- 1.02.2019 00:00
Bir süredir dillere yapışan beka sözcüğünün üzerine üşüşmeyen kalmadı desek yeri. Herkes bu gizemli kavramı ortaya atan aziz ve muktedir Türk büyüklerinin ne demek istediğini çözmeye soyunmuş durumda.
Mesele neredeyse 1990'larda aklıevvel bazı militarist zevatın tedavüle soktuğu Erke Dönergeci namıyla maruf icadın eşkâlini çıkarmaya benzedi.
Tam da 'galiba anlaşıldı bu beka' derken, Başkan ortaya bir yenisini saldı: Konsolidasyon.
“AK Parti’ye ve Milliyetçi Hareket Partisi’ne gönül vermiş kardeşlerime, herkese diyorum ki, aman ha içinizde bir olun, beraber olun, iri olun, kardeşliğinize gölge düşürmeyin ve hep birlikte Türkiye olun. Çünkü maalesef hala istediğimiz konsolidasyon olmuş değil, bunu başarmamız lazım” demişti Başkan Erdoğan geçenlerde.
Beka ve konsolidasyon. Bu iki sözcüğü anladığımız ölçüde ülkeyi 1 Nisan'a ayarlanmış şekilde bekleyen makûs kaderi de çözmüş olacağız.
İktidarı oluşturan AKP-MHP gövdesi ile onun etrafına 7 Haziran 2015 sonrasında dizilmiş irili ufaklı 'ya devlet başa!...' çevreleri ne kadar zorda, kim ne derse boş, ama 31 Mart sonrası için son derece derin bir endişenin Ankara'ya hakim olduğu kesin.
Endişenin bariz ve tehditkâr ifadesi, Bahçeli'ye ait:
“Yeni bir rejim bunalımı, yeni bir toplumsal ve siyasal buhranın yeşermemesi için 31 Mart’tan Cumhur İttifakı zaferle çıkmalıdır...”
Bu sözlerle 'beka' ile kasıt anlaşılıyor:
7 Haziran ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasında Ankara'da sağlanan Büyük Devletçi Mutabakat (BDM) için bu seçimler bir nevi 'ya hep ya hiç'. Olmak veya olmamak, bütün mesele.
Öyleyse, 'konsolidasyon', beka sözcüğünün türevi: BDM'nin varlık tescilinin nihai aşamasını ifade ettiği anlaşılan 31 Mart tarihine adım adım gidilirken, BDM ülküsü etrafında bütünleşmenin tam manasıyla sağlanması.
Türklük-Müslümanlık dışında her türlü kimlik talebi ve sivil hak arayışının çanına ot tıkayacak tektipçi toplumun inşasının, kazasız belasız bitmesi için birlik ve beraberliğin gerçekleşmesi.
Hadise özetle bu.
Hala anlamayanları AKP Meclis Başkan Vekili Bülent Turan'ın sözleriyle ilaveten aydınlatayım:
“Eğer onlar (Erdoğan, Bahçeli) bir şey söylüyorsa kulağımızı bir defa daha açmamız lazım. Eğer beka diyorlarsa bunun altlığı var. Sistem değişikliğini biz daha yeni yaptık. Türkiye'de sistem değişikliğinin oturmaması için, geri dönmek için, 'Yes sir' diyen Türkiye olsun diye uğraşan çok sayıda siyasi yapı var. O yüzden bu yolun geri dönmemesi lazım. Yerel seçimlerdir esas olan, ama biz biliyoruz ki tüm dünyada oynanan oyunlarda Türkiye'ye biçilen bir rol vardı. Bu rolü Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan yerle bir etti. Milletiyle beraber darbelerin karşısında durdu. Sistemi değiştirdi, güçlü yönetimi inşa etti. O yüzden S-400'lerden tutun da Suriye politikasına kadar, Mısır'daki darbe girişiminden tutun da Türkiye'deki çukur operasyonlarına kadar Cumhurbaşkanımız bu millet adına masaya oturduğunda, halk desteği zayıflamış denmemesi için, yerel seçimler bizim için bir beka meselesi...”
“Erdoğan Suriye için masaya oturduğunda, Irak'taki sorunlarda masaya oturduğunda, Kuzey Kıbrıs'ın enerji meselesinde masaya oturduğunda zayıf Erdoğan olmaması, zayıf Türkiye olmaması için bu seçimleri bir beka meselesi görüyoruz. O yüzden iki kıymetli parti bir araya geldi, tüm hesaplara, hakaretlere, tiye almalara rağmen aynı masada kaldılar. Milletin vicdanında bu karşılık buldu. Sanki biz elli yıldan beri beraber yürüyormuşçasına dost olduk, omuz omuza yürüyoruz...”
Daha net olamaz herhalde, BDM dizaynının tasviri.
“Mesele sadece çöp, çukur meselesi değil'' diyordu Turan."O yüzden iki lider de beka diyorsa bir bildiği var. O yüzden hiç kimse bizi, 'bu mesele beka meselesi' dediğimizde ti'ye almaya kalkmasın. Bilerek söylüyoruz. Bugün Fırat'ın doğusu, batısı tartışması bir beka meselesi değil mi? Oyları düşen bir Cumhur İttifakı hangi sebeple o masada daha güçlü olabilir? O yüzden beka meselesini inanarak söylüyoruz. Güvenerek söylüyoruz.”
Turan haklı. İktidarın veya onunkine benzer bir milliyetçilik ve popülizmle karşısına konumlanmış 'merkez' muhalefet açısından 31 Mart'ın yerel yönetimlerle ilgili bir tarafı yok.
Her iki cenahtan hiç kimse, eğer samimiyse, mesela Ankara'da Yavaş'ın veya İzmir'de Soyer'in yönetime seçilmesiyle, o şehirlerin 1 Nisan'a farklı bir güneşle doğmasını beklemiyor. Kavga aynen devam edecek. Gerginlik siyasette düşmeyecek.
Çünkü aklı başında olan herkes biliyor ki, 1 Kasım-15 Temmuz-16 Nisan ile şekillendirilen rejimde yerel yönetimler de yargı ve medya gibi, Meclis gibi, Saray'ın rızasıyla yürüyecek şekilde 'mühendislenmiş' durumda. Bu bağımlılık krizi azaltmayacak, muhalefet-iktidar dengesini akli boyuta getirmeyecek, tersine kör dövüşü devam edecek.
AKP de MHP de beka ve konsolidasyon derken, bu 'meydan okuma' halini bilerek konuşuyor. 'Buhran' denilen şey bu.
Nasıl yani? Bu seçimler normal değil mi? İçinde umut barındırmıyor mu?
Normal değil tabii. Olmadığını önceki seçimler anlatmıştı ve daha seçim kavgası tam başlamadı, mart gelince bakın, o zaman esas perde açılacak. Tehditler sadece 'savulun' peşrevleri.
Sözü, ekonominin sabırla en keskin röntgen resimlerini çeken Atilla Yeşilada'ya bırakayım:
“Mart’ta gerçek bir şenlik yaşayacağız. Daha önce tarihin yazmadığı popülizm örnekleri Türkiye’de siftah yapacak. Bunların neler olduğunu öngörmek güç, ama TCMB munzamları 200-300 baz puan daha indirirse, ya da kamu bankları politika faizinden çok yüksek meblağda borçlanıp bol keseden kredi dağıtırsa, şaşırmam.
Son çare olarak banka kredilerinin menkulleştirilip (VIDIMIK haline getirilip) TCMB’ye kakalanması da gündeme gelebilir.
Bu tür yöntemler zaten Türkiye’de pozisyon almakta tereddüt eden yabancı yatırımcıyı ürküteceği gibi. Moody’sin ifade ettiği gibi, “Yapılan son hamleler, bankalar için kredi tarafında negatif bir pozisyon yaratırken beklenmedik risklere neden oldu ve marjları olumsuz yönde etkiledi. Türk bankaları 2018’de kredi büyümesindeki düşmenin ardından ekonomiye kredi vermeyi sürdürme baskısı altındalar.”
Yani, dış kredilerin çevrilmesi de zorlaşabilir.
Yerleşikler manzarayı çaktı, hafiften dövize tüydü, bir de yabancılar tüyerse doları kimse tutamaz. Zaten bu senaryonun önünü kesmek için Hazine’miz yakında Eskimo pazarında da borçlanacak.
Tüm bu alınan ve alınacak önlemler AKP-MHP’ye bir oy kazandırmayacağı gibi, ekonominin DNA’sına radyasyon vermeye başlıyor. Bankalar, enerji sektörü, inşaat, gıda tedarik zinciri, özel hastaneler perişan...
Türkiye durgunlukta değil, bataklıkta. Kurtulmak için çırpındıkça daha da batıyor. IMF olmadan çıkamaz. Enerjiye zam şart, çünkü tüm enerji şirketleri ya zararda, ya da santralleri kapatıyor.
-
Akaryakıt marjlarına zam şart, çünkü bayiler sapır sapır dökülüyor.
-
Tanzim satış ve fahiş fiyat denetimi bitince, esnaf-tüccar-perakendeci kaybettiği kâr marjının intikamını alacak.
-
Hastane ve tıbbi cihaz üreticileri de ilaç kadar zam alacak, yoksa sağlık hizmetleri duracak.
-
Müteahhit alacaklarının temizlenmesi gerekecek.
-
Hükümet vergi toplayamıyor, KDV-ÖTV indirimlerinin yerini insafsız emlak, kurumlar, tüketim vergisi zamları alacak, sopa zoruyla vergi toplanacak.
-
Trafikten, Rekabet Kanunu’nu ihlale kadar her alanda amansız cezalar kesilecek.
-
Kamuya eleman alınmayacak.
-
Bir takım YİD yani mega-projelerde devlet gelir garantisi iptal edip, konsorsiyuma “güle güle” diyecek.
Diplomasi kökünden değişecek. Batı’ya iyice yanaşacağız. Bu artık siyasi bir tercih değil ekonomik bir mecburiyet. Piyasa değeri yüzde 50 düşen şirketleri bir tek Batılılar devralabilir.
Taze kredi Batı’dan geliyor. Yeni Gümrük Birliği olmazsa, ihracatın nefesi kesilecek. 1 Nisan sabahı bir çağın geride kaldığını, ne hükümet, ne de vatandaş ve iş dünyasının yeniçağa hazır olmadığını göreceğiz. Tam anlamıyla güçlünün ayakta kaldığı bir döneme gireceğiz.”
Buraya kadar tamam mı?
O halde, 'beka' ve konsolidasyon' ile esasında neyin kast edildiği anlaşılmış olmalıdır.
Şöyle toparlayalım da uzayan yazı bitsin:
Türkiye'yi 1 Nisan'dan itibaren çok sert bir ekonomik daralma, siyasi gaz sıkışması ve diplomatik kapana kıstırılma bekliyor.
Mevcut iktidar, tüm karar mekanizmalarını Yüce Lider'in iki dudağına teslim ettiği ve söz konusu kişi de halkın 'yeterli çoğunluğu'nu yalanla, hamasetle, korku rüzgârıyla hipnoz halinde tuttuğu için, eldeki tüm mali ve diplomatik cephanelerin tükenmiş olduğu anlaşılmıyor.
Ve işin kötüsü, harç bittikçe, o yapının etrafına üşüşmüş baskıcı, zorba, maceraperest, deneme-yanılmacı ne kadar çıkar grubu varsa, onlar boşluk dolduruyor ve dahası için hazır bekliyor.
Erdoğan tek adam rejiminin inşasına, 'ustalık' dediği 2011 seçimi sonrası dönemde başladı, 2013'te başarıyla gücünü test etti, tekleşmeyi hızlandırdı, yolsuzluk dosyalarını 2014'te sadece savuşturup yok etmedi, estirdiği rüzgârla yargıya daldı, hukuka meydan okuma denemesini de 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleriyle başarıyla halletti.
Ama Kürtler ile tam bir duvara çarptı, Suriye'de rayından çıktı. TBMM'ye 7 Haziran'da 80 HDP milletvekilinin girmesi ve Rojava konusu bir kâbus sentezine dönüşünce, çareyi ceberut devletin malum sima ve özneleriyle 'stratejik ortaklık' inşasında buldu.
Karşılıklı menfaatlerin yurttaş hakları ve demokrasi değil, eski devletin restorasyonu üzerinde buluştuğu bu Büyük Devletçi Mutabakat'ın ön görüşmesi, Saray'da Haziran 2015'teki Erdoğan-Baykal buluşmasıdır.
Ve gerisi, Türkiye'nin geriye kalan sağlı-sollu tüm uzlaşmaz çevrelerinin gözleri önünde ve zımni kabulü ile 1 Kasım 2015 seçimlerinden 15 Temmuz'a ve OHAL'e, ardından da 'muhalefetimsi'lerin gölge oyunuyla, 16 Nisan'a ve 24 Haziran'a kadar gelmiştir.
Bu eski devletin restorasyonudur. İngilizce’deki tabiriyle 'eski şarap yeni şişe' durumudur. Cumhur ve Millet ittifakları da bu uzunca süren BDM parametrelerinin çerçevesinde oluşturulmuş gibi görünüyor.
HDP dışında, tabanın talepleri ve varlığı üzerine kimlikleri ve programları olan partiler yoktur, hepsi birer liderle 'güdülen' partilerdir, BDM çerçevesinin dışına çıkmaları mümkün görünmemektedir.
Unutulmasın, çürümenin ve hukuksuzluğun baş mesulü olan AKP liderliğinin bir 'çıkış stratejisi' yoktur. İktidardan gitmeyecektir, bu kendi mantığı açısından mümkün değildir, sonuçları kestirilemez ve elbette ki hiç kimseye güvenilemez.
Beka ve konsolidasyon, bu açıdan, bir 'kader birliği' anlamındadır. Basit karşılığı, 'ya herru ya merru'dur. 'Devleti kaptık ve kimseye bırakmayacağız, devlet biziz ve biz kalacağız'dır.
Ülke huzuru adına hiç de hayırlı olmayacak bir sürecin ifadesidir.
Yorum Yap