- 4.09.2013 00:00
Kürt meselesinin şiddet sarmalına girmesi, meydana getirdiği insani ve sosyal tahribatın haricinde, üç siyasi sonuca yol açıyordu: İlki, siyasetin genel olarak vesayet altında tutulmasına neden olmasıydı. Silahı elinde bulunduran ve birbirleriyle çatışan TSK ve PKK , bedelin kendileri tarafından ödendiği düşüncesiyle, siyasetin sınırlarını belirliyorlardı. Silahın sağladığı iktidarı koruma ve genişletme arzusu, sivil ve siyasi alanın denetim dışında tutulmasını gerektiriyordu. Silahlı güçler, sivillerin kendilerinin bilgileri ve inisiyatifi dışında bir tavır geliştirmesine müsaade etmiyor, böylesi bir girişimin olması halinde ise bunu sert bir şekilde cezalandırıyordu. Tek ana belirleyici gücün silah olmasıyla siyasi hareket alanı daralıyordu.
İkincisi, şiddet, bu dar alandaki siyaseti de milliyetçiliğe kilitliyordu. Türkiye ’deki siyasi partilerin hemen tamamında –şu veya bu oranda- milliyetçiliğin etkili olduğu bir ortamda, şiddetin sebebiyet verdiği ölümler, hamaseti yükseltiyor, milliyetçiliği parlatıyordu. Her parti milliyetçi sloganlara abanıyor, hak ve özgürlük vurgusunu aşağıya çekerken, askeri ve güvenlikçi talepleri daha gür bir sesle dile getiriyordu. Bu da demokrasinin gelişmesini güçleştiren ve geciktiren bir etki yapıyordu.
Üçüncüsü, şiddetin varlığı, Kürtlerin anaların ak sütü gibi helal taleplerinin kriminalize edilmesinin gerekçesi olarak kullanılıyordu. Devlet bir taraftan şiddeti işaret ederek talepleri marjinal ve kabul edilemez kılmaya çalışırken, diğer taraftan da şiddet eylemlerini özgürlük kısıtlamalarına bir dayanak haline getiriyordu.
‘Süreç çöküyor’
Çözüm süreci bu sorun alanlarında önemli değişimler yarattı. Türkiye siyaseti üzerinden askeri vesayetin gölgesi – tamamen kalkmış olmasa da- silikleşti. PKK’nin Kürt siyaseti üzerindeki vesayeti devam ediyor ama sivil-siyasal alan giderek genişleyip çeşitleniyor. Sekiz aydır ölümlerin durmuş olması, hamaseti kıymetten düşürüyor ve toplum barış sürecini sahipleniyor. Kürtler taleplerini daha yoğun bir şekilde dile getiriyorlar.
Tabii her şey iyi gitmiyor. Tarafların birbirlerine güven duymamaları ve şiddet diline meyyal olmaları, bazen sürecin ruhuna ters açıklamaların yapılmasına neden oluyor. Süreçten rahatsızlık duyanlar, böyle bir fırsat ele geçtiğinde bunu mümkün mertebe büyütüp sürecin tökezlemesine malzeme yapmaya çalışıyorlar. Mesela Cemil Bayık “Süreç çöküntüye gidiyor” derken adeta bazılarının duygularına tercüman oluyor. Her iki tarafta da var olan ve uzun zamandır bu tür sözlerin hasretini çekenler -sevinçlerini gizleme kaygısı duymadan- bir kandırmacadan ibaret saydıkları sürecin -nihayet- sonuna gelindiği ilan ediyorlar.
Şiddetin tekrar devreye girmesi bazılarını heyecanlandırıyor. Kimileri PKK’yi lanetliyor, kimileri AKP ’yi. Kimileri PKK’ye gaz veriyor, kimileri de AKP’ye... Süreç çökse, kına yakmaya hazır çok kişi var ortalıkta. Ama gelinen nokta, onların umutlarının gerçekleşmesine mani olacak gibi.
Tehlike değil fırsat
Zira siyasetin Kürt meselesinin ana güzergâhına dönüştüğü kanaatindeyim. Öcalan bunu 21 Mart’ta hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde deklere etti. PKK de kendisini bu yeni duruma uyarlamaya çalışıyor. PKK’nin bundan böyle devleti sürece uygun hareket etmeye zorlamak için şiddete başvurmak yerine, siyasi imkânları çok daha yoğun kullanacağını söylemek mümkün. Bu bağlamda mücadelenin iki yöne kanalize olacağı öngörülüyor: Uluslararası arenada meşru bir aktör olmak isteyen PKK’nin bir taraftan başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada diplomasi faaliyetlerini çoğaltması, diğer taraftan ise hak taleplerini sivillerin katılımıyla düzenlenecek geniş çaplı eylemlerle gündeme taşıması bekleniyor. (Taraf, 25.08.2013)
Dolayısıyla önümüzdeki dönemde muhtemelen PKK ve BDP kaynaklı sivil itaatsizlik eylemleri artacak. Bundan rahatsızlık duyanlar var. Kimileri bunu “büyük bir tehlike” olarak lanse ediyor, kimileri PKK’yi sürekli tansiyonu yükseltmekle suçluyor. Hatta kimileri de bunu bir “iç savaş hazırlığı” olarak yorumluyor. Aksi kanıdayım, bence PKK’nin sivil itaatsizliğe yönelmesi hem Kürt siyaseti hem de Türkiye demokrasisi için önemli bir fırsat olabilir.
Sivil itaatsizlik düşüncesi, Kürt siyasetinin gerek toplumsal tabanını genişletmesi ve gerek uluslararası düzeyde söz sahibi meşru bir politik aktöre dönüşmesi için bir kapı aralayabilir. Türkiye demokrasisi açısından ise, sivil itaatsizlik başlıca iki noktada önem taşır: Birincisi, sivil itaatsizliğin amacı, meşru talepler karşısında devletin pozisyon almasını sağlamasıdır. Anadilde eğitim, seçim barajı, vb. meşru taleplerle barışçıl eylem yapanlara “terörist” yaftası yapıştırılamaz. İktidar bu talepleri ya karşılar, ya görmezden gelir ve soğumaya bırakır ya da reddeder. Taleplerin karşılanması, siyaseten mesafe alındığını gösterir ve hem talep sahiplerine hem de talebi karşılayanlara güçlü bir zemin sağlar. Taleplerin reddi ise, talebi reddedenleri küçültürken, talepte bulunanlara siyaseten güç katar.
İkincisi, sivil itaatsizlik silahla tüm bağların kopmasını sağlayabilir. Siyasete konu olan her talebin siyasi mekânlarda dile getirilmesi ve buna dair eylemlerin gerçekleştirilir olması silaha başvurmayı anlamsız kılar. Sivil itaatsizlik kendisine başvuranların davranışını da şekillendirir. Çünkü kamu vicdanına yönelik bir çağrıyı içerdiği için bu tür eylemleri yapanlar çifte standart kullanamazlar. Misal öldürmeye veya işkenceye karşı çıkılıyorsa eğer buna kategorik olarak karşı çıkılır, taraf gözetilmez. Sivil itaatsizlik eylemcisi, söz konusu fiillerin kimler tarafından yapıldığına veya bu fiillerin mağdurlarının kimler olduğuna bakmaksızın bunun karşısında durur. Aksi takdirde kitleyi inandırması ve ikna etmesi mümkün olmaz.
Kürt siyasetinin önündeki temel bir görev var: İktidarı, Kürtlerin haklarını tanımak ve reform yapmak zorunda bırakacak bir siyaseti üretmek. Öyle bir politik duruş sergilenmelidir ki, Kürtlerin hak ve özgürlüklerini yok saymak, ertelemek ve engellemek imkân dışı olsun. Kürt siyasetinin şiddetten mutlak manada arındırılmış sivil itaatsizlik eylemleriyle kamusal alana hakim olması durumunda, bu gerçekleşebilir. Dünyanın meşru gördüğü sivil itaatsizlik eylemleri karşısında, devletin mevcut pozisyonunu sürdürebilmesi mümkün olmaktan çıkar.
Radikal 2
Yorum Yap