- 31.12.2011 00:00
Kürtlerin ayrılık isteyip istemediği sorusu artık abes. Çünkü Türkler çoktan kendilerini ayırmış bile. Bu devlet Kürtlerin de devleti midir, hükümet Kürtlerin de hükümeti midir, basın Kürt-Türk herkesin birlikte yaşadığı bir ülkenin basını mıdır?
Uludere Ortasu Köyü’ndeki katliam elbette “33 kurşun” vakasının güncellenmesidir. 1934’te Kürt köylüleri sıraya konup kurşuna diziliyordu, 2011’de insansız hava araçlarının bilmemnelerin katkısıyla havadan bombalanıyor. Sadece sayı tam tutturulamamış, 35 olmuş (ben yazıyı yazarken bu kadardı, siz okurken daha da artmış olabilir). Ben 66 ya da 99 beklerdim. Türkiye’nin 70-80 senelik gelişmesini gösterir, dinine düşkün bir iktidara daha çok yakışırdı. Bombardıman uçaklarının bulunduğu yükseklikten bakılınca, o yanyana dizilmiş cesetler tesbih taneleri gibi görünüyordur muhtemelen.
Türkiye’nin Türklerinin bir türlü anlamadığı büyük hakikat şu: Devletin Kürtlere reva gördüğü her türlü zulüm karşısında sustukları, en ufak bir duygudaşlık göstermedikleri, hattâ mağdur insanların acılarını yeni yeni aşağılama, dışlama vesileleri haline getirdikleri için Kürtler manen koptular. Türk toplumunun büyük çoğunluğu, aslında katılmadığı bir savaşın tarafı haline geldi. Mazlumun karşısında zalimin destekçisi oldu.
Uludere katliamının duyulduğu gece internette Türk gazetelerine göz atan her insan şu izlenime kapılır: Orada gencecik insanlar bombalarla paramparça edilmiş, basbayağı bir toplu katliam var, ama kimse üzülmüyor, kimse sorumluluk duymuyor, hep olduğu gibi bahanelerle, yalanlarla herkes kıvırtmaya çalışıyor, Kürtlerin ölüleri kimsenin umurunda değil. Böyle bir umursamazlık sahiden “lanet olsun hepinize” dedirtir.
Avrupa Birliği nezdinde Türkiye’nin temsilcisi olma gibi bir paye verilmiş Egemen Bağış, “Bu olay kaçak sigara olayını masaya yatırmak için fırsat” demiş. Televizyonda. Haydi bakalım, Ortasu köylülerinden birinin gözüyle izleyin bunu. Vizyonlu Dışişleri Bakanımız, Genelkurmay’ın “gerekli açıklamayı” yaptığını söylemiş. “İcap edilirse” başka açıklama da yapılırmış. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, “kaçakçıysalar da böyle öldürülmeleri doğru değil” ambalajına sarıp, katledilen köylülerin sigara kaçakçısı olduğunu ikide bir hatırlattığı açıklamasında, “eğer bir hata varsa, kusur varsa” gereğinin yapılacağını söylemiş. Yani hata olmayabilir bu katliam. “Burada bir kasıt sözkonusu değil”miş Çelik’e göre, “bunu 33 kurşuna benzetenler çok art niyetli ve ideolojik olarak bakıyor”muş. Kürt köylülerini katletmede hükümetle elele vereceğini zaten bildiğimiz sözde muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı, Çelik’in açıklaması için “sayılmaz” dedi, Genelkurmay’ınkinin de kendilerini ilgilendirmediğini, “hükümetten açıklama” beklediğini söyledi. Tek derdi, “sorumluluk iktidarın” meselesiydi. CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’ın soğukkanlılığıysa, sadece Ortasu köylülerinin değil insan olan herkesin kanını donduracak cinstendi: “Resmî açıklamanın detaylarını bilmiyorum, ancak tabiî ki sivillerin böyle bir terörle mücadele ortamında zarar görmesi son derece rahatsız edici.”
Türk siyasetçilerinin katliama ilişkin tavırlarından süzebildiğimiz tek üzüntü ifadesi, “E, çok üzücü tabiî...” diye özetlenebilecek, riyakârca bir laf kırıntısıydı.
Sabah gazetesi, katledilen köylülerden “kaçakçılık yapan şahıslar” diye bahsediyordu. Geceyarısını çoktan geçmiştik ki, Habertürk ve Yeni Şafak, hâlâ, “F-16’lar PKK’lı diye köylüleri mi vurdu” diye soruyordu. Zaman, biraz daha merhametsizdi ve Genelkurmay açıklaması haberinin yanına “F-16’lar kaçakçıları mı vurdu” sorusunu iliştirmişti. Hepsi esas olarak hükümetin açıklamasını öne çıkarmaya çabalıyordu. “Ölenlerin arasında gazi çocuğu da var”, en sevdikleri ayrıntıydı. BDP’lilerin, başkalarının dediklerini büyüten, ortada çok vahim bir durum olduğunu en azından belli eden, sadece Radikal’di. Gazi çocuğuna bir de korucuyu ekleyerek de olsa hiç değilse sürmanşetten “AK Parti ölenlerin sivil olduğunu kabul etti” haberi veren Milliyet de belki az buçuk sorumluluk göstermiş sayılabilirdi, ama o da “BDP’liler Taksim’i savaş alanına çevirdi”, “İsyan edin demektir bu” (Sırrı Süreyya Önder) ve “Demirtaş’tan tehlikeli çağrı” ile teraziyi yine öbür tarafa eğmişti.
Türk basınının katliamı işleyiş tarzından süzebildiğimiz herhangi bir üzüntü ifadesi de yoktu.
Türk siyasetçileri ve basınının, 35 Kürt köylüsünün bombalanarak katledilişi karşısında aldığı tavrı şöyle özetleyebiliriz: Aman “terörle mücadeleye zarar gelmesin”.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, millî eğitimi, siyasetçileri ve basını tarafından yetiştirilmiş bir genç de aynı sırada, ağlaşarak cesetlerini toplamaya çabalayan köylülerin videosunun bulunduğu Facebook sayfasına, adını açıkça belirterek, yanına da “Ayyıldız Dadaşlar” ibaresini ekleyerek, “Böyle tek tek gebereceksiniz” mesajı atıyordu.
Beş dakikacık, kendini Ortasu köylülerinden biri yerine koyarak o insanların neler hissettiğini anlamaya çalışmak bu kadar zor mudur? 1990’ların korkunç zulüm ve vahşet ortamında suskun kalarak, vazgeçtim, susarak bile olsa en azından kendilerine yapılanlara üzüldüğünü Kürtlere göstererek çok şeyi değiştirebilecek ama bunu ısrarla esirgemiş olan bir toplumun ağzı laf yapan, etki ve yetki sahibi bireyleri bu kadar vicdansız, oportünist ve kıvırtmacıysa o toplumun kendisi için iyi bir gelecek beklemeye hakkı var mıdır? Asgarî bir insanlık icabından bunca insanı inatla ve kararlılıkla uzak tutan şey nedir?
Bu yazıyı belge olsun diye yazıyorum. Bu kafada gidersek ne olacağı belli. Günü gelince lâzım olur. Yoksa, artık herhangi birimizin yazıp çizeceği herhangi bir satırın bu mevzuda minicik bir taşı yerinden oynatamayacağını bilmiyor değilim.
Yeni yıla giriyoruz. Bu katliamı planlayan, yapan, onaylayan, savunan, mazur göstermeye çalışan herkesin göreceği son yeni yıl olur inşallah.
Yorum Yap