- 2.01.2014 00:00
1988’li yıllarda Muğla İHL’nin yatılı bölümünde okuyan bir öğrenciyim. Ortaokul 8.sınıftayız. Başarılı bir dönem geçiriyorum. Ders notlarım fena değil. Okumaya erken yaşlarda başladığım için iyi kompozisyonlar yazıyor ve bazı öğretmenlerin bilhassa edebiyat öğretmenimin dikkatini çekiyordum. Yazdığım bazı kompozisyonlar ilde derece yapıyordu. Bir öğretmenimin teşvikiyle o dönem Muğla’nın yerel gazetelerinden biri olan Hamle Gazetesi’nde yazılar yazmaya başladım. Ne var ki bu yazarlık dönemim uzun sürmedi Muğla gibi bir yerde boyumu aşan şeyler yazmaya başlayınca yazı hayatıma son verildi. Daha ortaokul yıllarımda Kemalizmin neme nem bir şey olduğunu idrak etmiş olacağım ki derslerde bazı Kemalist öğretmenleri “gıcık” etmek için ne gerekiyorsa yapıyordum. Buna biraz da ergenlik dönemin getirdiği asabilik eklenince özellikle sosyal bilgiler öğretmenine yapmadığımı bırakmıyordum. Resmi törenlerde tam bir imalat hatası gibi davranıyordum. Özellikle 10 Kasım anma günlerinde biraz hüzünlü gördüğüm ve tüm kalbiyle bizi Atatürk’ü anlatmaya başlayan sosyal bilgiler öğretmenine sanki limon dişlemiş bir yüz ifadesiyle ne kadar mutlu ve huzurlu olduğumu söylerdim. Bu aykırılığım ve derslerde gösterdiğim performans özellikle bir öğretmenimin takibine alınmış olmalı ki benimle birlikte başarılı 2-3 öğrenciye yakın alaka göstermeye başladı. Adı Abdülkadir olan bu hocamız standartların dışında tam benlik bir öğretmendi. Abdülkadir hoca; Taare Zameen Par (Her Çocuk Özeldir) filminde başrol oynayan Aamir Khan’ın Ram Shankar Nikumbh rolündeki sıra dışı öğretmen gibiydi.
Hiç duymadığımız müthiş fıkralar anlatarak derslerde olağanüstü bir performans sergiliyordu. Cuma günleri merkez camisinde verdiği vaazlar müthiş ilgi görüyor ve insanlar sırf onu dinlemek için camiye erkenden geliyorlardı Vaazları da sıra dışıydı çünkü ilgili konuyu Cem Yılmaz gibi komik hale getirerek anlatıyor bir yerinde ise ağlamaya başlıyor ve asıl vermek istediği mesajı tam da bu noktada veriyordu. Kadir hoca bizi evine götürmeye başlamıştı. Kendi yaptığı yemekleri yine kendisi servis ederdi. Yatılı yurtta her gün kapuska yemeği yemekten bunalan bizler için bu sofralar tam anlamıyla şehzade sofrası gibiydi. Bir o kadar da bir hocanın öğrencilerine çektiği ziyafetten hayranlığımızı gizleyemezdik. Zamanla bu gidip gelmeler sıklaşınca ufaktan dersler almaya başladık. Bediüzzaman’ın eserlerini okumaya başlamıştık..İlk elime aldığım Sözler ve Lemalar adlı kitaplar başkası anlatınca muazzam ancak kendimiz okumaya çalıştığımızda ise bir hayli sıkıcı gelirdi. Bir ara Kadir hoca bize Fethullah Gülen’in öğrencisi olduğunu ifade etti ve bizim ekibi Muğla ilinin abisi olduğunu öğrendiğim bir kişinin evine götürdü. Bir süre o eve gidip gelmeye başladık. O dönem neredeyse tüm kitapları okudum. Sıra Fethullah Gülen’le tanışmaya gelmişti. Fethullah hoca o dönem İzmir’de vaazlar veriyordu. Bir grup öğrenci, ayarlanan bir servisle İzmir’e gittik. Camiye ilk girdiğimde Fethullah Gülen tam karşımdaydı. Hiç unutmuyorum iki eliyle gömleğini yırtarak “şurada, burada malım mülküm olduğunu yazıyorlar hepsi yalan, bu fakirin canından başka hiçbir şeyi yok” mealinden ağlayarak vaaz veriyordu. Ortam bana göre değildi çünkü ağlamalardan inlemelerden bağrışmalardan hiçbir şey anlayamıyordum sadece insanı psikolojik olarak etkileyen bir ortam vardı.
O yıl böyle geçti. Kitap okumaları, vaaz dinletileri, limonlu çaylar, maklubeler, tatlılar vs. Dönem sonu Kadir hoca Jawa Ceylan motoruyla çıkageldi. İki arkadaştık. Atlayın motora Milas’a evinize gidiyoruz dedi. Köye geldiğimizde evde babam, annem ve rahmetli ninem bizi bekliyordu. Kadir hoca önce bizden ve geleceğimizden bahsederek söze başladı. Kuşkusuz fakir bir aile için çocuğunun iyi bir meslek sahibi olması mühimdir. Bu yüzden hocayı can kulağıyla dinliyorlardı. Ne var ki bu heyecan, Kadir hocanın “bundan sonra Ufuk adında bir oğlunuz yok, Ufuk’u götürüyorum ve onu unutun” demesine kadar sürdü. Annem bunu asla kabul edemeyeceğini söylediyse de bir şekilde ikna edildi.
Aydın’da bir dershanedeyiz. O yıl polis koleji sınavları için sıkı bir eğitime alındığımızı hatırlıyorum. Çok sıkı kuralları vardı yurdun. En sevdiğim şeyler yasaktı. Sadece dersler ve idmanlar… Benim gibi birisi için bu fazlaydı. Tam bir hafta dayanabildim ve yurt müdürüne artık yapamayacağımı buradan gitmek istediğimi söyledim. Yanımda bir de bana suç ortaklığı yapan bir arkadaşım vardı. Müdür bizi ikna etmek için her yolu denedi; ileride mühim vazifelere geleceksiniz gitmeyin türünden ne varsa söylediğini hatırlıyorum. Ama tabiatım gereği bu tür ortamlardan rahatsız olduğum için kendime laf dinletemedim ve bir gün sonra arkadaşımla yurttan kaçtım. O arkadaşım pişman olacak ki sonradan tekrar cemaate girdi ve bugün abi mertebesine ulaştı. Ben ise şükrediyorum. Belki de o sınavları kazanan biri olarak bugün gizli belge, bilgi, kaset vs peşinde koşturan bir yapının unsuru olacaktım. Küçük yaşlardan itibaren özgür olmanın ve bağımsız hareket etmenin faydasını çok gördüm. Herkese tavsiye ederim.
Yorum Yap