- 18.04.2011 00:00
Balyoz, Ergenekon veya diğer darbe davalarını sulandırmak için sıklıkla başvurulan laubali bir savunma biçimi "zaten bu devirde artık darbe olamayacağı" nın söylenmesidir. Bunu söyleyenlerin gerçekten darbe olamayacağına ne kadar inandıkları ayrı bir mevzu, darbeyi ne kadar arzuladıkları ayrı bir mevzu, hatta darbe yapmayı bir türlü beceremeyen askerlere ne kadar kızıyor oldukları da ayrı bir mevzu. Bütün bu mevzuları en azından bu tür insanların laubali ağzından duyduğumuzda "bu devirde darbe olmayacağı gerçeği" ne hiç de güvenmemeyi anlatan bir tehdidin dilini hissedebiliyoruz.
CHP'nin aday listelerine Ergenekon davasından yargılanmakta olan üç ismi koyması, ardından bu listeye dördüncüyü de eklemesi, Türkiye'de darbeciliğin zannedildiğinden çok daha köklü desteklere sahip olduğunu gösterdi. Ahmet Altan'ın çok yerinde işaret ettiği gibi CHP, muhtemelen yolsuzluktan, cinayetten veya tecavüzden yargılanmakta olan birilerini listesine almamakta asla tereddüt bile etmezdi. Çünkü bu suçlarla yargılanmakta olan kişiler de tıpkı yargılaması devam etmekte olan "darbe sanıkları" gibi haklarındaki hüküm kesinleşinceye kadar "masum" sayılırlar ama muhtemelen bu tür suçlardan yargılananlara en ufak bir şans tanınmazdı. Onlar kendilerine isnat edilen suçlamayla yargılanmaya başladıkları andan itibaren kendileriyle aralarına bir mesafe konulmayı hak ediyorlardır.
İşin tuhaf tarafı tam da budur. Darbe suçu (yargılanmakta ise de) şerefli bir suç gibi görülüyor ve bu suçu işleyenler belli ki haklarındaki hüküm kesinleşse bile CHP'lilerin vicdanında bu suçun gerçek bir cezası olmayacak. CHP daha dava başladığı andan itibaren ne tür bir delil ortaya çıkarsa çıksın hiçbir şekilde bu darbe teşebbüsü ve entrika şebekesi ile arasına ihtiyaten bile olsa bir mesafe koymayı aklının ucundan geçirmiyor. Ortaya ister faili meçhuller çıksın ister Danıştay cinayetleri, ister cami bombalama ve kendi askerini kumpaslarla pusularla öldürme yönünde iddialar çıksın, ister Ümraniye'deki ister Poyrazköy'deki bombalar, ister Zirve ve Hrant Dink cinayetleriyle bağlantılar ortaya çıksın, CHP için bunların hepsi belli ki "şerefli suçlar" kapsamında. CHP hâlâ darbenin olabilecek en yüz kızartıcı, ahlâk dışı suç olduğunu mu kavrayamamış görünüyor. Halbuki darbe tecavüzden bile daha yüz kızartıcı bir cürümdür çünkü her darbe tecavüzü de bir şekilde mutlaka ihtiva ediyor.
Yaşadığımız 5 askeri darbenin her birini tek tek incelediğimizde hepsinin ortak paydası, içlerinde en yüz kızartıcı olanından en canisine kadar her türlü cürümün kompakt bir biçimde yer aldığı alabildiğine organize bir suç şebekesiyle kotarılmış olmasıdır. Hiçbir darbe, durduk yerde memlekette işlerin gerçekten kötüye gittiği, toplumun veya vatanın ciddi bir saldırıya maruz kaldığı ve sivil güçlerin bu saldırıları karşılamakta aciz kaldığı durumlarda askerin mecbur kalıp sahaya girmesiyle gerçekleşmiş değil.
Tabii ki hepsinin böyle iddiaları olmuştur ama bugün net bir biçimde biliyoruz ki, bütün darbelerin öncesinde bize bunu söyletmek için bizzat darbeyi yapanlar ortalığı karıştırmıştır. Bunun için insanlar katledilmiş, kardeşler birbirine düşman edilmiş, aynı silahla bir sağcı bir solcu vurulmuş, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, dindar-laik insanlar birbirine düşman edilip bir kaos ortamı yaratılmış bu kaos ortamından darbeciler kendilerine bir vazife ortamı üretmişler. Elli yıllık darbeler tarihimizin özü bundan ibarettir.
Hangi darbeyi ele alırsanız insanı insanlıktan utandıracak gözü dönmüş iktidar hırsını, sistematik hırsızlığı, caniliği, ihaneti, kalleşliği, gaddarlığı, işkenceyi, gaspı, tecavüzü görürsünüz. 27 Mayıs'ı da, 9-12 Mart'ı da, 12 Eylül'ü de 28 Şubat'ı da, başarılamayan bir darbe planı olarak Balyoz, Yakamoz, Ayışığı, Kafes, Eldiven planlarını da.
Balyoz iddianamesinin bence en güçlü delili 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a ve sonrasına kadar var olan darbe geleneğinin oluşturduğu militarist kültürdür. Bu militarist kültür bizim uzağımızda olmadı hiç. Her aşamasında hayatımızın tamamını hep etkilemeye çalıştı. Eğitime, kültüre, kılık-kıyafete, kimliğimize, geçmişimize, geleceğimize yaptığı müdahalelerle iliklerimize kadar yaşadık bunu. Bu sistematik müdahalelerin arka planında ne kadar çok cinayet, tecavüz, işkence, yolsuzluk ve hırsızlık olduğunu da bildik. Daha geriye gitmeyelim, 28 Şubat'ın nasıl bir banka soygunculuğuyla tamamlandığını, 2001 krizinde 40 milyar doların nasıl buharlaşıp uçtuğunu birlikte yaşadık. Bu darbe kültürünün hiçbir sorgu-suale tabi olmadığı 28 Şubat'tan aldığı cesaretle 2002'de zaten zirve noktasına çıkmış olduğunu bilmeyen, hissetmeyen ve yaşamayan yoktu.
Darbe ve Ergenekon'la arasına bir mesafe koyamayan, dahası darbe sanıklarını koruyup kollamayı kendine misyon edinen bir ana-muhalefet partisinin bulunduğu bir ülkede darbecilerin her zaman bu himayeden bir cesaret bulacakları kesin.
Darbeyi başaramayacak olmaları, ülkenin ve dünyanın gidişatının onlara başarı şansı vermeyecek olması onların buna teşebbüs etmeyeceği anlamına gelmiyor. Zaten kim demiş ki, darbeciler yaptıklarının evvelini ahirini her zaman çok iyi hesaplayan bir akla sahip diye? Suç akılla işlenmiyor ki, ihtiras, haset, öfke, nefret, şehvetle işlenir, çoğu kez en yüksek akıl bile bunların cürümünü toparlayamaz.
Yorum Yap