu destekleyici bir gelir yada ekonomi politikası izlenmesi zarureti var. Zira makro ekonomik açıdan tasarruf, gelirle bire bir bağlantılı bir olgudur.  Burada işin içine hükümetin vergi ve ücret politikası kadar, özel sektörün ve sendikaların ücret politikaları da giriyor ki, konuyu daha fazla dallandırıp-budaklandırmadan diğer noktaya geçiyoruz.

2. Olabilmeli, çünkü bu tür bir çözüm yolu „ekonomik olan ekolojik çözümlere“ insanların katılımını sağladığı gibi (taban demokrasisi), bu konuda pratikte karşılaşılan „görüntü ve ses kirliliği“ ve „Osmanlı usülü müsadere“ gibi bir dizi sorunların çözülmesine de yardımcı olabilir. Halk, kendisinin içinde olduğu, ona maledilmis, onun direk katıldığı hiçbir insiyatife karşı durmaz. Avrupa kriterleri ile hiçbir zaman bağdaşmayan „el koyma yada ucuza müsadere, kapatma“ olayı da pratikte böylece geçerliliğini „de facto“ yitirmiş olur. Geriye kalan, ilgili yasaları peşi sıra „kullanım tarihinin geçmesi“ nedeniyle kaldırmak prosedürü olur.

Makalemizi bitirirken yukarda sözünü ettiğimiz, kimi yerlerde örneğin RES kurulumlarında „sürtüşmelere“ neden olan „ses ve görüntü kirliliği“ olgusuna değinmek istiyoruz.

Bu konuda genelde RES „karşıtlarının“ dile getirdiği gerekçeleri;


a. Pervanelerden dolayı ortaya çıkan güneş ışığı yansıtmaları; güneşin pervaneler arkasında durması durumunda hareketli gölgelerin evlere yansıması,

b. aşırı yakınlık durumunda rahatsız edici, devamlı dönen ve dikkati çeken bir „görüntü kirliliğinin“ oluşması,

d. ses kirliliği, alt titreşimli (frekanslı) seslerin (infrasound) canlılarda yarattığı rahatsızlık,
e. kuş, yarasa gibi canlı varlıkların ölmesi ile ekolojik dengenin kuşlar aleyhine bozulması

şeklinde özetlenebilir.

Sondan başlayarak tartışıyoruz. RES'lerin göçmen kuşların göç yollarında kurulmaması önemli; buraları doğa dengesi açısından SİT alanları olarak korunma altına alınmalı. Bu doğru bir istem!.  Ancak bunun dışındaki alanlarda kuşların yada yarasaların ölmesi, -örneğin Avrupa'da tutulan istatistiklere göre- dikkate alınmayacak derecede yada tolere edilebilecek sınırlarda, binde bir vuku bulan olaylar.

Diğer noktalar, RES'lerin yerleşim yerlerine yakınlığı yada uzaklığı ile ilgili! Kimsenin „burnunun dibinde“ rüzgar santralleri olmasını istememesi anlaşılır birşey. Ben de istemem.  Bu konuda, özellikle „ses kirliliği“ konusunda oluşmuş herhangi bir enternasyonal standart yok; belli yerlerde uygulanan belli ölçüler var. Şöyle ki:

Söz konusu olan gürültü sınırı geceleri 35-45 desibel, gündüzleri ise 60 desibel şiddeti olarak kabul edilebiliyor. Kıyas açısından bir buzdolabının çıkardığı gürültünün 36-46 desibel'e denk geldiğini belirtelim. Bu açıdan Rüzgar Gülleri'nin yerleşim yerlerine uzaklığı, Kuzey Avrupa'da kimi yerlerde 750 m olarak kabul ediliyor. Almanya'nın Baden-Württenberg eyaletinin çevre koruma kurumu 40 desibellik bir gürültü için 700 m.'lik mesafeyi öngörürken, Bayern eyaletinde 200 m. yüksekliğinde RES'lere yerleşim yerlerinin mesafesini en az 2 bin metre olarak (yani rüzgar gülü yüksekliğinin 5 katı) tespit ediliyor. Danimarka'da bu mesafe ise RES yüksekliğinin en az 4 katı olması şeklinde.

Bu noktada en tartışmalı konu, insanların duymadığı, ama sürekliliği ve belli yakınlık durumunda fiziksel ve ruhsal rahatsızlıklara yol açabilen, 16-20 Hz şiddetindeki  „alt titreşimli seslerinin“ (infrasound) RES'ler tarafından yaratıldığı iddasıdır. Bilimsel olarak varlığı henüz daha ispatlanamamış olan bu „sorun“ üzerine tartışmalar Avrupa'da halen sürüyor. Tipik bir ekoloji içi çelişki durumu!.. Bu konuda yapılmış ve yapılacak olan deneyimler ışığında „yerleşim ve işletmelere olması gereken mesafelerin bilimsel olarak tespiti ve uygulanması“ ile çözülebilecek bir çelişki. Makul mesafelerden RES'lere bakmak ile, eskinin nostaljik yel değirmenlerine bakmak arasındaki farkın böylece aşınacağı inancındayım. Olacaksa, Enerjide Dönüşüm'ün fiyatı da bu olsun!


[1]            T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Nükleer Güç Santralleri ve Türkiye, Nükleer Enerji Proje Uygulama Daire Başkanlığı, Yayın No:2, Ankara T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, “Dünya‟da ve Türkiye‟de Enerji Görünümü”

[2]            Bkz: Z. Alptekin „Yenilenebilir Enerji Kaynakları ve Türkiye“, S. 34-36: www.aktolga.de/z1.pdf

[4]            Bkz.: Z. Alptekin, a.g.y., S. 37-39

[5]            Bkz.: Z. Alptekin, a.g.y., S. 9-11

[6]           Deutsche-Welle türkçe portalı: „Rüzgâr Kuzey Almanya'yı zengin etti”: http://www.dw.de/r%C3%BCzg%C3%A2r-kuzey-almanyay%C4%B1-zengin-etti/a-17138256)

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums