İnsan mı Sultan mı?

  • 12.02.2018 00:00

  Osmanlı tahtına oturma bahtına erişmiş otuz altı sultandan biri ama adı en çok anılan kişi Sultan II. Abdülhamid’tir. Osman Bey, Orhan Bey gibi kurucular, Fatih gibi dehâlar, cesaret timsali Yavuz, son nefesine kadar cenk meydanını terk etmemiş Kanuni gibi sultanlar varken II. Abdülhamid’in adının sıklıkla anılmasının bir sırrı olsa gerektir. Ölümünden yüz yıl sonra bile bugün eski Osmanlı coğrafyasında ve Türkiye’de hâlâ adının anılması tesadüfi değildir.

Yakın Tarih Neden Yazılamaz?

10 Şubat 1918 tarihinde vefat eden Sultan’ın cenaze merasimine katılan ve sıcağı sıcağına başyazarı olduğu İkdam gazetesine gözlemlerini aktaran Mehmet Ata Bey; bir devri tam ve doğru değerlendirmek için üstünden uzun zaman geçmesi ve tarih olması gerektiğini yazar. Ardından “hele üç kıtada hükmetmiş, 40 milyon Osmanlı’nın Sultanı, 300 milyon Müslümanın halifesi olan biri hakkında bir şeyler yazmanın imkansızlığından” bahsederek, kendi hissiyatını ve Sultan'ın kısa biyografisini sunar okuyucularına.

Aradan yüz yıl geçti, olaylar soğudu, Sultan’ın yaşadığı dönem tarih oldu, diyebiliyor muyuz bugün? Maalesef hayır. Tam bir asırdır  Sultan II. Abdülhamid gündemimizde. Bir asırdır sürekli “seni anlayamadık Sultanım” veya “sen ne müstebid bir Sultan imişsin” teraneleri arasında gidip geliyoruz.

Düşünün bir kere, bir Sultan'ın üzerinden hem moderni hem geleneği, hem pozitivizmi, hem dini, hem geçmişi hem de geleceği, hem onu hem de kendimizi anlaya çalışıyoruz. Olmadı hem onun bakışıyla siyaseti ve dünyayı, hem de “cennetmekân” sıfatıyla ahireti tartışıyoruz.

Aslında biz de hâlâ Mehmet Ata’nın durduğu yerde duruyoruz. Hâlâ yüz yıllık olaylar tarih olmamış, sıcaklığını koruyor. Hâlâ bir taraftan o gün başlayan heyecanımız, umutlarımız diğer taraftan da zaaflarımız ve hayal kırıklıklarımız devam ediyor. Hangi kesimden, hangi anlayıştan olursa olsun Türkiye toplumu adeta coğrafyanın efsunladığı bir duygusallığa sahiptir. Bu durum bizim tarihi yanlış anlamamıza ve yanlış yorumlamamıza kapı aralamakla birlikte, yapay zekanın insan önüne geçirildiği çağımızdaki en büyük avantajımızdır da.

II. Abdülhamid’i İnsan Olarak Görmek

II. Abdülhamid’i bugün Sultan olarak değil, bizim gibi bir insan olarak hatırlayalım: Evet o sarayda doğmuştu, ama sarayın dışında doğan çocuklardan farklı büyümemişti. O bir şehzade idi ama sıradaki diğer şehzadelerin varlığından dolayı padişah olma ihtimali de hayli zayıftı. Üstüne bir de annesi vefat edince daima hayran kaldığı ve hürmetle andığı başka bir analığa verilmişti. Analığı Tirimüjgân Kadın Efendi de saraylı bir hanım elbette. Ama belli ki sımsıkı sarılmıştı o yetime ve öyle duygular kazandırmıştı ki, II. Abdülhamid’in hayatının her dönemine damga vurmuştu.

Dedesine ve babasına devlet adamları olarak hayrandır o, ama genç yaşta vefat eden babasının şefkatini görmemişti. Hayatı boyunca kendi çocuklarına, özellikle kızlarına düşkün görünen II. Abdülhamid’in sarayını doğrudan her türlü müracaatlarına açtığı, taleplerini asla geri çevirmediği dul ve yetimlere yaklaşımı Sultan olduğu için değil, insan olduğu içindir.

İktidara geldiğinde hanımlara şefkat madalyası tanzim etmesi, birini bir tehlikeden koruyup yardımcı olanlara, hayat kurtaranlara tahlisiye madalyası vermesi de sultanlığından değil insanlığındandır.

Sultan olduğu gün hastaneleri ziyaret etmesi, Balkan cephelerinden yaralı gelen askerlerin gönlünü alması ve onlara daima “evlatlarım” muamelesi yapması da bu kabildendir. Anne ve babasını öldüren bir katil hariç, önüne gelen hiç bir idam hükmünü infaz ettirmemesi de yine insan oluşundandır.

Şehzade iken diğerleri gibi siyaset ile ilgilenmek yerine, çalışma azmi, para kazanma hırsı, ziraat ve ticarette mahir olması, madencilik ile ilgilenmesi de tamamen insanidir. Hatta Sultan olduğunda da bu karakteriyle devletteki israfı önleyip, asalakları kenara iterek, ilk denk bütçeyi yapabilmiştir.

II. Abdülhamid hangi şartlarda ve kim olursa olsun muhataplarına karşı naziktir. Duyguları ona fevri söz söyletmez veya davranış sergiletemez. Eğer hiddet gösterecekse bile bunu sultanlığının gücü ile değil, ruhunda saklı çocukluğun muzipliği ile yapar. Tıpkı Ermeni meselesinde kızdığı İngiliz elçisini karşısına alıp, parmağını sallayarak “sefir efendi, sefir efendi” demek yerine; mesaj vermek için onu kış günü soğuk kabul salonunda uzun zaman bekletmesi gibi. Yakınındakilerin davranış ve hallerine tahammül eder, onlara uyarılarını bir sultan gibi değil, bir insan gibi ulaştırır. Hiç vazgeçemediği ilk mabeyncisi, yedi kere sadrazamı olmuş ve hemen hemen her zaman Sultan'ın yanında olan Said Paşa, pespaye kıyafetleri ile ünlüdür. Sadrazamına “artık bu kıyafetini değiştir” demek yerine, ince mesaj taşıyan insani bir davranış olarak bir takım elbiselik kumaş hediye etmesi sultanlık ile izah edilebilir mi?

II. Abdülhamid diğer şehzadeler ile birlikte ve özel hocalardan eğitim almıştır. Sarayın geleneklerine hakimdir. Selefleri bazen kendi yeteneklerinden dolayı ve bazen de mecbur oldukları için şiire, hat’a, musikiye yönelmişken, kendisinin bir halk zanaatı -hatta marangozlar mazur görsün- ahşap ile uğraştıran düşük bir zanaat kabul edilen marangozluğa yönelmesini sultan olmasıyla nasıl açıklayacağız? Marangozluk sanatının inceliklerine vukûfiyeti genelde bu işten anlamayanlardan menkul olmakla birlikte, eserleri her halükarda bir sultanı değil, estetiği yakalamış bir insanı, bir sanatkarın ruhunu göstermektedir.

II. Abdülhamd’i Anlamak

Dolmabahçe Sarayı Harem Dairesi'nin küçük ve bazen karanlık odalarında geliştirdiği korkularından sonra kendi hayatını kurduğu ferah zamanlarında, Belgrad Ormanları'ndan başlayıp, aylarca devam eden av merakını; özel yatıyla bir sporcu gibi Kızkulesı açıklarında uzun süren yüzme saatlerini hangi insandan ayırt edebiliriz?

Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonlarında Rus donanması payitahtın yakınlarına kadar sokulduğunda, devlet ricali korku ve panikle Sultan'ı ve payitahtı taşımaya niyetlendiler. Yaklaşan tehdidin büyüklüğü karşısında metanetle duran ve teklifi reddeden II. Abdülhamid’in, Hariciye Nazırı'na yazdırıp göndermeye niyetlendiği mektubunu sultanlık ile izah etmek mümkün değildir. Mektupta Ruslar’a, Yeşilköy’den bu tarafa bir adım atmaları halinde, derhal saltanat yatı ile Boğaz'ın ortasına çıkıp kendisini havaya uçuracağını bildiriyordu. Bir sultandan değil, ama o büyük felaket karşısında çaresiz kalmış bir insandan beklenecek bir davranış değil mi bu? Mektup gönderilmedi belli ki, ama hem payitahtı taşımaya niyetlenenlere, hem de İstanbul’u işgale yeltenenlere  insanî bir tepkiydi.

Peki 33 yıl hiç mi sultanlık yapmadı diye soranlara onu da başka bir yazıda anlatacağımızı söyleyelim. Ama bir asır sonra hâlâ gündemimizde olan II. Abdülhamid’i anlamak için önce insani yönünden başlanması gerektiğini ekleyelim. Onun da bir insan gibi arzuları, hevesleri, endişe ve korkuları, mahareti ve cesareti, nezaketi ve centilmenliği olduğunu hatırlatalım.

Ruhun şâd olsun büyük insan II. Abdülhamid Hân.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums