- 18.05.2013 00:00
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ABD'de en üst düzey devlet protokolüyle karşılanıp ağırlanırken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kendisini ağırlayan AP Grubu başkanından yediği fırça aynı Türkiye'nin iki yüzünü mü gösteriyor? Ne yazık ki öyle, ama bu iki yüzün birbiriyle mütenasip olduğunu söylemek de o kadar mümkün değil. Normalde bugün ulaştığı liderlik performansıyla başbakanın partisine karşı ana muhalefet işini yürütenlerin de dışarıda hiç değilse yakın düzeyde bir ilgiyle karşılaşabiliyor olması gerekiyor.
CHP liderinin itibarını düşünmek, korumak, bunun gereğini yapmak tabii ki iktidar partisinin liderine düşmez. Bunu dert edecek olan ana muhalefet partisinin kendisidir. Başbakanın uluslar arası kulvarlarda hak ederek gördüğü ilgi ve teveccühe karşılık ana muhalefet partisinin gerçekten aynı kalitede alternatifler üretebilmesi gerekiyor. Teorik olarak bu bekleniyor en azından. Mukabil bir ilgi ve teveccüh görebilmesi ancak bu yolla mümkün olabilir herhalde. Yoksa başbakanın ulaştığı nüfuz alanından Kılıçdaroğlu için de bizzat ve münhasıran bir yer ayırması elbette gerekmiyor.
Doğrusu nasıl ülke içinde daha kaliteli bir iktidar için kaliteli, üretken, güçlü bir muhalefet gerekiyorsa uluslar arası alanda da Türkiye'ye bakanlar zaten çok başarılı buldukları iktidara muhalefet partilerinden de güçlü alternatifler görmeyi beklerler. Güçlü bir iktidar alternatifi görmeleri, emin olun Türkiye'nin itibarını daha da artırır. Ama makullükten hiçbir eser bulunmayan salt muhalefet olsun diye gerçekleri alenen çarpıtan bir muhalefet söylemi Türkiye'nin sınırlarının dışına çıktığı anda bütün trajikomikliğiyle sırıtmaya başlar. Bu haliyle Türkiye'nin ana muhalefeti herkesten önce aslında Türkiye'nin iktidar partisini utandırır.
Öncelikle söylemek gerekir ki, Türkiye'nin ana muhalefet partisi liderinin Avrupa'da karşılaştığı muamele, sevinilecek bir şey değil, niçin olursa olsun. Sonuçta azarlanan, ayar verilen, gerçeğe gözleri açılmaya çalışılan kişi bir Türkiye siyasetçisi, hem de ana muhalefet partisi lideri. Bir Türk siyasetçisinin yurt dışında siyasi muaşeret dersi almasını gerektirecek bir tutumun içine girmesi tabii ki çok daha acı.
Ana muhalefet partisi liderinin gerçeklik algısının veya muhalefet dilinin bu seviyelerde gezdiği bir Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan çapında bir liderin çıkması dışarıdan bakıldığında istisna veya tesadüf zannedilebilir. Bu durum dünyada Türkiye'nin genel geçer algısına Erdoğan'ın kattığı yüksek marka değerini bir hayli aşağılara çeker. Dünyaya son on yıldır Türkiye'nin Erdoğan sayesinde vermiş olduğu görüntü Türkiye siyasetçisinin de çok kaliteli, güvenilir, seviyeli ve başarılı olduğu yönündedir. Kılıçdaroğlu'nun aynı Erdoğan'ı Esad'la karşılaştıran ifadeleri bu görüntüye taban tabana ters. O yüzden Kılıçdaroğlu Erdoğan'ı batırayım derken o ifadeleriyle sadece kendisini batırmadı, Türkiye'nin siyasetçi imajını da batırdı. Belki sırf başbakana zarar olsun diye kendini feda etti.
Bir zamanlar ruh sağlığı ve sinir hastalıkları doktoru Mazhar Osman'a birilerinin 'deli' deyişine karşılık vermiş olduğu cevabı hatırlamanın yeridir: Hani cevap olarak 'sizin bana deli demeniz bir şey ifade etmez, ama ben size deli dersem, bu sizin kesin deli olduğunuzun bilimsel ifadesidir' demişti ya. Uyarlarsak, AP Sosyalist Grup Başkanı Hannes Swoboda'nın Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan'a yönelik sözleri karşısında verdiği tepki bir bakıma bunu söylemiş de oluyor: 'Erdoğan hakkında senin söylediğin sözlerin bir kıymeti yok, ama güvenilirliğini kanıtlamış Türkiye başbakanının senin hakkında söylediği şeyler daha önemli'.
CHP liderinin gerçeklik algısıyla ilgili bir problemi olduğu çok açık, umarız, Sosyalist Grubunda karşılaştıkları tutum onları gerçekliğe bir nebze uyandırıcı bir etki yapar. Ancak yine korkarız ki sorun sadece gerçeklik algısıyla ilgili değildir. Daha doğrusu gerçeği başka türlü algılamaya zorlayan bir duygusal tutum sözkonusudur. Muhalefet etmek ile düşmanlık etmeyi birbirine çok kolay karıştırmaya yol açan duygusal tutum.
CHP ve Kılıçdaroğlu muhalefet etmiyor, düşmanlık ediyor. Düşmanlık ettiği için bir fikir geliştirmiyor, ülkeyi bir bütün olarak tasavvur edemiyor ve ülkenin bütün insanlarına aynı anda işe yarayacak makul projeler ve söylemler üretmeye çalışmıyor. Bütün siyasal söylemleri ülkeyi bir idiğeriini yok etmeye ahd etmiş iki veya daha fazla kampa bölünmüş olarak varsayıyor. Bu bakış açısı, o yüzden demokrasi yolunda iktidarı makul bir yolla ele geçirecek bir stratejik vizyona dayanmıyor. Aksine sadece hasmane duygularını ifade etmeye odaklanıyor. Bunun iyi tarafı, bu haliyle hiçbir zaman iktidara gelme ihtimali olmuyor. Ama kötü tarafı ülke içinde hiç giderilemeyen bir husumeti beslemeye devam ediyor olması.
Dünya alemin katil bildiği, kendi halkına karşı çoluk çocuk demeden katliamlar yapmakta olan Esad'ı şimdiye kadar yaptıklarından dolayı bir kere bile kınamadı. Kendi halkından 51 insanın hunharca katledildiği ve Esad tarafından planlandığı anlaşılan terör saldırısı karşısında bile Esad'a yönelik bir kınama ve eleştiri sözü duymadık ama Başbakanı Esad'la aynı kefeye koyan hasmane ifadeler dinledik. Bu ifadeler, Esad'ın bütün cinayetlerini aklama çabasından başka bir anlama gelmiyor. Ülkenin başbakanı bütün dünyanın vicdanını ayağa kaldırmaya, akan kanı durdurmaya, insana yaraşır bir çaba için varını yoğunu ortaya koyuyor. Kendi ülkesinde ana muhalefet partisini, bırakalım başka mevzuları, insanlık ortak paydasına bile getiremiyor.
Faşizmin, soykırımın, caniliğin her türünün sergilendiği bir vahşete karşı insani bir tutum sergileyemeyen bir ana muhalefet karşısında Türkiye adına utanılmaz da ne yapılır?
Yorum Yap