Aşiretlerin tarihsel dayanağı-2

  • 28.01.2017 00:00

 Kürdlerin tarihsel varoluş dinamiklerini belli başlıklar altında sıralamaya devam ediyoruz. Bir önceki bölümde Aşiretsel yapının, yaşanılan coğrafyaya göre şekillenmesi başlığını ele almıştık.

B)Aşiretsel yapının, üretimsel açıdan alan koruma düşüncesine göre şekillenmesi

Alan korumaya dayanan toplumsal yapı elinde bulundurduğu alanı kaybetmesi halinde kendisinin de mutlaka yok olacağını iyi bilmekteydi. Bu bilinçle örgütlenmesini alan koruma anlayışı üzerinden kurma ihtiyacı duymuştu. Kürdlerin aşiretsel yapıya dayanan toplumsal yapıları ekonomik üretim açısından tarım ve hayvancılık faaliyetlerine dayanmaktaydı.

Hayvanların otlak (mera) ihtiyacı da tıpkı tarımsal üretim alanı (tarla) gibi alan korumasını gerektiren bir olgu olarak karşımıza çıkar. Alan üzerinde geliştirilen egemenlik biçimi doğal olarak alanı korumayı da beraberinde getiren bir zorunluluktur. Dolayısıyla Kürd aşiretleri tarihsel süreçte egemen oldukları alanı koruma refleksine sahip olmak zorunda kalmışlardır. Çünkü varlıklarını sürdürmelerinin ancak bu alanı egemenliklerinde bulundurmalarıyla mümkün olabileceğini tecrübelerinden öğrenmişlerdi. Yani alan olmadan varlıklarının sürekliliğini sağlayamayacaklarını çok iyi biliyorlardı.

Bu nedenle her Kürd aşireti varoluşuna temel dayanak olan kendi egemenliği altındaki üretimsel alanı korumayı öncelikli hedef haline getirmek zorunda kalmıştır. Bu zorunluluk ise aşiret içi kolektif dayanışmanın gelişmesindeki temel mantığı oluşturmaktadır. Yukarıda coğrafi unsur incelenmesinde görüldü ki bu coğrafya bireysel yaşamı imkânsız kılarken dayanışmaya dayanan bir toplumsal yapılanmayı zorunlu kılmaktaydı. Bu mantık aşiretlerde bireysel düşünüş yerine kolektif düşünüşün öncelenmesine (ortaya çıkışına) yol açmıştır.

Çünkü bölgenin iktisadi üretimsel yapısı bireyin tek başına kaldırabileceği bir gücün sınırlarını aşmaktaydı. Üretimsel faaliyetlerin birlikte yürütülme zorunluluğu kendisini dayatmaktaydı. Dolayısıyla toplumsal yapıda aşiretsel dayanışmanın gerekliliği ortaya çıkmıştı. Bunun sonucu olarak aşiret aklı denilen bir üst aklın ve düşünüşün gelişmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu sonuç ise, beraberinde olup bitenlerin değerlendirilmesi ve buna uygun kararların alınması gibi önemli konularda işlerin bu üst akla havale edilerek hal edilmesini gerektiren bir siyasal yapılanma oluşmuştur. Kısaca tarihsel olarak Kürd toplumsal yapılanmasına öncülük eden mantık, üretimsel faaliyetin tek başına yapılamamasından kaynaklanmıştır.

Söz konusu toplumsal işleyiş biçimi bir anlamda aşiret bireylerinin karşılaştığı sorunların çözümlenmesi için kendi iradelerini aşiret reislerine havale etmeleri anlamına gelmekteydi. Bu aynı zamanda siyasal örgütlenmenin de biçimlenmesinde etkili olan unsurdu. Bunun sonucu olarak da aşiret bireyleri kendi iradeleriyle hareket etme yerine üstten gelen direktiflere göre şekillenerek davranmaya biçimlendirilmişlerdi. Aşiretsel üst akıl ise elde etiği bu avantajını sürdürmek için üretimsel alanı koruma zorunluluğunu üstlenmiştir. Dolayısıyla tarihsel süreçte geliştirilen aşiretsel ilişkilerde her zaman için üst akıl siyasal egemenlik oluşturduğu bu alanın korunmasını temel öncelik kabul etmiştir.

Alan üzerinde egemenlik oluşturan aşiretsel üst akıl aynı zamanda elde ettiği bu güç sayesinde diğer güçler (üst akıllar) tarafından da kabul görme imkânı elde etmiştir. Bu imkân üzerinden hem kendi varlığının devamını sağlamış hem de aşiretinin varlıksal devamını sağlamıştır. Üst akıl alanını korurken aynı zamanda alan üzerindeki iktisadi faaliyetlerinde denetlenmesini ele geçirmiş ve bunun üzerinden de ekonomik güce ulaşmıştı. Alanı olmayan bir siyasal egemenlik biçimi düşünülemeyeceğinden Kürdlerin aşiretsel alanı koruma mantığının neden kendileri için bu kadar önemli olduğu da kendiliğinden açığa çıkmaktadır.

Doğal olarak Kürdlerin sahip olduğu bu aşiret yapısı hakkında şöyle bir soru haklı olarak gündeme getirilebilir. Tek tek aşiretler bazında oluşan bu üst akıllar neden daha üst akıl olabilecek devlet örgütlenmesine ihtiyaç duymadılar? Kürd siyasal tarihi hemen hemen hiçbir dönemde çatı görevi görebilecek bu üst aklı neden başaramamıştır? Ki bunun için fırsatların geliştiği tarihsel koşullar belli dönemlerde oluştuğu/olgunlaştığı halde bunu gerçekleştirebilme şansı neden hep kaçırılmıştır, şeklinde sorular artırılabilir.

Kürd aşiretlerinin egemenlik oluşturabildikleri üretim alanlarını koruma ve kaybetme endişeleri siyasal birliktelik oluşturmalarını engelleyen bir veri olduğu düşünülebilir. Dolayısıyla her aşiret kendi üretim alanı üzerinde mutlak otorite üreterek var olduğuna göre etki alanını daraltacak her türlü girişimlere mesafeli durma ihtiyacını duyduğu da kolaylıkla ileri sürülebilir.

Bu durum “alan koruma” anlayışının dayandığı değerler dizisini (paradigmasını) çatı örgütlenmesi yerine yerel hakimiyet anlayışına sürüklemiştir. Bu sonuç ise tarihsel süreçte Kürd aşiretlerinin birbiri aleyhine kullanılmasını her zaman kolaylaştırmıştır. Ki üst çatı aklının devreye girme eğilimi[1] göstermeye başladığı zaman dilimlerinde ise Kürd düşmanlarına kolay hareket etme imkânı sağlamış ve aşiretler arası çatırdama ve çatışmalara vesile olmuştur.

Çünkü aşiretler üstü çatı bir akıl etrafında toplanma egemenlik oluşturulan alanın paylaşılması anlamına gelmekteydi. Bunun farkında olan her aşiretsel üst akıl devletleşmeyi kendi alansal egemenliklerinin zamanla yok oluşu olacağını bilmekteydiler. Bu nedenle bu mantığa mesafeli durdukları ileri sürülebilir. Buna rağmen koşulların zorunlu dayatmaların öne çıktığı anlarda ortaklaşmaya dayanan Aşiretler Konfederasyon’larına yönelerek geçici/arızi durumu çözme yolu bulunmuştur. Lakin bu adım bir üst aşamaya genel tarih içerisinde çok az dönemlerde yükselebilmiştir. Ancak diğer etkenlerin devreye girmesi bunun sürekliliğe dönüşmesini önlemiştir.[2]

Yarı göçebe yaşam tarzını benimseyen Kürd aşiretleri üretimsel faaliyetlerde bulunurken pazar ekonomisi yerine kendi kendine yetme düşüncesine dayanan bir üretim modeli geliştirmişlerdir. Bu model temelde mekânsal alan üzerinde üretime dayandığından “alan koruma” düşüncesinin de temeli olarak kabul edilmelidir. Hayvancılığın ve bunun yanında tarımsal faaliyeti sürdürme durumu sahip olunan arazinin korunması ile mümkün olabilmekteydi.

Aslında tarihsel veriler dikkatli okumalardan geçirildiğinde bu durumun Kürdler arasında milli bilinç yerine aşiret bilincinin yerleşmesine yol açtığı görülür. Bu nedenle milli bir uyanışı engelleyen temel unsur olduğu da kolaylıkla görülebilir. Ancak burada kısaca şunu ifade etmek gerekir. Çatışmalı coğrafya varlığın devamı açısından merkezi güç yerine lokal ve mobilize güç olmayı da zorunlu kılmıştır. Dolayısıyla tarihsel var oluş açısından bakıldığında ise bu yapılanmanın aynı zamanda yararlı olduğu da ileri sürülebilir.[3] Üretimsel alanı koruma düşüncesi milli bilinci engellerken, varlığın devamına katkı sunmuştur. Bu katkı yadsınamayacak verileri içinde barındırmaktadır.

C)Kürd vatanının, tarihsel çatışma ve siyasal mücadele alanında yer alması

Kürd aşiret yapısının coğrafi koşullar nedeniyle alan koruma anlayışıyla şekillenmiş olması toplumsal yapılanmanın dizayn edilmesin de etkili olmuştur. Aşiretlerin varlıklarını üzerinde egemenlik oluşturdukları alanla sınırlayarak bir üst aşama olan ulusal yapılanmayı düşünemedikleri ileri sürülebilmekteydi. Bu yaşanılan alanın bir anlamda dayattığı zorunluluğun tezahürüydü.

Bu tezahür varlığın devamını egemenlik sahası olarak kabul edilen alanla kısıtlayarak onunla özdeşleştirmiştir. Bu mantık aşiretsel üst aklın var kalma sorununu belli bir alana hapsetmesine neden olmuştur. Diğer yapılarla kurulan ilişkilerde de bu alanın mutlak anlamda korunması esası gözetilerek sürdürülmüştür. Yani egemenlik alanına göz dikmeyerek onu hedeflemeyen veya o alan üzerinde alt egemenlik biçimini hedeflemeyen güçlerle birlik ancak oluşturulmuştur. Ki bu da alan hakimiyetini yerel güce bırakma şartına bağlıydı.

Bunun yanında Kürdler açısından alansal egemenliğin önemsenmesine etki eden asıl belirleyici faktörlerden biri de alanın bulunduğu coğrafi konumun oluşturduğu zorunluluktu. Bu öyle bir zorunluluktu ki aşiretsel varlığın devamı ancak anlık mobilize güç ve toplumsal yapılanma haline gelebilme şartına bağlıydı.

Çünkü Kürdlerin yaşadığı coğrafi alan tarihsel anlamdaki süper güçler arası çatışmanın merkezi noktasında yer alıyordu. Güçler arası çatışmadan korunmanın ve varlığının devamı ancak mobilize olabilen bir sosyal yapı ile mümkün olabilmekteydi. Mobilize olmanın koşulu merkezi yapılanma yerine gerektiğinde kolaylıkla yer değiştirme olanağı sunan bir yapılanmadır. Kürd aşiretleri oluşturdukları mobilize yapılarla kendi egemenlik alanlarında karşılaşan dönemin merkezi güçlerine karşı hem savunma hem de gerektiğinde saldırı imkânı buldukları göz önünde bulundurulmalıdır.

Kürd aşiretlerinin kendi alansal egemenliklerini sürdürdükleri mekanlar dikkate alındığında mobilize mantıkla örgütlendiklerine dair önemli bir veri ile karşılaşıyoruz. Bu noktayı dikkate alınması gereken önemli bir veridir. Ki Kürd aşiretlerinin yaşadıkları alanlarda tarihsel anlamda kadim eserler bırakmamış olmaları aslında yaşadıkları alanın çatışmalı bir bölge olduğunun göstergesidir.

Kendi dönemlerinde dünyaya nizam vermeye çalışan güçlerin tarihsel çatışma alanında olmak kadim eserler üretmeyi engelleyen bir faktördür. Kısa sürede oluşturulması mümkün olan ve çatışmalarda en az zarar görebilen bir yapılanma zorunluluğunu duymuşlardır. Bu da kadim eserlere yönelmeyi engelleyen bir sonuç doğurmuştur. Tarihsel düzlem dikkate alındığında Kürdlerin vatanı her zaman dönemsel merkezi güçlerin çatışma ve karşılaşma alanı olduğundan bu sonuç zorunlu olarak ortaya çıkmıştır.

Kürd vatanının farklı toplumsal yapılanma anlayışlarıyla şekillenmiş toplumların çatışma ve siyasal mücadele alanında yer alması tarihsel bir cilvedir. Bu Kürdlerin toplumsal yapılanmasını elbette etkileyecek sonuç üretmiştir. Üretilen durumun topluma hem katkıları hem de götürüleri muhakkak olmuştur. Yani toplumlar arası mücadele alanında bulunma her koşulda bölgenin yerleşik halkı açısından sıkıntılı süreçler oluşturmanın yanında faydalı olabilecek verilerde üretebilmiştir. Kürdlerin beş bin yıllık varoluşlarının altında yatan sebeplerden biri de budur. Ancak bu aynı zamanda Kürdlerin merkezileşmelerinin ve aktör olmalarının önünde de engel olan sonuç olarak da görülmelidir.

Tarihsel süreç Med ve Perslere karşılık Roma ve Bizans’ın karşılaşma alanının Kürd vatanı olduğunu kayıt altına almıştır[4]. Yine Kürd vatanının sırasıyla Asur, Med ve Pers imparatorluklarının egemenliği altına girmesi ve sonrasında ise Selevkoslar, Romalılar, Bizanslılar, egemenliğine girmiştir[5]. Ancak bu coğrafyanın sınır olduğu ve sınırın kimin lehine değiştiği dikkate alınınca dönemin süper gücü olduğu kolaylıkla görülebilmektedir. Daha sonra ise Araplar ve Kafkaslıların ve Farslarla Türklerin karşılaşma alanı olması bölgenin dinamik ve kolaylık yer değiştirme -burada yer değiştirmeden kasıt alanın boşaltılması olmayıp hâkim güce göre konumlanma anlamında kullanmaktayım- niteliğinin öne çıkmasına yol açmıştır.

Kürdlerin yaşadıkları coğrafya tarihte toplumlar arası çatışmaların en fazla yaşandığı alan olmuştur. Bu çatışmalı coğrafya üzerinde yaşayan Kürdlerin bağımsız devlet olmaya doğru evrimsel gidişlerine izin verecek siyasal ortam ise tarihsel süreçte pek mümkün olamamıştır. Çünkü merkezi otorite haline dönüşmek bu alanda varlığın tehdit altına alınması anlamına geliyordu. Bundan dolayı merkezi otorite yerine mobilize güç olmak daha mantıklıydı Kürdler açısından.

Toplumsal yapıyı oluşturan Kürd aşiretleri siyasal anlamda, iç işleyişlerinde ve örgütlenmelerinde büyük ölçüde kendilerinin dışında gelişen etmenlerden etkilenerek şekillenmek zorunda kalmışlardır. Yarı göçebe olan Kürd aşiretleri toplumlar arası çatışma ortamında yaşadıklarından kolayca mobilize olma niteliğini kazanmışlardır. Bu sayede varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün olabilmiştir.

Aynı zamanda söz konusu çatışmalı ortamda Kürd aşiret ve federasyonları tarihsel süreçte varlıklarını, kendilerine ait olan bu coğrafya üzerinde emeller besleyen devletlerle kurdukları siyasal ilişkiler üzerinden sürdürebilmişlerdir. Ancak bu devletlerle oluşturdukları siyasal birliktelikler hiçbir zaman süreklilik arz eden bir görünüm kazanamamıştır.

Aslında burada üzerinde titizlikle durulması gereken nokta Kürdlerin çatışan toplumlardan hangisinden yana tavır takındıklarını belirlemektir. Öncelikle gözden kaçırılmaması gereken tarihsel olgu bunu dayatmaktadır. Kürdlerin tercihi aynı zamanda çatışan toplumlardan kimin üstün geleceğinin de işaretiydi. Bu tarihsel olgu neredeyse tarihin her döneminde aynı sonucu üretmiştir.

Tarihte Kürdlerin yaşadığı coğrafya çağsal/dönemsel üstünlük yakalayan büyük devletlerinin egemenlik hülyalarını her zaman süsleyen bir alan ola gelmiştir. Çünkü Kürdistan coğrafyası farklı medeniyetlerin geçişkenlik oluşturmaya başladığı bir alandaydı. Aynı zamanda ticaretin de el değiştirmeye başladığı bir alandı. Toplumsal yapı anlamında ise etnik ve siyasal güç egemenliklerinin geçişkenlik noktasında bulunması, dönemsel egemenlere otoritelerini pekiştirme avantajı sunacak verilere sahip olma imkânı sağlıyordu.

İlk çağda Pers ve Romalıların, İslam öncesinde Bizans ve İran Kisralarının, İslamiyetin yayılışıyla birlikte fetih alanına girmesi, daha sonları ise Osmanlı ve İran kökenli devletlerin çatışmasına sahne olan bir alandı. Sömürgecilik faaliyetleriyle birlikte İngiltere ve Rusya gibi dönemsel egemenlerin emel ve çatışma alanına girmesi buna ait verilerden bazılarıdır.

Dönemsel veya Bölgesel nitelikte güç bakımından öne çıkan devletler doğal olarak rakipleriyle mücadeleye girişirken tampon bölge niteliğine sahip Kürd aşiretlerine ait kuvvetlerden azami derecede istifade etmeyi ihmal etmemişlerdir. Bu durum ise aşiretlerin veya konfederasyonların zamanın ruhunu doğru okuyarak bunu uzun vade de kendi lehlerine çevirebilecek anlayışlar geliştirmelerini engellemiştir. Çünkü anlık tepkilerle güçlü olanın yanında yer alarak varlıklarını sürdürme sorununu öncelemişlerdir. Oysa uzun vadeli hesaplarda güçlü değil konjonktürün nasıl değişebileceği hesaplanmak zorunluluğu vardır. Kürdlerin bunu değerlendiremedikleri çatışmalı ortamda sergiledikleri tutumla anlaşılabilmektedir.

