- 12.12.2012 00:00
HEP'le başlayan BDP ile devam eden 'etnik milliyetçi siyasi hareket' sadece kadrolar ve siyaset tarzı değil, siyasi hedefler açısından da dönüşüm geçiriyor. HEP'in siyasetten bekledikleri ile BDP'nin bekledikleri arasında benzerlikler olduğu kadar büyük farklılıklar da var. Kürtlerin 'sorun'dan ve 'çözüm'den anladığı ile BDP'nin anladığı nasıl birbiriyle tam örtüşmüyorsa, aynı çizgi üzerindeki siyasi partiler de zaman içinde farklı çözüm projeleri veya perspektifleri ortaya koydular.
Bağımsız bir devlet idealiyle ortaya çıkan PKK hedef küçülterek Demokratik Özerklik noktasına kayarken; Kürtlerin bireysel haklarından bahsederek ortaya çıkan siyasi hareket, hedef büyüterek özerk siyasi projeler savunmaya başladı.
Hüseyin Yayman'ın Stratejik Düşünce Enstitüsü'nde yayınlanan makalesinde HEP serüveni çok güzel anlatılır. Halkın Emek Partisi (HEP) ile ilişkili milletvekilleri 1991 seçimlerine SHP çatısı altında girmişler ve yaşanan yemin krizinin ardından partide kalabilmek için Erdal İnönü'ye 'Acil Talepler' diye bir dizi şart öne sürmüşlerdi. Yani bugünkü gibi 'şantaj'cı bir yaklaşımla 'ya yaparsınız, ya gideriz' demişlerdi. Ancak yine bugünkü gibi şantajları boş çıkmış ve bir süre daha partide kalmışlardı.
O gün HEP'lilerin sıraladığı konular içinde bugün hayata geçmiş olan bir çok husus vardı. "Radyo ve TV'de Kürt diliyle yayın hakkının sağlanması; Kürt sorununun özgürce tartışılabileceği demokratik bir ortamın sağlanması; Olağanüstü Hal uygulamasının bütün kurumlarıyla birlikte kaldırılması; Kontrgerilla örgütünün açığa çıkarılması ve dağıtılması; Terör mağdurlarına tazminat ödenmesi gibi bugün geçerliliğini yitirmiş konuların yanında bugün hala tartışılan "Ana dilde eğitim, af, seçim kanunun değişmesi, geçici köy koruculuğunun kaldırılması" gibi hususlar da sıralanıyordu.
Geçen hafta Brüksel'de yapılan Kürt Konferansı'nda BDP ve PKK uzantısı yapılar otonom-özerk yapı tesis edilmesi, PKK silahlı unsurlarının güvenlik birimi olarak sisteme entegre edilmesi gibi daha farklı bir çözüm anlayışı ortaya koydular.
Eskiden Kürtlerin hak ve özgürlük maddeleri ön sıralardayken yeni dönemde Öcalan'ın durumu, cezaevindeki KCK'lıların durumu, Kandil'deki PKK'lıların durumu gibi hususlar ana gündem maddesi yapılıyor. Yani artık örgütün aktörleri, yapısal gelişimi, ideolojik hedefleri daha belirleyici…
Yeni anayasa nasıl bireysel hakları garanti altına alacak bir ara formül, daha ilerisi için geçici bir 'aşama' olarak görülüyor ve neticede PKK'nın tahakkümünde bir siyasi iktidar alanı öngörülüyorsa; Türkiye içinde özerk bölge tasavvuru da, dört parçalı Kürt konfederal yapısı için bir ara aşama olarak düşünülüyor.
Ali Bayramoğlu'nun dün vurguladığı gibi, bu hareketin ana politikası, Kürtlerin kendi kendilerini yönetecekleri bir yapı kurmak…
PKK'nın örgütsel hedefleriyle BDP'nin siyasi projelerinin birebir örtüşür hale gelmesi, demokrasi içinde gerçekleşmesi mümkün olmayan hedefleri öne çıkarıyor. Bunu bilen BDP ise terör örgütüyle arasına mesafe koymak ve silahın bırakılmasını savunmak yerine örgütün varlığına daha fazla ihtiyaç duyuyor.
Hükümetin 'demokratik çözüm'den anladığı ile BDP'nin silahlı mücadelenin gölgesinde dayattığı arasındaki makas kapanamayacak kadar açılıyor. Demokratik siyaset marifetiyle ulaşılamayacak hedeflerin İmralı diyaloğuyla gerçekleşebileceğini sananlar ise yanılırlar. Çünkü AK Parti iktidarı çözüm için her türlü riski alır ve cesur adımlarla reformlara devam eder ancak Türkiye toplumunun kabul etmeyeceği hiçbir projeye 'evet' demez. Halka rağmen hiçbir iktidarın da, devletin de böyle bir yaklaşım içine girmesi mümkün değildir. Diğer bir açıdan ise PKK kaynaklı BDP ütopyasının bir çözüm değil ciddi bir sorun olacağı da ayrı bir konudur.
Yorum Yap