- 5.02.2015 00:00
Fransız yargıç Sainati’nin deyişiyle, devleti yönetenler, toplumda tehlike oluşturan insanların bulunduğu, çeşitlilik ve zenginlik oluşturan farklı kesimlerin topluma zarar verecek niyette ve güçte oldukları korkusunu topluma mesaj olarak verdiğinde rejim iç çatışmaların ve faşizmin kıyısında demektir.
Dönemin başbakanı Erdoğan,12 Eylül 2010 Anayasa referandumundan sonra demokratikleşme yolunu alabildiğine açabilecekken, aksine kadir-i mutlak bir güç gibi davranmaya, toplumsal hayata yön vermeye, iradesini sorgulatmamaya, kararlarının tartışılmasından hoşlanmamaya başladı.
Gezi olayları sırasında meydanlarda yaptığı konuşmalarda, gerçek olan ve olmayan Türkiye ayrımı yaptı, semtleri ayrıştırdı, bayrağı sembol olarak fetişleştirdi, milli iradeyi kendi oy tabanı üzerinden kutsallaştırdı, barış sürecini kendi başkanlık ihtirası üzerinden araçsallaştırdı.
17 Aralık ve 25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları sonucu yapılan operasyonlar dört bakanın hükümetten ayrılması sonucunu doğururken, Başbakan’ın oğluna yönelik 25 Aralık operasyonu teşebbüs hâlinde kaldı ve mahkeme kararları uygulanmadı. Mahkeme kararının uygulanmaması Anayasa’nın ihlaliydi ve yargı kullandığı erki kaybetmiş oldu. 17 Aralık- 25 Aralık süreçlerinden sonra Erdoğan, kullandığı dil ile kendisine oy verenler dışında neredeyse toplumda herkesi “öteki” ilan etti. Görünürde var olan yargı tamamen güvenilirliğini yitirdi. Gücün iradesi hukuk olmaya başladı.
Cumhurbaşkanı seçildikten sonra iktidarın sorumluluğuna giren konularda bir başbakan gibi öncelik alarak hükümeti ve kurumları açmazlara düşürecek açıklamalarda bulundu. Böylece anayasal tarafsızlık ve sorumsuzluk ilkesini çiğnedi. Muhalefeti bir parti iktidarının başıymış gibi açıktan eleştirip, çatışmacı bir ortam yarattı. Anayasa’da yer alan milletin birliğini temsil etme, düzen ve uyumu sağlama görevlerini yerine getirmediği gibi aksine davrandı ve Anayasa’yı ihlal etti.
Mitingler düzenleyerek AKP’ye başkanlık sistemi üzerinden oy istedi, propaganda yaptı. HDP’nin barajı aşmaması için faaliyette bulunarak, yine Anayasa’nın tarafsızlık ilkesini ihlal etti. Koalisyon çalışmalarını araçsallaştırdığı Davutoğlu üzerinden manipüle etti. HDP’ye kızarak barış masasını devirdi. Savaşı başlattı. Siyasi ihtiraslarına ve korkularına yenilip, devleti hukuktan soyutlayarak kaba, çıplak bir güç hâline getirdi.
Rize’de yaptığı konuşmada Anayasa’yı ihlal suçunu (TCK 309/1- Anayasal düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs) işlediğini ikrar etti. Anayasa’yı ihlal ederek fiilî durum yaratmak demokrasi ve hukuk güvenliği açısından tehlike oluşturduğundan, bu sonucun yaratacağı zarara meydan vermemek için teşebbüs hâlinde dahi cezalandırılan bu fiili, Erdoğan teşebbüs aşamasından tamamlanmış suç hâline getirdi.
Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’yı ihlal ederek fiilî durum yarattığı yerde kendisi dâhil kimsenin can, mal ve hukuk güvenliği olamaz. Hukukun dışına çıkarak fiilî durum yaratmanın anlamı ülkeyi çıplak şiddet kullanarak zorbalıkla yöneteceğim demektir. Nitekim Koza İpek Holding şirketlerine, aynı zamanda gruba bağlı medya kuruluşlarına hukuksuz şiddet uygulaması bunu gösteriyor. Erdoğan hukuksuz uygulamaları kabineyi ve bakanları atlayarak kendisine bağlı polis, asker ve MİT ile doğrudan bağlantı kurarak yapıyor. Başbakan ve Bakanlar Kurulu adeta bir hayalet.
Demokrasi ve hukuk temelinde saf tutmanın zamanı. Erdoğan’ın şiddeti halk tarafından hukuk ve seçim yoluyla durdurulmalı. Bu, olumsuzlukları görüp sesini duyuramayanlar adına bir Kassandra çağrısı.
umitkardas@gmail.com
www.umitkardas.com
twitter.com/umit_kardas
Yorum Yap