- 15.04.2019 00:00
Türkiye nüfusunun ‘genç ve dinamik’ olduğunu söyleyerek söze başlamak moda haline gelmiştir. Demografik süreçlerin mahiyetini kavramadan, bu tür ‘boş laflar’ söylemenin bir manası olmadığı gibi esas meseleyi yani kalkınmayı anlamaya katkısının olması da mümkün değildir.
Yeterince üzerinde durulmasa da Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri nüfus artış hızının hızla düşmesidir; bunun ne demek olduğunu anlamak için doğurganlık oranının düşmesinin yanında yaşlılık oranının artmasının hangi sorunların habercisi olduğuna bakmak gerekir. Oysa daha 1970’lerde, ilkokullardan başlayarak her seviyedeki eğitim kurumunda ‘nüfus artışının zararlarından’ bahsedip bunu önlemek için neler yapılması konuşulurdu, dahası nüfus artışını önleme anlayışının topluma benimsetilmesi için her türlü imkânın seferber edilmesi gerektiği söylenirdi. Nüfus planlaması, aile planlaması örgütleri Batı’dan aldıkları muhtelif desteklerle de nüfus artışını önleyici çalışmalar yapmaktaydılar.
BEKA
Bu yanlışı sürdürenlere karşı çıkan doğruları savunan rahmetli hocamız Prof. Sebahattin Zaimoğlu beyin yazdıkları ilk akla gelenlerdir fakat o zamanlar devlet de bu yanlışın içindedir. Esas itibarıyla yanlışın merkezinde devlet vardır. Devlet Planlama Teşkilatı da bu meselenin sorumluları arasındadır.
Nüfus artmasının durdurulması gerektiğini savunanlar, Türkiye’nin 21. yüzyılın ortalarına gelmeden yüz milyonu aşacağını, bunun da ekonomik olarak beslenme, barınma, işsizlik ve yoksulluk gibi problemlere yol açacağını, ‘azgelişmiş bir ülke’ olan Türkiye’nin bunların altından kalkmasının mümkün olmayacağını iddia etmekteydiler. Onlara göre, nüfus artışı kalkınmanın önündeki en büyük engeldi!
Kalkınma meselesinin bu kadar yanlış bir noktadan bakılarak ele alınmasının bilim dışı kör bir inanç olduğunu teorik olarak ortaya koymak, birçok kimse için bir şey ifade etmeyebilir; fakat ne vakit ki Çin, Hindistan gibi ülkeler, üstelik bir milyarı aşan nüfuslarıyla kalkınma efsanesi yaratınca, bu iddialarında bulunanların söylediklerinden hiç olmazsa kuşku duymuş olmaları beklenmez mi? Japonların başarısı görmezden gelinip bir tarafa konulsa da, daha sonra Uzakdoğu ülkelerinin, Çin’in, Hindistan’ın yüksek nüfuslarına rağmen başardıklarını uzun yıllar Türkiye neden başaramamıştır acaba?
GELECEK
Meseleye yanlış yerden başlayınca, doğruya ulaşmak kolay değildir. ‘Nüfus artışını durduralım ki fert başına düşen milli gelir artsın’ gibi özetlenecek kara mizah türü yaklaşım Malthus’tan bunca yıl sonra bile, ki ona ona haksızlık etmeyelim onun söylediği sanayi öncesi çağın verilerine dayalıdır, hâlâ savunuluyorsa bu nasıl bir iktisadi akıldır! İktisatçı Gregory Clark ‘Yoksulluğa Veda adlı kitabında insanlığın Malthus Kapanı’nı aştığını birçok yönüyle ortaya koymuştur; artık teknolojinin değişim hızının ve etkinliğinin toprağa dahi ihtiyaç duymadan besin maddelerinin birçoğunu üretebileceği bir zamandan geçiyoruz, geleceğin toplumlarını, küresel ölçekte ‘nüfusa’ ve ‘teknolojiye sahip olanların’ yöneteceği bir çağ beklemektedir. Nüfus konusu bir beka meselesidir.
Yorum Yap