Sivil toplum ve kamusal müzakere

  • 1.02.2015 00:00

  “Özgürlüğe mahkûm olan insan bütün evrenin yükünü omuzlarında taşır, o evrenden ve kendinden sorumludur.” Jean-Paul Sartre

Locke, ne olduğu belirgin olmayan, tek tek bireysel iradelerin toplamı olarak karşımıza gelmesi de mümkün bulunmayan genel irade kavramına atıf yapmaz. Onun için önemli olan iktidarın keyfî davranışlarını frenleyecek sivil toplum düzeninin kurulmasıdır. Bu düşünceyi Habermas geliştirir. Ona göre sivil toplumun kurumsal çekirdeğini, kiliselerden, kültür deneklerinden, üniversitelerden bağımsız medyaya, tartışma kulüpleri, yurttaş forum ve inisiyatiflerinden meslek birliklerine, siyasi partilerden, sendikalara ve alternatif kurumlara kadar uzanan devlet- ekonomi dışı gönüllü birliktelikler oluşturur.

Bu birliktelikler toplumun tümü açısından önem taşıyan konuları keşfeden, değerleri yorumlayan, sorunların çözümüne katkılar getiren “kamusal müzakere” yürütürler ve böylece “kamusal söylem” şekillenir. Bu şekilde sivil toplumun damarlarından geçerek billurlaşan kamusal söylemler iktidarı etkileyen “iletişimsel bir iktidar” üretirler. Bu etki “meşruiyet sağlama” veya “meşruiyetten yoksun bırakma” ile kendini gösterir.

Zordan, baskıdan ve müdahaleden arınmış “siyasal kamusal müzakere” süreci kurumsal güvencelerini “hukuk devleti”nde bulur. Hukuk devleti, iktidarın sadece işlem ve eylemleri yönünden yargı denetimine tabi tutulması değil, bunun ötesinde bütün devlet faaliyetlerinin kamuoyu aracılığıyla “meşrulaştırılmış normlar”a dayandırılmasıdır. Meşru hukuk devleti, tarafsızlaştırılmış ve zordan arındırılmış, kamusal alanın ihtiyaçlarına tabi kılınmış devlettir.

Yetkiye uygunluk ve hukuksal biçimsellik hukuk devletinin ölçütleridir. Rasyonel idare ve bağımsız ve tarafsız yargı örgütlenme ve kamusal müzakere açısından ön-şart niteliğinde. Yasalar ise ilke olarak istisna ve imtiyaz tanıyamaz. Anayasalar, siyasal kamusal müzakerenin zor, baskı ve müdahaleden arındırmışlığını temel hak ve özgürlükler biçiminde formüle ederler. Siyasal kamusal müzakerenin serbestliğini garantileyen bu temel hakların başında medya özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, dilekçe hakkı, haber alma hakkı ve devlet faaliyetlerinin şeffaf, kamuya açık ve denetlenebilir olması ilkesi gelmekte.

Peki, Batı’da 19. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ortalarına kadar geçen zamanda gerçekleşen bu süreç bizim ülkemizde neden hâlâ yaşanamıyor ve biz hâlâ neden despotik ve otoriter süreçlere savruluyoruz?

Türkiye’de 18. yüzyılın sonundan başlayarak devam eden süreçte Devletin Weberyen anlamda modern bir devlete dönüştürülmesi çabası yaşandı. Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de modern devlet bir bürokratik aygıt olarak transfer edildi. Batı’nın siyasal teknolojisi aktarılırken doğal olarak bu teknolojinin tarihsel- kültürel- toplumsal geçmişini aktarma imkânı bulunmamaktaydı. Bir tespite göre bu durumda bürokratik aygıt kendisini sınırlayacak, gemleyecek, dengeleyecek devlet-dışı oluşumlardan azade kaldığından otoriter rejimlere eğilim gösterdi.

Diğer bir tespite göre Tanzimat’tan bu yana devlet anayasal bir karakter kazanmasına rağmen hukuk devletine dönüşemedi. Çünkü devleti buna dönüştürecek burjuva siyasal kamusu gelişmemişti. Osmanlı Gayrimüslim burjuvazisi Batı’da olduğu gibi bir iç politik mücadeleyle diğer sınıf ve katmanları yanına çekerek devlet üzerinde denetim kuramadı, güçsüzlüğü nedeniyle iç strateji yerine, dıştan destek almayı yeğlemek durumunda kaldı. Nitekim Cumhuriyet döneminde yetişen Müslüman- Türk burjuvazi de baş edemediği siyasal iktidarı Fuat Paşa’nın “yandan kuvvet” teorisine uygun olarak dış destekle frenlemeye çalıştı. Batı’da olduğu gibi siyasal toplumsal müzakere işletilip kamusal söylemler oluşturulamadığı takdirde iktidarları frenleme, dengeleme ve otoriterliğe eğilimi önlemeye imkânı bulunmamakta.

AKP iktidar olduğunda arkasında dayandığı Müslüman bir Anadolu sermayesi ve entelektüel birikim vardı. Ancak iktidarın meşruiyetini dayandıracağı ve dengelenebileceği bir kamusal müzakere alanı yoktu. Bu nedenle AKP iktidar süresinin uzamasının getirdiği yıpranma ve kirlenmeyle birlikte otoriterliğe kaydı ve entelektüel desteğini de kaybetti.

umitkardas@gmail.com

www.umitkardas.com

twitter.com/umit_kardas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Şakir Saat
    Şakir Saat
    4.06.2013 08:30

    Benzer şekilde düşünüyorum. İttihatcı darbeci statükocu gelenek,derin devlet taksim olaylarını kullanarak AKP ile hesaplaşma peşinde ve tekrar geriye dönmeyi deniyor. AKP ise eski yapılarla sınırlı bir hesaplaşmaya girdi ve yeni bir statüko oluşturma peşinde.Bunu da salt parlamento çoğunluğunu abartarak yapmağa çalışıyor. Demokrasinin sadece çoğunluğa dayalı bir rejim olmadığını gözardı ediyor.Çoğunluğun iradesinin yanında azınlığın varlığı hak ve özgürlüklerini yaşaması,kendini yaşam içinde ifade etmesi olduğunu sözde kabul edip pratikde gözardı ediyor. Çözüm AKP kitlesinin içindeki değişimci yenilenmeci kesimlerinin bunu dahada farketmesi öne alması ve Türkeyenin değişimci yenilikci demokrat kesimlerinin iki ana yaklaşımın dışında varlıklarını düşüncelerini ve tavırlarını koyabilmeleridir. Taksim eylemini başlatan duyarlı sorumlu insanlarda ortak yaşama sorumluluklarınada bir an önce dönmelidirler. Çözümü şiddetin dışında aramağa devam etmeliyiz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums