- 11.09.2018 00:00
İdlib’de aylardır başlaması beklenen askeri operasyonun uyarı atışları 4 Eylül’de geldi. Hmeimin askeri üssünden kalkan Rus savaş uçakları İdlib vilayetinin güney batısındaki Cisr el-Suğur’da ve civarında 20 hedefi vurdu. Ertesi gün Suriye ordusu da Hama’nın kuzey ve batısındaki başka hedefleri vurdu.
Türkiye tarafından eğitilen, donatılan ve ciddi destek verilen Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) da hedefler arasında yer aldığına dair doğrulanmamış haberler var. Operasyonun en büyük sürprizi de bu. Bunun kazara mı olduğu yoksa Türkiye’ye bir mesaj mı verildiği belirsiz.
Türkiye İdlib’de sivillerin silahlı muhaliflerden, radikallerin de daha az radikal olanlardan ayrıştırılmasına çalışıyordu. Rusya ise Türkiye’nin bunu daha hızlı yapmasını istiyordu.
Durumun karmaşıklığını göz önüne alırsak, Türkiye bu zorlu görevi mümkün olduğunca samimiyetle başarmaya çalıştı. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Pazartesi günü Suriye’nin isyancıların elindeki vilayeti İdlib’deki duruma sonsuza kadar göz yumulamayacağını ve Suriye hükümetinin bu vilayetteki teröristleri silip süpürmeye sonuna kadar hakkı olduğunu söylemesiyle Rusya bıkkınlığının işaretlerini verdi.
Lavrov bunu bu kadar açıklıkla söylediğine göre Rusya aynı kaygıları kapalı kapılar ardında daha ısrarlı şekilde dile getirmiş olsa gerek.
Hedef alınacak silahlı grupları belirleyecek ölçütler BM güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararında mevcuttur, bu karar da IŞİD ve el-Nusra gibi terörist örgütlerle birlikte “El Kaide ile ilişkili tüm bireyleri, grupları, girişimleri ve yapıları” kapsıyor. Kararda “Güvenlik Konseyi tarafından terörist olarak tanımlanmış bütün diğer örgütler” de meşru olarak yok edilecek hedefler arasında tanımlanıyor.
Bu ölçütler, çatışmasızlık bölgelerinin tespit edildiği Astana Anlaşmasında tekrar teyit edildi. Bu nedenle Türkiye’nin hem BM kararından kaynaklanan akdi bir sorumluluğu var, hem de Türkiye’nin çatışmasızlık bölgelerinin üç garantöründen biri olduğu Astana Anlaşmasından kaynaklanan daha özgün bir sorumluluğu var.
Suriye hükümetinin “meşru hedef” tanımı ise daha geniş ve devletle silahlı çatışmaya dâhil olmuş neredeyse tüm kişileri, fraksiyonları veya örgütleri kapsıyor. Türkiye açısından bağlayıcılığı olmayan bu geniş tanımı bir kenara bıraksak da, Ankara’nın bu görevi tamamlamak ve bir an önce bunu Astana platformuna sunmak için yeterli ölçütleri mevcut.
Rusya’nın askeri operasyonların zamanlamasını, Astana sürecinin üç garantör devleti arasında 7 Eylül’de Tahran’da toplanacak zirve ile çakışacak şekilde ayarladığı anlaşılıyor. Zirvedeki pazarlığı daha yüksekten başlatmak istiyor olmalı.
Suriye ordusunun açıklanan stratejisi bölgeyi tedricen temizlemek. Bu strateji değişmez ise kitlesel hareketler sınırlanabilir ve zamana yayılabilir, zira insanlar kendilerini ordunun tedrici ilerlemesinin yaratacağı yeni gerçekliğe uyarlayacaktır. Nitekim son saldırı bir paniğe yol açmadı ve Türkiye sınırına doğru belirgin bir hareketlenme olmadı.
Suriye kaybettiği toprakları geri almaya kararlı ve bu hedefe ulaşmak için elindeki tüm imkanları seferber edecek. Rusya ve İran muhtemelen Şam’a ellerinden gelen tüm desteği verecek, yine de Şam’ın İdlib’i geri almasına kesin gözüyle bakılamaz. Diğer önemli oyuncuların da kendi politikalarını bu paradigmalara göre yeniden belirlemesi gerekecek.
Koşullara bağlı olarak çok sayıda sivil Türkiye sınırına yönelebilir. Ankara’nın sınırın Türkiye ya da Suriye tarafında bu gerçeklikle baş etmesi gerekecek. Ve tüm bunlar Türkiye’nin iktisadi açıdan en kırılgan olduğu dönemle çakışıyor.
Ankara’nın İdlib’e dair ilan edilmiş politikası sivillerin yaşamlarının gözetilmesi ve Türkiye’ye yönelik kitlesel göçün önlenmesini içeriyor. Bu gerçekçi beklentilerle sınırlı kalması halinde karşılaşması muhtemel zorluklarla baş edebilir.
Tahran’da gerçekleşecek zirvede gündemin ana konusu İdlib sorunu olacak. Bölgenin teröristlerden arındırılması hususunda Rusya ile İran’ın pozisyonları birbirine Türkiye’nin pozisyonuna göre daha yakın. Dolayısıyla, bu iki ülke Türkiye’ye dönerek ondan işin tamamlanması için daha fazla şey yapmasını talep edebilirler.
Türkiye’nin kendisinin de bir ölçüde sorumluluğu olan İdlib’deki karmaşık durum karşısında idare-i maslahattan başka seçeneği yok.
Yorum Yap