Çünkü çatışma ortamında yaşayan toplumların varlık dinamiği normal koşullara sahip toplumların varlık dinamiğinden farklı biçimde işlemektedir. Bu tür ortamlar doğal olarak hem bireylerde hem de toplumlarda varoluşu kısa süreliğine de olsa koruyabilecek pragmatist anlayışlar oluşturur. (Belki de anonimleşen şark kurnazlığı ifadesi bu mantıkla hareket etmenin bir sonucudur. Ki bu aynı zamanda Doğu ve Batı Medeniyetlerinin bireyselci ve kolektifçi anlayışlar biçiminde şekillenmesini de açıklayabilecek bir veridir.)

Bu davranış biçimi Kürd aşiretleri açısından doğal karşılanmalıdır. Çünkü Kürd beyleri ve üst akılları kendi varlıklarının aşiretlerine bağlı olduğunun bilincinde olduklarından aşiret bütünlüğünü ancak bu yolla sağlayabileceklerini öngörmüşlerdir. Kürdistan coğrafyasında yaşayan insanların her şeye şüpheyle yaklaşmaları ve karşılaştıkları her şeyi sık eleyip ince dokumaları kendi varoluşlarını sürdürmelerine yönelebilecek tehditleri anlama ve algılamanın bir yolu olarak benimsedikleri anlayışlarda görülmektedir. Hatta günümüz Kürd siyasal yapılarında bile bu anlayışın etkileri görülebilmektedir.

Kürdler açısından bunu sağlamanın yolu coğrafyalarında siyasal egemenlik mücadelesi veren karşıt güçleri iyi okuyabilmektir. Dolayısıyla aşiretler de zamanın güçlü olan egemenlerinin yanında yer almanın daha mantıklı olacağı sonucunu çıkarmışlardır. Ki bu okumalar aşiretlere karşıt siyaset üretme yerine denge anlayışına dayalı siyaset üretme mantığı kazandırmıştır. Dolayısıyla aşiret yapılarının şekillenmesinde sürekli değişen siyasal müttefikliklere göre tavır belirlemelerine yol açmıştır.

Şimdi Kürdlerin varlık dinamikliğini ve asimile olmadan varlıklarını sürdürmelerini buradan okumaya çalışınca, değişen farklı etnik ve siyasal güçlerle müttefiklik uzun vadeli entegrasyonları engelleyen bir unsur olduğu kolaylıkla görülecektir. Bu durum ise değişen farklı siyasal hâkimiyetlerin toplum yapısına nüfuz etmesini zorlaştıran bir etken olacağı da göz önünde bulundurmak gerekir. Dönensel egemenlerle yapılan güç birliğinin temelinde kendi varlıklarının korunma esası üzerine bina edildiğini gözden kaçırmamak gerekir. Bu durum ise yerel bir dinamik olan Kürd aşiretlerinin varlıklarını koruması gerektiği anlayışını dönemsel egemenlerde karşılık bulmasına yol açmıştır.[6]

Not: Yazının ilk bölümünü buradan okuyabilirsiniz.

 

[1] İdrisi Bitlisi’nin bu konudaki çabasını dikkate almak gerekir. Tüm uğraşa rağmen bir Kürd Beyi etrafında birleşme imkânı bulunamayınca Osmanlı’nın atadığı beylerbeyi altında birleşmelerini görmek gerekir bu konuda.

[2] Kürdistan’ın çatışmalı ortamda olması maddesinde detaylandırılacaktır.

[3] Mezopotamya’nın merkezi otoritelerinin ve toplumlarının tarihsel süreçte yavaş yavaş yok olup ortadan kalkmalarına dikkat etmek gerekir burada.

[4] M.Ö 401’ de Kürdistan coğrafyasından geçen Yunan askerleri arasında yer alan Ksenofon’un anlatımları bunu desteklemektedir.

[5] Shane Brennan, İslamdan Önce Kürdler adlı makalesi. Kürdler (Tarih) 2015 Nida yayıncılık s.58

[6] Osmanlı’nın üç yüz yıl Kürdlere hiçbir şekilde dokunmayarak onların varlıklarını korumalarına 1808 İkinci Mahmut İslahatlarına kadar göz yummasını ancak bu anlayış üzerinden okumak mümkündür.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums