Bu cehennem, bu cinnet bizim

  • 1.06.2020 00:00

 En kötüsü şu duygu ile yatmak, her gece: ''Yarın sabah Türkiye'de gene korkunçluklarla, akılsızlıklarla, öfkelerle, dehşet ve şiddetle dolu yeni bir güne uyanacağım.''

Başlığı Nazım'ın ''Davet''ine atfen, 2020 şartlarına uyarladım.

Cennet yok. Cinnet var.

Vicdan yok. Kafalarda huni var.

Ruhu, insanı, coğrafyası, doğası ile cennetlik iken, kötülüğe rehin kalmış bir hazin ülke artık söz konusu olan.

Cehennem mahkûmları misali, baskıların tetiklediği cinnetle başbaşa, her gün çarpa çarpa sürüklenen bir toplum.

Prof. Baskın Oran, sistemin totaliterleşme hamlelerini madde madde topladı son yazılarından birinde:  

1) Seçim ayarlamaları, 2) CHP’ye saldırılar, 3) HDP’ye saldırılar. 4) Yeterince biat etmeyen yandaşlara saldırılar, 5) Gazetecilere saldırılar, 6) Adalete saldırılar, 7) Ekonomik sistemin (bankacılığın vs) özüne saldırılar. 8) İdeolojik saldırı (evlilik yaşı, 'Bella Çav' yayını vs.)

Sokaklarda haftalardır polis-bekçi terörü esiyor. Esecek de.

Ülkenin batısı, doğusundaki seçmen iradesinin düpedüz gaspedilmesini simgeleyen kayyım darbelerini kanıksadı, HDP'lilerin bir nevi siyasi etnik temizliğe maruz kalmasına aldırmıyor. Geçen sene Kılıçdaroğlu'yu linç denemesine tanıklık etmiştik de CHP bunu geçiştirmişti, malum, ama rejim şimdi CHP'yi de radar ekranına yerleştirdi iyice, hedef kilitledi ve ana muhalefetten isimleri şeytanlaştırmaya, susturmaya da koyuldu.

Böylece CHP de 2013 Gezi'de filizlenen İslamcı-Milliyetçi rejim kurgusu içinde kendisine muafiyet uygulanmayacağını da kavramaya başladı, ama atı alan Üsküdar'dan çıkıp Malazgirt'e vardı. CHP seçimle değişim ummakta ama atın vardığı yerde adil seçim ve sonucuna saygı diye bir mefhum yok.

Şimdi, esas olarak MHP ekseninden yönlendirilen partizan kadrolaşma ile, o eski 'yurttaşa karşı devlet' DNA'sına geri dönüşle ülkeyi zapt-u rapt altına almakta kararlı bir güvenlik yapısı kurulmakta harıl harıl.

Çakıcı Affı ile ülkedeki yaklaşık 50 bin siyasi mahpusun içeride kısılı kalmasının sağlanması da, 'derin cehennem' provaları ile ilgili yeterli bilgiyi vermiş olmalıdır.

Emniyet'in son milyonlarca TL'lik ihalelerinden, ağır bir mühimmat ve teçhizat donanımının hazırlıkları da açıkça okunuyor.

Ve geçenlerde gözlerden kaçıp giden, ama yargıdaki partizanlaşma ile ilgili son derece önemli bir haber.

Cumhuriyet'te Alican Uludağ yazdı:

''Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK geçen hafta yaptığı kura töreninde 1379 hâkim ve savcı atandı. AKP ve MHP’ye yakın birçok isim de atananlar arasında yer aldı. Kurada, eski Adalet Bakanı Kenan İpek ve eski AKP milletvekili Burhanettin Uysal’ın gelinleri, eski Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz’in oğlu ve gelininin de hâkim ve savcı olarak atandıkları görüldü. Yargıya alımlarda AKP ile MHP arasındaki Cumhur İttifakı etkili oldu. Atama listesinde MHP’ye özel kontenjan verildi. Listede, bazı siyasi ve bürokratların yakınları da hâkim ve savcı olarak atandı. Bu kapsamda AKP döneminde Adalet Bakanlığı ve Müsteşarlığı yapan ve son olarak Yargıtay üyeliğine atanan Kenan İpek’in oğlu Mehmet Akif İpek’in eşi Ahsen Şenol İpek Adana Hâkimi oldu. Eski Emniyet Genel Müdürü, Vali Celalettin Lekesiz’in oğlu Muzaffer Lekesiz Kırklareli Cumhuriyet Savcılığı’na, gelini Merve Lekesiz ise Kırklareli Hâkimliği’ne atandı. Kurada eski AKP Karabük Milletvekili Burhanettin Uysal’ın oğlu Şamil Uysal ile evli olan Miyase Gümüş Uysal’a Söke Hâkimliği çıktı.''

Kim bu devlet yapılarına doluşturulan azılı partizan ve insanlıktan çıkmış çetesel icracılar?

Hiç gitmemişlerdi ki.

12 Eylül rejiminden nasiplenmişler, ANAP ardından Demirel-İnönü ikilisi iktidara geldiğinde biraz sipere yatmışlardı, ama ''Kürt realitesini tanıyoruz'' dendiği andan itibaren hızla harekete geçtiler, 1990'ları cehenneme çevirdiler.

2002 seçimlerinden AKP ezici çoğunluk çıkarınca gene arazi oldular, askerin hazırladığı bir-iki darbe kumpasının başarıya ulaşmasını ve kendilerine görev tevdi edilmesini beklediler, olmadı. Ama alaturka faşizme ''geri dönüş''te bir milat oluşturan Hrant'ın katledilmesine kadar epeyce beklemeleri gerekti.

Derken, İslamcıların iki kanadının - Milli Görüşçüler ve Gülenciler - iktidar paylaşımı kavgasından kendilerine daha kalıcı bir misyon çıktı. Roboski katliamı ve Gezi'den itibaren ''fikirleri zaten iktidara mehter usulü dönüş'' yapmaya başlamıştı, AKP-MHP-Ulusalcı ittifakıyla önlerindeki kapılar açıldı, 2015 Haziran seçimlerinden itibaren devletin güvenlik yapılarına iyice doluşturuldular.

O gün bugündür memlekette taş üstünde taş bırakmamakla meşguller. Her gün daha çok zulüm saçarak. Ve 1923'ten beri bir türlü stabilize olamayan devlet içinde nüfuz savaşı için gitgide artan ölçüde tepişerek.

Gülenci yapı tasfiye edilince yerine gelen kafatasçılar eninde sonunda o çürümüş İslamcılarla kapışacaktı, o günler geldi dayandı.              

Nasıl ki Hrant'ın alçakça öldürülmesi tepişmede bir tarafın öbürüne ilk açık tehdit sinyali ise, Kuzguncuk'taki kilise haçının indirilmesi ve daha önemlisi Hrant Dink Vakfı'nı hedefleyen ölüm tehditleri de AKP-MHP-Ulusalcı ittifakında nüfuz paylaşımı ve uzun vadede birbirini yeme kavgasının yeni raunt işareti gibi görünmekte.

AKP Sözcüsü (Erdoğan'ın sağ kolu) Ömer Çelik'in sözleri, ittifakın bir cenahının 'mesajı aldığının' itirafıdır:

"Bu provokasyonlara müsaade etmeyiz. Kursaklarında kalır. Camileri, kiliseleri, havraları hedef alan; vakıfları, dernekleri, vatandaşlarımızı tehdit etmeye kalkan provokasyonlar Türkiye düşmanlığıdır. Bunların maşaları çeşitlidir ama arkasındaki odaklar aynıdır. Vatandaşlarımız içindeki farklı grupları tehdit edenlerin ortak özelliğinin Türkiye düşmanlığı olduğunu tarihimizden çok iyi biliyoruz. Kullandıkları maşalar değişir bunlar değişmez. Ama artık bu topraklarda operasyon yapamazlar. Türkiye’de provokasyon mevsimi kapanalı çok oldu."

Bu kavganın nasıl biteceğini bilemeyiz. Ama bilin ki buradan da hayırlı bir sonuç çıkmayacak. Kazanan tarafa bakıp sadece kırk katır ve kırk satır arasında şansımıza ne düştüğünü göreceğiz.

Çünkü, devlette hak iddia eden güçler yerlerini almışlardır artık. Bu İslamcı-Ülkücü-Ulusalcı karması kadrolaşmayı, bu kötülük katmanını sükunet içinde bir değil onbeş tane demokrasi ittifakı kursanız da (olmayacak ya, oldu diyelim) artık oradan kazıyamazsınız.

Tepişmede daha pek çok karınca ezilecek gibi görünüyor. Kırılamayan, ömürlerimizi kemiren bir döngüden söz ediyoruz.

Her gün yeni korkunçluklara, toplu delirmelere uyanırken Çetin Altan'ın kehaneti geliyor aklıma. Milliyet'ten Nilgün Cerrahoğlu'ya Temmuz 1996'da verdiği mülakatta “Ben istiyorum ki devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun. 50 senedir yazıyorum, hiç etkilenmiyor. Ama 50 sene daha dursam, gene yazarım'' demişti.

Savcılık da hemen harekete geçmiş “Devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun” cümlesinden yola çıkarak Altan ve Cerrahoğlu hakkında ceza eski TCK’nin 159'uncu (şimdiki 301) maddesinin ihlali iddiasıyla dava açmıştı.

Derken Kasım 1996'da Susurluk patladı, dosya beraatle sonuçlandı, ama asıl önemli olan şu:

1996'dan bu yana neredeyse 25 yıl geçmiş. Çeyrek yüzyıl. Ve Türkiye, 1996'nın kara günlerini dahi aratacak derecede diplere vurmuş durumda. 

Asıl kaygı veren nokta, ülkede kamusal söyleme nüfuz eden sözde eleştirel ve muhalif kesimin yaşadığı ve yaşattığı entellektüel sefilliktir. Tanık olunan bunca acı ve baskının kaynağı ve öznesi ayan beyan ortadayken bu zevat ''başımıza bunlar yüzünden geldi'' diye faturayı Kürtlere, (bir zamanlar militarist devletin komünistlere karşı kullandığı şeytanlaştırıcı dili aynı devletin hizmetinde epeydir aynen liberallere uyarlayarak) evrimci-reformist demokratlara, eli yüzü düzgün bir anayasa isteyen özgürlükçü akademisyenlere, darbe kültürünü yok etmek için çaba sarfetmiş KHK mağduru kesimlere çıkarmakla meşgul hâlâ.

Bunların hiçbiri yaşatılan zulmün altında imzası olan Saray'ı ve ortaklarını sorgula(ya)mıyor, sadece dişe dokunur kurbanları hedef göstermeye devam ediyorlar. Ve son 20 yılın gerçek tomografisinin üzerine kalın perdeler örtmeye devam ediyor, yakın tarihi bile bile yanlış okutarak, demokratikleşmeye asla hizmet etmeyecek, onu erteleyecek bir kör mitoloji üretiyorlar. Sanki bu ülkede asker-sivil zulmü altında Kürtler, gayrımüslimler hiç ezilmemişti, sanki asker seçilmiş hükümetlere karşı hiç darbe planlamamıştı, sanki 12 Eylül'den beri sayısı 20 bine yaklaşan faili meçhul kurbanlarının hepsini uzaydan gelen yaratıklar yok etmişti. Bunlara göre ülkenin batışının miladı ''askere karşı kurulan kumpaslar''dı, ne olduysa Egenekon'la başlamıştı, iç ve dış düşmanlar hep işbirliği yapmıştı, ama asker masum, AKP ve reisi de (kazanan belli olana kadar) mağdur ve dokunulmazdı.

Yazdıkları, çizdikleri bunlar. Mevsim rüzgârlarına uygun hikâyeler işte.

Ama mesele, bu karanlık ortamda muhalefet adına kanaat önderliğini karnından konuşarak icra eden elitin sefilliği kadar, toplumun kendisindedir.

ABD'de George Floyd'un öldürülmesi ardından sivil toplum sokağa çıkınca ''işte emperyalizmin, ırkçılığın kalesi batıyor!'' diye esip gürleyenler, elbette oradaki medeni cesaretin değerini anlamıyorlar.

Eren Keskin'in yazdığı gibi:

''ABD de, siyah bir insan polis tarafından öldürüldü. Irkçı cinayete herkes karşı çıktı. Mardin’de toplu mezar ortaya çıktı, Coğrafya'da ‘çıt’ çıkmıyor. Kötülüğün sıradanlığı... Bu coğrafyanın tek gerçeği bu sanırım...''

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır son mülakatlarından birinde, "Herkes özgürce kendi kimliğini yaşayabilsin’ dediğinizde yüzde 80’leri aşan ‘evet bu doğru’ kanaati var, ama işi Kürtler veya Aleviler vs. diye somutlaştırdığınız zaman oran yüzde 50’lere düşüyor” diyordu.

Cumhuriyet tarihi boyunca sürgün edilen, hapse atılan aydınları, insanları umrunda mıydı bu toplumun? 150'likler, Nazım Hikmet, Istanbul Rumları, Aşkale ve Sivas Sürgünleri, İsmail Beşikçi, Dargeçit'te bulunan kafataslarının kafalara vurduğu devlet terörü kalıntıları, içeride boş yere yatıp duran 50 bine yakın siyasi mahpus.... hangisi vicdanları ve hafızalara dokunuyor acaba?

''Kemal Tahir dosyası, 14 yıl. O insanı hangi yargıç mahkûm etmiş?'' diye sormuştu Çetin Altan o mülakatta. ''Bunlar lanetli insanlardır. Kendi değerlerini imha etmişlerdir çünkü. 14 senesini almışlardır Kemal Tahir’in…'' Bu büyük yazar saçma sapan nedenlerle 1938'de hapse atılmış, ancak 1950 affıyla çıkabilmişti.

1938, 1996 ve sene 2020.

Ertuğrul Günay'ın son tweetlerinden birinde şu acı satırlar vardı:

''Biz can derdiyle bile evde kalmaktan bunalırken, takipsizlik-beraat kararına rağmen işinden mahrum edilen KHK’lıların, yahut haklı bir neden yokken özgürlüğünden mahrum edilen tutukluların bunalımını düşünün. Mayıs’ta bu Mart soğuğu, bu uğursuzluklar belki de merhametsizliğimizden...''

Böyle bir Türkiye'de her gün, her hafta, her ay bir vicdana dönüş çağrısıdır.

Şimdi Haziran ayı başlıyor. Rejimin göstermelik bir büroya dönüştürdüğü TBMM'de seçim ve siyasi partiler yasaları, medya ve yargıya 'çeki düzen' verecek düzenlemeler yapılacak.

Ve, ana muhalefetin etkisizliğini, strateji yoksunluğunu, halkı ikna edemeyen alternatif popülizmini da hesaba katarsak, Türkiye dört başı mamur bir faşizmin içlerine doğru mesafe almaya devam edecek.

Vicdanını yitirmiş bir toplumun savaş, toplu kıyım vs. gibi büyük belalardan geçmeden 'normalleşme'ye erişmesi; bu cehennemden, bu cinnetten çıkması mümkün görünmüyor.

Tarihin bize emanet ettiği acı ders budur.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums