Okuldan kışlaya, kışladan sokağa ideolojik eğitim

  • 17.03.2014 00:00

 Türkiye son günlerde paralel yapının da kışkırtmasıyla zor günler yaşıyor. İki vahim ölüm vakası yaşandı. Ölen çocuğun biri nasıl olduysa Alevi olarak etiketlendi. Ve bazı çevreler bu ölümü fırsata çevirerek ideolojik bir bağnazlık örneği sergilediler. Mezarına misketler konularak uğurlanan Berkin’in ölümünün hemen ardından Gezi’den kalma sokak görüntülerini tekrar yaşadık. Diğer taraftan farklı görüşe ait olanlar yine bu ölümler üzerinden birbirlerine olan kin ve nefretlerini açık ettiler. Benim ölüm, seninkinden daha iyidir denilebilecek karşılaştırmalar yapıldı vs. Gezi’den bu yana yaşadıklarımızın elbette siyasi ve sosyolojik birtakım izahatları var. Bunun yanı sıra yaşanılan hadiselerde kendi gibi olmayanı yok sayan, tehdit ve tehlike olarak gören kendi varlığını, ideolojisini yegâne gerçek olarak takdim eden kökleri yıllar öncesine uzanan sık dokulu bir ideolojinin ve bu ideolojiyle donatılmış eğitim düzeneğinin de etkisi bulunmaktadır. Eğitimin içimize attığı tek yönlü ve önyargılı düşünce yapısından kendimizi arındırmadığımız sürece de bu türden vahim hadiselerle karşılaşma ihtimalimiz hep var olacaktır.

İdeolojik eğitim merhametsiz yapar;

İdeolojik bir çerçevede tanzim edilen resmi eğitimin bireyin içsel dünyasını tahrip ettiğini biliyoruz. Bu aynı zamanda insanın kendini bilme, insanlığını gerçekleştirme kanallarını da tıkar. Devletler hiç hakları olmadığı halde bireyi belirli bir kalıba sokmaya çalıştılar. Ve zihinleri tasnif etmeye kalktılar. Eğitimi de bu doğrultuda kurguladılar. Oysa belirli bir kalıba sokmaya çalışan klasik eğitim anlayışı insanları karmaşık ve merhametsiz yapıyor. Bu da farklı inançlara, mezheplere, ırklara, dillere ve düşüncelere karşı merhametsiz insanların yetişmesine imkân tanıyor. Gezi kalkışmasından bu yana yaşadıklarımıza biraz da bu çerçeveden bakmakta yarar vardır. Bazı kesimlerce hükümetin sürekli Gezi’den ders alması gerektiği vurgulanıyor. Hükümetin Gezi’den alması gereken bir ders varsa o da; sokağa dökülen gençlerin nasıl o galiz küfürleri savurduğu, terbiye sınırlarını aşan bir tavır sergiledikleri ve saygısızca sağa sola saldırdıkları üzerine olmalıdır. Aldıkları eğitimin ve aile terbiyesinin bu gençlerin kendilerine olan saygılarını bile yitirmelerinde ne kadar etkileri olup olmadığı yönünde olmalıdır.

J. Krishnamurti devletlerin eğitim kanalıyla bireylere milliyetçilik aşıladığını bunun da tüm savaşların ve çatışmaların nedeni olduğunu ifade eder. “Ebeveynler çocuklarını seviyorlarsa katı milliyetçi tekçi bir ideolojinin esiri olmazlar.. Çünkü bu savaşı getirir ve savaş oğullarını öldürür ya da sakat bırakır” der. Oysa çocuklarda sınıf bilinci yoktur. Onlar için okul bahçesinde oyun arkadaşlarının bir Kürt, Alevi, Roman, Ermeni olmasının önemi yoktur. Bunu okulda ya da evde öğreniyorlar. Bu bakımdan bizler kendi korkularımız, hazlarımız ve önyargılarımız üzerinden çocuklarımıza bir yaşam anlayışı dayatmamalıyız.

Militarist öğretmenler;

Eğitim, korku, nefret ve tek bir anlayışı nesilden nesile aktarma işlevinden kurtarılmalıdır.. Gelişen nefretlerin ve düşmanlıkların kökeninde birazda CHP zihniyetinin kurguladığı ve 19.yüzyıl paradigmasıyla oluşturulan eğitim sisteminin farklılıklara kapalı olması yatmaktadır. Militarizm bilindiği gibi sivil alanı daraltan, ötekileştirici, askerliğe ve orduya dair tüm değerleri kutsayan bir ideolojidir. Ve bu ideoloji yıllardır ders kitapları vasıtasıyla öğretmenler tarafından öğrencilere aktarılmaktadır. Militarizmi içselleştiren öğretmenlerin bu aktarım işinde önemli roller üstlendiği de bir gerçektir. Gezi kalkışmasında öğrencilerini eyleme teşvik eden ve bizzat eylemlerde bulunan öğretmenleri dikkate aldığımızda meselenin ne kadar vahim olduğunu görüyoruz.  Küçük yaşlardan itibaren eğitim kurumlarında aldıkları ideolojik eğitimle toplumun öteki kesimlerin düşman olduğu evhamını bilinçlerine yerleştiren bireyler, ileriki yaşlarında içlerinden atamadıkları bu korku ve endişe haliyle toplumsal meselelere olan tavırlarını ne yazık ki medeni bir biçimde ortaya koyamamaktadırlar. Bu bakımdan bu süreç bize eğitim sistemini gözden geçirmemize de vesile olmalıdır.

Kaldırılan Milli Güvenlik dersinde geçen bir konuda şöyle bir ifade vardı. “Dış güçler ile onların ülkemizdeki işbirlikçilerinin toplumumuzda yaratmak istedikleri kargaşa ortamına karşı bilinçli (gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olmamak) olmak.”  Bu korku, cumhuriyet tarihi boyunca işlenmiştir. İşe önce farklılıklara karşı geliştirilen önyargılarla başlanmış ve dış tehditler bahsiyle mesele hep “Türkiye Türklerindir” anlayışına getirilmiştir. Hitabede bu tür ifadeleri sıklıkla görüyoruz. Örneğin “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” denilir. Diğer taraftan “Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler” gibi ifadeler serbest seçimlerin yapıldığı ve halkın oylarıyla iktidar ettiği günümüz Türkiye’sinde ne tür sonuçlara evirilebileceği düşündürücüdür. Bu bakımdan bu tür üsten kumanda edilen ve belirli bir anlayışı tek gerçek ve meşru anlayışmış gibi dayatan ideolojik eğitimin artık ciddi manada masaya yatırılması gerekmektedir.

Sorunumuz insanı tanımama sorunu;

Türkiye’de insanın derinliğine inmeden, duygularını, inançlarını, değerini ve kutsanmışlığını takdir etmeden temel sorunlarımızın çözülemeyeceğine inanıyorum. Bir bakıma sorun; dil, ırk, mezhep, inanç sorunu değildir asıl sorun insanı tanımamaktır. İnsanı ve değerlerini görmezden gelmektir. Bu bakımdan yasaları evvela insanı ve değerlerini esas alan bir anlayışla yeniden revize etmemiz gerekmektedir. Eğitimin insanı özgürleştirici bir süreç olması gerektiği üzerinden reformlar yapılmalıdır. İnsanlığı, ahlakı, erdemi önceleyen bunun yanında teknoloji üreten, sanat, kültür ve edebiyatla uğraşan bilinçli, kaliteli nesiller yetiştirmek istiyorsak eğer İbn-i Rüşd’ün de ifade ettiği gibi eğitim hür düşünceyi ve serbest iradeyi öne çekmelidir. Ancak bunun tek tip dayatılan bir eğitim anlayışı ve modeliyle gerçekleştirilmesi bir hayli zor. Bu bakımdan eğitim öncelikle bir ideoloji olarak başlı başına masaya yatırılması gereken bir meseledir.

Hem MEB’e hem de ailelere sorumluluk düşüyor;

 Artık otoriter eğilimli, tahammülsüz, gergin ve saldırgan bir gençlik yerine farklılıklara saygı temelinde özgür bireyler yetiştirmek için mevcut eğitim politikalarının mutlaka gözden geçirilmesi bir zorunluluk olmuştur. Okullar tek bir ideolojinin hükümranlığından ve militarist birtakım yasa, yönetmelik ve uygulamalardan ayıklanmalıdır. İnsanın kendisini kendinden öğrendiği, kalıcı, derinlikli bilgilerin verilerek “bilge insanlar” yetiştirmek yönünde bir eğitim reformun aciliyeti söz konusudur.  Eğitim, bireyin kendi gibi olmayan diğer farklı insanlarla kurduğu dostane ilişkilerinin hem yolunu açmalı hem de şefkatin, vicdanın, ahlakın, erdemin, özgürlüğün kısacası duygu zenginliğin bir vesilesi olmalıdır. Bu anlamda seçimlerden sonra MEB’e büyük sorumluluklar düşmektedir. Sadece MEB’e değil bu tür toplumsal kırılma süreçlerinde ailelere de büyük sorumluluklar düşmelidir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums