General Muğlalı ve Kürdler (1)

  • 24.10.2016 00:00

 Mustafa Muğlalı’nın zihin dünyasının şekillenmesi

Türkiye Cumhuriyeti'nin ilanı sonrasında toplumsal alanda farklı olana yönelik ortaya çıkan inkârcı, tekçi ve dayatmacı uygulamaları gerçekleştiren kadrolar arasında ortak yaşamsal, eğitimsel ve zihinsel bir geçmişin olması ilginçtir. Anadolu’da farklılık (etnik ve dinsel) arz eden gruplara karşı gerçekleştirilen katliamların altında imzası olan bu kadroların tümünün benzer eğitim tedrisatıyla yetiştirilip aynı zihinsel donanımla donatıldıkları bir realitedir. Geçirdikleri zihinsel donanım süreci dikkate alındığında gün geçtikçe yaşananlar etkisiyle tekçi bir mantığa evirildikleri gerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Anadolu da kurulan/kurdurulan yeni rejimin resmi anlayışını yansıtan paradigmayı benimsemeyen/benimsemekten imtina eden her kesime yönelik şiddet ve zorbalık uygulanarak rejimin ayakta tutulmaya çalışıldığı ortaya çıkan veriler üzerinden günümüzde herkesin malumudur.

Anadolu’da Cumhuriyet'in ilanından sonra uygulamaya konulan resmi anlayış temelde tekçiliğe dayalı inkârcı bir uygulamadır. Bu anlayışın yansımasına örneklik oluşturan en önemli dayatma ve uygulamalar doğrudan doğruya Kürdlere yöneltilmiştir. Çünkü toplumsal alanda görünürlük bazında ele alındığında Anadolu’da Kürdler önemli bir yekûn oluşturmaktaydılar. Bu durum yeni rejimin benimsediği anlayışın toplumsal alanda uygulanması önünde engel teşkil etmekteydi. Yeni rejimin kurucu kadroları ve ‘Kürdlere yönelik inkâr ve imha’ eylemlerinde rol alan aktörlerin bu durumun farkında oldukları gerçekleştirdikleri uygulama ve katliamlarla sabittir. Kürdlere yönelik uygulamaları gerçekleştirenlerin ortak özelliği, ayni zihinsel ve eylemsel tutuma sahip olmalarıdır. Ki gerçekleştirilen uygulamaların insani ve vicdani olmaktan uzak, acımasızlık örneği teşkil eden eylemler olmuştur. Bugün artık tarihsel verilerle ortaya konulan bu acımasız uygulamaların belgelerce sabitleştirilmesi bunun kanıtıdır. Söz konusu bu uygulamalar Cumhuriyet öncesindeki uygulamalardan farklılık arz etmektedir. Cumhuriyet öncesinde dinsel ve etniksel farklılık taşıyanların siyaset, tehcir ve soykırımlarla ortadan kaldırıldıkları da yine bilinen bir gerçekliktir.[1]

4 Mart 1919 da 15. Kolordu komutanlığına atanan ve 3 Mayıs 1919 da Erzurum’a ulaşan Kazım Karabekir Paşa, “velayeti sitteye” karşı kurulmuş Müdafi Hukuk Cemiyeti Reisi Rauf Hoca ile yaptığı görüşmede Kürdler hakkında ileri sürdüğü şu bakış açısı yukarıda ifade edilen uygulamaların dayandığı zihinsel donanımın işaretidir. "Dikkat edeceğimiz önemli bir meselede Kürdi cereyandır. İstanbul’da bu hususta büyük faaliyet gördüm. Ben mıntıkamızdaki aşiretlerini nizama koyup ve beylerini bizzat tarafıma çekerek onları tutabilirim. Nasıl mi? Bütün Kürd mıntıkasında en mühim manevi kuvvet dindir. Kürdistan’ın Ermenistan olacağını anlatırız olur biter"[2]demiştirKazım Karabekir tarafından sarf edilenin bu anlayışın altında yatan mantık gelecekte kendilerine uymak veya itaat etmek istemeyenlerin sonunu zımnen de olsa açığa çıkartmaktadır.

Anadolu’da kurulan Cumhuriyet rejiminin o dönemde toplumsal karşılığının olup olmadığının tartışılması konumuzun dışında kalmaktadır. Bunun yerine yeni rejimin aynı zihinsel donanımla yetiştirilen kadrolarca topluma dayatıldığı gerçekleştirilen uygulamalarla sabit olmasını dikkate alacağız. Uygulamaları gerçekleştiren bu üst düzey yöneticilerin ortak özelliklerine bakıldığında aynı askeri eğitimden geçtikleri ve aynı siyasi düşünceden beslendikleri görülür. Ki bu kadroların büyük çoğunluğu Anadolu’nun kültürel dokusuna yabancı bir anlayışa sahip olup, Anadolu’yu Anadolu yapan çoğulcu yaşam tarzına tezat oluşturan Balkan kökenli göçmenlerden oluşmaktaydılar. Balkan kökenli olmayanların da Manastır Askeri Ekolü’nün tedrisatından geçtikleri ve ayni eğitim ve siyasi geleneği benimseyerek benzer zihinsel mantıkla donatıldıkları görülmektedir.

Cumhuriyeti kuran kadrolar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ya doğrudan üyesi ya da onların siyasi düşüncelerinden etkilenmiş kişilerdi. Yine bunlar çoğunlukla Balkan savaşlarında görev alan kadrolardan oluşmaktaydı. Balkan travması yaşayan bu ekibin duygusal ve zihinsel olarak tek ulusçuluğu referans alan bir yapılanmayla Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarama çabasında oldukları bilinen bir olgudur. Bunu başarma imkanı bulamayınca dönemsel konjonktür üzerinden Cumhuriyet ile birlikte faal hale getirmenin çabası içinde olmuşlardır. İttihatçıların çoğu 1913’ten sonra kaybedilmiş Osmanlı, Balkan coğrafyasında doğmuş, ilk görev yerleri orası olmuş, orada sosyalleşmiş insanlardı. Asker kökenli olanlarının neredeyse tamamı ilk görev yerleri, Makedonya dağlarında Bulgar, Rum veyahut Sırp çeteleri kovalamaktı. Yani milliyetçiliğin nasıl işlediğini yerine görmüşler ve 1913’ten sonra doğdukları toprakları bu milliyetçi grupların muzaffer siyasetine kurban gitmesine engel olamamışlardı. Osmanlı Rumelisi’nin kaybı onlar için büyük bir travma olmuştu[3].

Manastır Askeri Ekol’ünden gelenlerin Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte Anadolu genelinde üst düzey yöneticiliklere, askeri makamlarına atandıkları görülür. Bunlardan biri de Mustafa Muğlalı’dır. Muğlalı’nın biyografisi incelendiğinde; “1882 yılında Muğlada doğduğu, Harp okulunu (1901), Harp akademisini (1904) bitirdiği ve Balkan savaşında görev aldığını görürüz. Birinci dünya savaşı sırasında ise Adana bölge komutanlığı kurmay başkanlığı atandığını görmekteyiz. Tümen komutanı olarak kurtuluş savaşına katıldığı ve (1921) 1922'de albay, 1927'de tümgeneral, 1931'de korgeneral ve 1942'de orgeneralliğe yükseltilmiştir.[4]” Cumhuriyet'in diğer yönetici aktörleri gibi onun da askeri tedrisatını Manastır Askeri İdadisinden yapması ve Balkan Savaş yenilgisini yaşamış olması Türk olmayanlara karşı hınç duygusuna sahip olduğunun delilidir.

Yaşam kronolojisi ve aldığı eğitim onun da Jön Türklerce geliştirilen ve sonradan ittihatçılığa evirilen zihin dünyasıyla donatıldığına delalet etmektedir. Siyasi anlayışının şekillenmesinde ittihatçı geleneğin etkisi altında olduğu ve bu anlayışla davrandığı görülmektedir. Dolayısıyla yaşamı incelendiğinde ‘muhalif hiçbir tutumlara müsamahalı davranmayan sert tedbirlere başvuran ve rejim için tehlike gördüklerini anında imha etmekten çekinmeyen biri’ olması tesadüfü değildir. Geldiği askeri ve siyasi ekolun zihin dünyasını yansıtan bir örneklik teşkil etmektedir. Dolayısıyla görevlendirildiği her olayda yargısız infazlara yönelerek kendince ‘kestirme yollarla çözüm üreten biri olarak karşımıza çıkması tesadüf olarak tanımlanamaz.

Manastır Askeri Ekolü’nden gelen ittihatçı kadroların -askeri bürokrasinin- neredeyse tümü Balkan Savaşlarında yer alıp orada yenilgi yüzü görenlerden oluşmaktaydı. Balkan yenilgisinin bu kadroların zihin dünyasında ve bilinçaltlarında şekillenme oluşturduğu kuşku götürmeyen bir gerçekliktir. Söz konusu yenilginin bu kadroların zihin dünyası üzerinde farklılıklara tahammül etmeyi törpüleyerek tekçi bir mantığa evirilmelerinde etkili olduğu aşikârdır. Bu nedenle her farklılığın günün birinde düşman olacağı varsayımıyla hareket etmişlerdir. Zihinlerinde yer edinen bu algı onların tekçi uygulamalara yönelmelerine yol açmıştır. Bunun göstergeleri ise otoriteyi ele geçirdiklerinde gerçekleştirdikleri uygulamalardır[5].

Balkan yenilgisini yaşayan bu ekolün uygulamalarından çıkartılması gereken sonuç, “farklı inanç ve etnik kökene” sahip olanlara yönelik hınç -öç alma- duygusuna sahip olduklarıdır. Bu duyguyla hareket ettiklerini gösteren ve bunu destekleyen verilerden biri de, Anadolu’da Cumhuriyet öncesi ve sonrasında farklı inanç mensubu olan Rum, Yahudi ve Ermenilere karşı sergilenen mübadele ile temizlik ve kalanlara karşı geliştirilen itibarsızlaştırma tutumlardır. Ki yukarıda alıntılanan Kazım Karabekir ile Rauf Hoca arasında geçen “Kürdistan’ın Ermenistan olacağını anlatırız olur biter” cümlesi farklılık arz edenlere karşı itibarsızlaştırmanın hangi argümanlarla gerçekleştirildiğine yönelik bir göstergedir. Ki Balkan savaşları sonrasında özellikle Batı Anadolu’da Haziran 1914 Rumlara yönelik tedhiş hareketlerinde yaklaşık 200 bin Rum Yunanistan’a sığınmak zorunda kalmıştı. Cumhuriyet sonrasında ise dinsel ve etniksel farklılıklar yok edildiğinden geriye sorun olarak etniksel farklılık oluşturan Kürdler kalmaktaydı. Cumhuriyetle birlikte söz konusu yönelimin Kürdlere dönmesi oluşturulmak istenen tekçi ulus mantığı çerçevesinde yadırganmayacak bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır.

Son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli özelliklerinden biri gayrimüslimlerin ilk önce iktisadi daha sonra da demografik açıdan tasfiye edilmesiydi. Balkanlar’da kaybedilen topraklardan gelen kitlelerin Anadolu’yu kendileri için son sığınak kabul edip bu anlayışla resmi ideolojik bakışın emrine amade olmaları tekçi ve inkârcı ulus yapılanmasına giden yolda en önemli etkenlerden biri olmuştur. Günümüzde ise Kürd ve Kürdistan sorunu karşısında en sesli muhalefetin bu kesimlerden yükselmesi o kesimin hala kendilerini güvencede hissetmekten uzak olduklarını gösteriyor. Göçmenlerin bu mantığın etkisinden kurtulmaları zordur. Ötekileştirilecek her toplumsal kesimin varlığı aynı zamanda onlara kendilerini güvence altında hissetme duygusu vermektedir. Eğer ötekileştirilecek bir kesim yoksa bir gün ötekileştirilecek kesimin kendileri olacağının farkındalığı onları aşırı Türk milliyetçiliğine dayalı söyleme yöneltmektedir.

Kurulan yeni rejimin bu kesimle birlikte ayaklarının yere sağlam basmaya başladığını gören bu kadrolar artık inanç benzerliğe sahip olduklarına yönelikte Cumhuriyet öncesi İttihatçıların benzer tutumunu sergilemekten imtina etmemişlerdir. Türklerle olan inanç birlikteliklerine rağmen farklı etnik kökene sahip olan ve hak iddiasında bulunan Kürdlere karşı benzeri bir tutumu sergilemekten kaçınmamaları tekçi zihinsel ve siyasal anlayışlarına örneklik oluşturmaktadır[6].

Cumhuriyet dönemine sarkan dinsel azınlıklara karşı gerçekleştirilen nüfus mübadeleleri dikkatle incelendiğinde İttihatçı siyasi gelenekten gelenlerin amaçladığı şeyin tekçi bir yapı oluşturmak olduğu açıkça görülür[7]. Balkanlar’daki yenilgiler sonrasında her şeyini kaybetmiş olan Türk kökenlilerin Anadolu’ya getirilerek bunlardan yeni rejim için taban oluşturmanın amaçlandığı görülür. Getirilen bu kesim için Anadolu; sığınılacak son kale işlevini gördüğünden rejime taban olmaktan çekinmedikleri ve rejimin uygulamalarını desteklemekten imtina etmedikleri görülür. Mübadeleden umulan bir diğer amaç ise aynı zamanda içeride kalıp sorun çıkarma potansiyeli olanları sürmekten imtina edilmeyeceğinin ifadesiydi. Böylece hem kalanlara gözdağı verilmiş olunuyordu hem de ileride uygulanması düşünülen ‘tek tipleştirme’ amacının alt yapısı oluşturuluyordu.

Tek tipleştirme kadrosunun uygulayıcılarından olan Mustafa Muğlalı’nın Cumhuriyet rejimi açısından önemi, Kürdlere yönelik olarak gerçekleştirdiği uygulamalarda gizlidir. Muğlalı ile ilgili yazanlardan bir olan Ayşe Hür’ün onu ‘devletin demir yumruğu[8]’ olarak tanımlaması Kürdlere yönelik gerçekleştirdiği mezalimin hangi boyutlara vardığını görme açısından anlamlıdır. Yapılan bu tanımlama onun acımasız ve yargısız uygulamalarını sarih biçimde yansıtmaktadır. O, yeni rejimin inşa sürecinde Elazığ, Tunceli, Diyarbakır ve Bingöl’deki uygulamalarıyla Kürdlere travmalar yaşatarak bu yöreler üzerinden devletin acımasızlığının hangi boyutlara varacağını tüm Kürdlere göstermiştir. Böylece gelecekte gerçekleştirecekleri herhangi bir kalkışma durumunda akıbetlerinin ne olacağını fiili olarak ortaya koymuştur. Konumuzu oluşturan Muğlalı’nın yeni rejim uygulamalarının gerçekleştirilmesinde devlet nezdindeki karşılığını anlamak için Barış Ertem’in tezinden[9] onu için yazılanları okumanın faydası vardır. Böylece Muğlalı’nın yeni rejim için önemi daha kolay anlaşılabilir.

Geçmişimizde, Cumhuriyet’in kurulmasında, iç düzenin sağlanmasında, inkılâpların kabul edilmesi ve korunmasında, ülkenin bağımsızlığının korunmasında, ülke savunmasında ve rejimin temellerinin bu temellere zarar vermek isteyenlere karşı korunmasında, kısacası Cumhuriyet’in bugüne gelmesinde emeği ve hizmetleri olan tanıdığımız birçok isim vardır. Bunların bazılarını çok iyi bilir, bazılarını da sadece bu çok iyi bildiğimiz kişilerin çevrelerinde olan, onlara yardım eden kişiler olarak ikinci planda tanırız. Bu sebeple tarihimizde, henüz çok iyi tanımadığımız, sözünü ettiğimiz olayların ve kişilerin gerisinde kalmış, ön plana çıkamamış ya da çıkmak istememiş ama yaşadığımız ortama gelinmesinde katkısı bulunan birçok isim vardır. Mustafa Muğlalı da bu isimlerden birisidir. Tek başına, birçok kişi için çok fazla şey ifade etmeyen bu isim, aslında tarihimizde birçok kişinin iyi bildiği ya da bilgi sahibi olduğu bazı olayların içinde etkin rol oynamıştır. Bu olayların gelişiminde ve sonuçlanmasında etkili olmuştur.[10]

Barış Ertem’in bu açıklamasında söz konusu ettiği olayların başında ‘Koçuşağı Tedip Harekâtı, Pêçar -Bicar- Tedip ve Tenkil Harekâtı, Menemen Olayı -Menemen de kurulan Mahkemenin Reisidir- ve Van Özalp ‘ta Temmuz 1943 yılında gerçekleştirilen Otuz Üç Kurşun’ olaylarıdır. Muğlalı bu olayların tümünde başkahraman olarak yer almış ve acımasız -yargısız- uygulamalarıyla ön plana çıkmış biridir. ‘Otuz Üç Kurşun’ olayının DP muhalefeti ve iktidarı döneminde yargıya taşınmasıyla, hakkındaki yargılama sırasında 'Bana bu işi yaptırana iki defa yazdım, cevap bile vermedi’ şeklindeki ifadesi Ertem’in onun hakkında ileri sürdüğü ‘olayların ve kişilerin gerisinde kalmış’ yorumunu destekleyen önemli bir veridir. Ki o kişinin İsmet İnönü olduğu hem mahkeme kayıtlarında hem de ona gönderilen mektuplarda sabittir.

Mustafa Muğlalı’nın yeni rejimin kuruluş sürecine giden yolda üstlendiği rolü ve bu rolün yeni rejimle birlikte nasıl sahnelendiğini anlamak için organize ettiği yapılarla onu tanımaya devam edelim.


[1] 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım, Hazırlayanlar: Fikret Adanır, Oktay Özel Tarih Vakfı, Yurt Yayınları 2015 İstanbul adlı çalışmaya bakınız.

[2] Kazım Karabekir’in İstanbul’dan ayrılmadan önce konuyu Mustafa Kemal ve İsmet İnönü ile mütalaa ettiği anılarında geçmektedir.

[3] Erol, Emre’nin Makalesi “Balkan Savaşları: Mülteciler, Muhacirler ve Şiddet” 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım Tarih Vakfı Yayınları s.311

[4] Bir Generalin Dramı 20 Kasım 2011 Uludağ Sözlük.

[5] Bu konuda hem Osmanlı da iktidara yerleşen İttihat Terakki’nin hem de Yeni rejimin kurucusu olduğunu ifade etmekten çekinmeyen Cumhuriyet Halk Fıkrasının ortaya koyduğu uygulamalarına bakılabilir. Konu için 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım Tarih Vakfı Yayınları s.293-303’te yer alan Çetinkaya F. Doğan’ın “ Balkan Savaşları: Boykot, Propaganda ve Ötekileştirme adlı makalesine bakınız.

[6] 1921 Anayasası’nın rafa kaldırılarak 1924 Anayasası’nın devreye sokulması söz konusu tutumun temel göstergesidir. (Yusuf Ziya Döger)

[7] Erol, Emre ve Çetinkaya F. Doğan’ın “ 1915 Siyaset, Tehcir, Soykırım Tarih Vakfı Yayınları 2015 basımında yer makaleleri bu konuda net veriler ortaya koymaktadırlar.

[8] Hür Ayşe, 10 Mayıs 2009 tarihli ‘Devlet’in Demir Yumruğu Muğlalı Paşa’ Taraf gazetesindeki yazısı

[9] Barış Ertem, 1980 yılında İstanbul’da doğdu. İlkokul, ortaokul, lise eğitimini İstanbul’ da tamamladı. 1999 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü’nde lisans eğitimine başladı. Bu bölümden 2003 yılında mezun oldu. 2004 yılında Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başladı. 2006 yılında bu bölümden mezun oldu. Aynı Üniversitenin Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı Cumhuriyet Tarihi bilim dalında Türkiye’de “Kürtçülük” (1950-1984) Doktora tezini hazırladı.

[10] Ertem, Barış, Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın Askeri Kişiliği Yüksek lisans Tezi. Marmara Üniversitesi 2006 tezin giriş yazısı s.VI

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums