- 29.07.2014 00:00
Zenginlik, para ve şöhreti hedefleyen hırslar bir zehir gibi insanın ruhuna yayılır ve ruh yitirilir.İncil şöyle der: “Şayet bir insan tüm dünyayı elde eder ve ruhunu kaybederse bunun kârı ne olacaktır.”
Dönüşüm kişiliği geliştirmek midir yoksa ondan kurtulmak mıdır? Çıplak mısın yani kendin misin? Üstümüzde taşıdıklarımız toplumun bize dayattıklarıdır. Toplum ve düzen yalanı hakikat olarak sunar. Ve biz o toplumsal düzenbazlıkla işbirliği yaparız. Bize verilen tüm kimlikleri, tüm düşünceleri kendimizin zannederiz. Oysa bu psikolojik bir dayatma ve istismardır. Böyle bir sömürü düzeninde kimsenin kendisi olmasına izin verilmez. İnsanlara kendileri olarak saygı duymayıp, bazı şeyleri dayattıktan sonra var kabul ediyorsak, o zaman biz kendi hükümranlığımıza ve dayatmalarımıza saygı duyuyoruz demektir. İnsanların doğallığına, duygularına, gerçek acılarına, gerçek sevinçlerine, gerçek gözyaşlarına saygı duymuyoruz, sadece sahteliğe, yalana ve güce saygı duyuyoruz demektir.
Biyolojik bir bilgisayar olan beynimizde, doğduğumuzda zihin boştur ve onun içine bilgi konulmasına gerek vardır. Bu nedenle ilk üç-dört yaşımızı hatırlayamayız. Her toplum kendi koşullanmasına göre bir zihin yaratır, bu nedenle zihin ideolojidir ve dünyada çok sayıda zihniyet vardır. Toplum kendi zihniyeti, ideolojisi ve eğitimiyle çocuğun boş zihnini doldurmaya başlar. Aslında doldurulan ve sürekli konuşan zihin insana ait değildir. Ancak insan bir yanılsama içinde zihnin kendisine ait olduğunu sanır ve bir robot gibi topluma göre davranarak onu izler ve kendi istediği gibi davranıyormuş yanılgısına kapılır. Bu düzenin kurnazlığıdır.
Zihin tesadüfî olarak içine doğduğumuz toplumun yerleştirdiği bir programdır ve insana ait değildir. Aile, okul, din, kurumlar zihnimizi şekillendirir. İnsan ödünç alınmış bir hayatı yaşar gibi farkına varmadan bu zihnin yönlendirmesiyle hareket eder. Böyle bir dünyada ise şiddet, savaş, kitlesel öldürmeler, açlık, sefalet ve mutsuzluk var. Çünkü hiç kimse kendisini, doğallığını, kendi hakikatini yaşayamıyor, sadece zihnine boca edilmiş emirlere uyuyor. Oysa insanın yegâne öğretmeni kendi kalbi ve sezgisidir. Kendin olmak dünyadaki en büyük zenginliktir ve hayatı anlamlı ve önemli kılabilecek tek şeydir.
Zihnin egemenliği ve tasallutundan kurtularak önce varlığımızı anlamlandırmamız lazım. Yani Tanrının ve evrenin bir parçası olduğumuzu bilmek ve içimizdeki karanlığa ve kör noktalara ışık tutmak. Daha sonra kalbimiz aracılığıyla sevgiyi, saadeti, duyguları, coşkuyu, müziği, dansı paylaşmak. Mantık olan zihin ise iş hayatında, teknoloji kullanımında, alışverişte işe yarayabilir. Ancak varlığımızın efendisi ve yüreğimizin kilidi olduğunda ruhumuz ölür. Evet zihin bize iş, para ve ekmek verebilir. Ama zihinde sevgi, şefkat, coşku, neşe, gülümseme ve kahkaha yoktur. Zihin insanı hayatta tutar ama yaşamak bundan başka bir şeydir. Hayatın sevmeye, şarkı söylemeye, neşelenmeye, dans etmeye, kahkaha atmaya ihtiyacı vardır. Kahkahasız bir hayat kuru, tatsız ve insansız bir hayattır. Doğada gülen tek varlık insandır. Hayvanlar, bitkiler gülüp, kahkaha atamaz. Kuşkusuz ciddi politikacılar, akademisyenler, din adamları da gülemez. Gülemeyen insanların ruhları hastalanır.
Varlığımızın ve kalbimizin karşısında hırs ne anlam ifade eder. Her türlü hırsın ortak noktası iktidar hırsıdır. Toplumsal zihniyet kodlarımız, kurumsal değerlerimiz ve eğitim sistemimiz insana en büyük acıyı veren bu hastalıkla sakat. Aslında varlığımızın anlamını keşfettiğimizde ve kalbimizle bağ kurabildiğimizde para, iktidar, şöhret olma hırsları, kıskançlıklar ve kıyaslamalar kaybolacaktır. Lao Tzu’nun sözü önemli. “Ağaçlara bak, nehirlere bak, yıldızlara bak ve eylemsiz eylemin ne olduğunu anlayacaksın.” Onların duruşlarında ve akışlarında zorlayıcı bir irade yok. Başaramama ya da yerimden olurum korkusu yok.
Egomuzu ve hırslarımızı alt edebilirsek geride saf hâlimiz ve masumiyetimiz kalır.
Tatil dönüşü görüşmek umuduyla iyi bayramlar diliyorum. Sevgiyle, iyilikle, müzikle, dansla ve gülümsemeyle kalın.
www.umitkardas.com
Yorum Yap