Abdülhamit’in primadonnası ve diğerlerinin Ağustos maaşları ödenmiştir

  • 28.08.2023 06:25

Primadonna, “operadaki baş kadın oyuncu”ya verilen İtalyanca ad.

Ama başlıktaki olay İtalya’da geçmiyor.

Bahsedilen “Saray” da Avrupa’da değil.

Yer İstanbul. Yıl 1900. Saray; 2.Abdülhamit’in Yıldız Sarayı.

Osmanlı Arşivleri’ndeki belge arşivlere bu başlıkla girmiş:

“Saray primadonnası ve diğerlerinin Ağustos maaşlarını aldıkları”

resim1.png

resim2.png

resim3.png

İtalyanca ve Türkçe yazılmış bordrolarda isimler ve maaşlar yer alıyor.

Peki, kimdi dolgun maaşlı bu kadrolu saray primadonnası ve diğerleri?

Aslında bu hikayenin esas başrolünde diğerleri var.

Yani İtalyan Stravolo ailesi.

Güney İtalyalı Stravololar, 19’uncu yüzyılın sonlarında komediler, operetler sahneleyen gezici bir kumpanya ya da o günlerin tabiriyle bir trup kurmuş, İtalya’da epey meşhur olmuşlardı.

Baba Salvatore Stravolo, anne Maria Seconda, oğulları, kızları ve damatlarıyla şehir, şehir ülke ülke dolaşıp oyunlar sahneliyordu.

Daha çok komediler. İtalyan lirik tiyatrosunun altın zamanlarıydı.

İtalyan oyunlarının popüler olduğu şehirlerden biri de İstanbul’du.

Stravo ailesi, Avrupa turnelerinden birinde 1892 yılında İstanbul’a geldi.

Şimdi yerinde St Antuan Kilisesi olan İstiklal Caddesi’ndeki Concordia Tiyatrosu’nda operetler sahnelediler.

Sonra turne kapsamında Balkanlar’a gittiler.

Dönüşte yoğun talep üzerine bir kere daha İstanbul’a gelip bu kez Tepebaşı’ndaki Pöti Şan’da sahneye çıktılar.

İstanbullulardan en çok alkışı kumpanyada komedi rollerinde oynayan 26 yaşındaki ailenin büyük ve yakışıklı oğlu Arturo Stravolo almıştı.

Bir akşam Sultan Abdülhamit’in adamları Pöti Şan’a geldi.

Arturo Stravolo’ya Saray’da temsil vereceğini bildirdiler. Karar netti, çünkü doğrudan Padişah’ın iradesiydi. Stravolo ve ailesi arabalara doldular, lüzumlu eşyalarını aldılar ve Yıldız Sarayı’na gittiler.

Burada bir araya girip, hikâyenin biraz daha geçmişini anlatmak gerekecek.

Çünkü ilk kez tiyatrodan saraya oyuncu kaçırılmıyordu.

Osmanlı’da ilk olarak 2. Mahmut devrinde tiyatrolar kuruldu ve opera temsilleri başladı.

1828’de 2.Mahmud’un davetiyle geldiği İstanbul’da saray bandosu Müzika-i Hümayun’u kuran İtalyan orkestra şefi Donizetti’nin en iyi iki öğrencisi padişahın iki oğluydu: Abdülmecid ve Abdülaziz.

Abdülmecid tahta çıktığında, hocası Donizetti’ye bando dışında bir de saray orkestrası kurdurmuştu.

Donizetti’den operetler de sahnelemesini istemişti.

Avrupa’dan piyanolar getirilmişti ve bütün saray Batı müziği eğitimi alıyordu.

Hatta Harem bölümünde ayrı bir orkestra kurulmuştu. Padişah ailesi piano, arp, kemanda ilerlemişti.

Padişah Abdülmecit, şimdi yerinde Çiçek Pasajı olan Pera’daki Naum Tiyatrosu’nun inşaatına büyük paralar vermişti ve sık sık oraya gidip oyunlar, operetler izliyordu.

resim4.png

Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırdıktan sonra ise kendisine Avrupa saraylarındaki gibi bir saray tiyatrosu inşa ettirdi.

Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nin hemen yanı başında, şimdi yerinde artık yolun ve Beşiktaş Stadı’nın olduğu Dolmabahçe Saray Tiyatrosu, 1859’da Naum Tiyatrosu oyuncularının sahnelediği operayla açıldı.

resim5.png

Herhalde bu kadar asriliği fazla bulmuş olacak ki Türkçe yayınlanan Ceride- Havadis, açılışı fazla ayrıntıya girmeden, dualar ve padişaha gelenekse övgülerle duyurmuştu:

“Allah, Padişahımızın ömrünü, büyüklüğünü, yüksekliğini, parıltısını, şanını, şerefini arttırsın; kalbini çeşit çeşit neşe ve sefadan ayırmasın âmin. Beşiktaş sahil sarayı civarında Padişahımızın emriyle kendilerine mahsus gayet süslü, eşsiz bir tiyatrohane tanzim edilmiştir. Gerekli her şey tamamlanmış olduğundan bu ayın- Cemaziyülâhır ayının- üçüncü Cumartesi gecesi Padişahımız bu tiyatrohaneyi şereflendirmişlerdir. Büyük bir lütuf olarak izin verdikleri için, vezirler ve başka ileri gelen devlet adamları da hazır bulunmuşlardır. Tiyatro açılmış ve bir opera oynanmıştır. Hazır bulunanlar pek memnun olmuşlardır. Doğrusu bu tiyatro benzeri pek az bulunur, pek muntazam, değerli bir eserdir. Böyle bir eser vücuda getirdikleri için Padişahımıza karşı teşekkür duygularını bildirmek üzere herkes onun ömrünün artması duasını tekrarlamış, bu suretle de kendisine düşen kulluk vazifesini yapmıştır.”

İstanbul’da Fransızca yayınlanan Journal de Constantinople gazetesi ise sansürsüz tiyaronun açılış gecesini anlatmıştı:

“Bu büyük sanat merasiminde, genç şehzadeler, bütün Saray halkı, Sadrazam, nazırlar, hükümetin bütün ileri gelenleri ile yabancı devletlerin elçileri hazır bulundular. Temsil, Naum Tiyatrosu sanatkârları tarafından verildi. Padişahın bulunduğu locanın solunda İngiliz Elçisi’nin eşi Lady Bulver ne İsveç elçisi’nin eşi Mme. Sibern bulunuyordu. Padişah, Lady Bulwer ile birkaç defa Fransızca konuştu. Temsil akşamın yedisinde, Mlle. Viale, M. Scheggi, M. Lawrence ve M. Saverini’nin ustaca icra ettikleri Luigi Ricci’nin Scaramuccia operası’nın ilk iki perdesi ile başladı. İki perde arasında M. Padovani güzide topluluğa kendini dinletmek şerefine erişti: Kendi bestelemiş olduğu sevimli bir parçayı kemanla çaldı. Temsil, yeni Chasse de Dianne balesi ile sona erdi. Padişah temsilin sonuna kadar locasını terk etmedi.”

Fakat bu asri eğlenceler uzun sürmedi.

1861’de Abülmecit ölüp yerine kardeşi Abdülaziz gelince, saray orkestrası küçültüldü, opera ve tiyatro oyunları bitirildi, Harem’de kurulan bale kaldırıldı, geriye sadece bando bırakıldı.

Bir daha opera sahnelenmeyen Dolmabahçe Saray Tiyatrosu da 1863’de yandı.

Ama Abdülaziz, bütün bunları sofu ve Batı kültürü karşıtı olduğu için yapmamıştı.

1856 Kırım Savaşı ile ülkenin içine girdiği ekonomik darboğaz sırasında iyice göze batan yeni Saray’daki israfa karşı alınması gereken tasarruf tedbirleriydi bunlar.

Küçük yaşlardan itibaren Batı müziği eğitimi almış, kendi besteleri olan yeni padişah Abdülaziz de sık sık Naum Tiyatrosu’na giderek oyunlar ve operetler izlemeye devam etmişti.

Sadece kendisi değil, İstanbul’a gelen konuk imparatorları da Naum Tiyatrosu’nda opera izlemeye götürüyordu.

Padişah Abdülaziz, III. Napolyon’un daveti üzerine Paris’teki Milletler Sergisi’ne katılmak üzere 1867’de Avrupa’ya gitti.

Bu bir Osmanlı padişahının ilk Avrupa seyahatiydi.

Abdülaziz, 47 gün süren seyahatı sırasında da Fransa, İngiltere ve Avusturya’da operalara gitti.

Ama yalnız değil.

Avrupa’ya götürdüğü iki yeğeniyle birlikte; veliaht şehzade Murat ve şehzade Abdülhamit.

5 Temmuz 1867 akşamı Padişah’ın Paris’te operaya gittiğini Ceride-i Havadis gazetesi şöyle haber verdi:

“Halife hazretlerinin oturmalarına tahsis edilmiş olan Elysee sarayından Cuma günü akşam üzeri çıkarak adetleri olduğu veçhile maiyetlerinde bazı memurlar bulunduğu halde, Paris şehrinde gezintiye rağbet buyurdukları, sıhhat ve afiyetlerinin çok iyi olduğu, geçen Çarşamba gecesi de opera seyrine gittikleri, ertesi gün Paris metropoliti ile papa hazretlerinin oradaki elçisi tarafına giderek vizitede bulunmak suretiyle kendilerini mükâfatlandırdıkları, bu Perşembe günü de Londra’yı şereflendirmek üzere Paris’ten ayrılacakları telgraf haberlerinden anlaşılmıştır.”

Kraliçe Victoria’nın davetiyle Paris’ten Londra’ya geçen Abdülaziz ve heyeti şerefine 16 Temmuz 1867 gecesi Crystal Palace’ta otuz bin kişinin katıldığı, 1600 kişilik İngiliz korosunun sahne aldığı bir konser düzenledi. Konserde koro kasideler bile okudu.

Abdülaziz ayrıca Londra’da Galler Prensi Edward ile birlikte Fransız bestecisi Auber’in Asaniello operasını da izlemeye gitti.

Temsilin sonunda operanın direktörüne 136 taşlı bir enfiye kutusu ve sanatçılara da 800 lira hediye etti.

Sultan Abdülaziz, Avrupa’daki sanat camiasınında bir parçasıydı.

1872 yılında ünlü Alman besteci Wagner'in Bavyera’nın Bayreuth şehrinde inşa ettirmek için para toplamaya başladığı konser salonu Festspielhaus için ilk bağış yapanlardan biri Abdülaziz olmuştu.

resim6.png

Padişah o günün parasıyla Wagner’in salonuna 900 thaler yani bugünkü rayiçle 21.000 Euro bağışlamıştı.

Batılı pek çok imparator ve zenginin kayıtsız kaldığı konser salonu projesine bu cömert bağış için bizzat Wagner, Abdülaziz’e teşekkür mektubu gönderdi.

(Mektup ilk olarak 2003’de Andante dergisinde müzik tarihçisi Emre Aracı tarafından yayınlandı)

resim7.png

Bu bağışın karşılığında Abdülaziz salondaki üç koltuğun daimi sahibi oldu: 329, 330 ve 331.

Bu üç koltuktan birini kendisi, diğerini ise iki yeğeni için almıştı: Murat ve Abdülhamit.

13 Ağustos 1876’da nihayet biten salonun açılışı yapıldığında ise bu üç koltuk boştu.

Abdülaziz, 1876’daki saray darbesiyle devrilmiş, yerine geçen büyük yeğeni V. Murad ise amcasının hala karanlık olan ölümüyle ruhen hastalanmıştı.

Birkaç hafta sonra da ağabeyinin yerine Wagner operasındaki üçüncü koltuğun sahibi küçük yeğen geçti: 2. Abdülhamit.

Abdülhamit’in klasik Batı müziği merakı ve bilgisinin birinci derecede tanığı çocuklarıydı.

1960’da hayatını kaybeden kızı Ayşe Osmanoğlu’nun “Babam Sultan Abdülhamid” kitabında bu tanıklığın pek çok örneği var.

Kitapta bizzat babasından şöyle aktarıyor:

“Gençliğimde piyanoya merak etmiştim. Babam (Abdülmecid), Şehzadelerine Avrupa’dan birer piyano getirtmişti. Saraya İtalyan ve Fransız musiki muallimleri alınmıştı. Bu muallimlerden Fransız Alexandre Efendi bana hoca tayin edilmişti. Epeyce bir müddet çalıştım. Musikiyi çok sevmeme rağmen, ne yazık ki gaileli bir hayat bana musikiye lazım gelen vakti verdirtmedi.”

Ayşe Osmanoğlu’nun hatıralarından adına yapılan dizideki o Abdülhamit’e hiç benzemeyen bir baba görürüz:

“Evlatlarının müzikle meşgul olmasını ister, bize piyanolar ve muhtelif musiki aletleri alırdı. Huzurunda piyano çaldırır, dinler, yanlışlarımızı düzeltir, tempolara dikkat eder, - Böyle çalınmaz, tekrar ediniz. – derdi. Alafranga musikiyi alaturkaya tercih ederdi. - Alaturka güzeldir ama daima gam verir. Alafranga değişiktir. Neşe verir. Piyanoda alaturka dinlenmez. Kendine mahsus alaturka sazlarla çalınmalıdır” derdi.”

2. Abdülhamit, Batı müziği tutkusunu aldığı babasının yolundan gitti ve Dolmabahçe Sarayı’ndan taşındığı Yıldız Sarayı’nda 1889 yılında Yıldız Saray Tiyatrosu’nu yaptırdı.

resim8.png

120 kişilik, üst katta padişah ve misafir localarının ve kafes arkasındaki harem bölümünün olduğu salonun Alman İmparatoru II. Wilhelm’ın 1889’daki ilk İstanbul ziyaretine yetiştirilmesi bir tesadüf değildi.

Belki bugün biri yapsa “eziklik”, “batı kompleksi” denebilirdi ama Abdülhamit, ittifakını derinleştirmek istediği imparatora kendi sarayında operet izletmek istemişti.

Ama bu sahiden eziklik ya da batı kompleksi değildi. Bugün hamasi tarih anlatısı içinde ne olduğunu anlamaktan epey uzak olduğumuz 19’uncu yüzyılın saray kültürüydü.

22 Mayıs 1891 Cuma günü Yıldız Sarayı’ndaki Cuma selamlığında Abdülhamit’in 172 kişilik Viyana Erkekler Korosu’ndan ilahiler, şarkılar dinlediğine, konser sonu koro şefine mecidiye nişanı verdiğine o yüzden bugün inanmak kolay değil.

(Yine müzik tarihçisi Emre Aracı, kişisel arşivlerden onun da konser programını bulup yayınlamıştı)

resim9.png

O yüzden İstanbul’a gelen bütün tiyatrolar, kumpanyalar muhakkak bir akşam soluğu Yıldız Sarayı’nda almaktaydı.

Yıldız Saray Tiyatrosu’nda temsil günü Cuma akşamlarıydı. Hatta bazen geceleri…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.