- 25.11.2013 00:00
28 Kasım 1925’te yürürlüğe giren “Şapka Giyme Kanunu” iki cümlelik bir “ferman”dır. Birinci cümlede; kamu, yerel, hatta özelde çalışan bütün memurlara “Türk milletinin giyinmiş olduğu şapka”yı giymeleri emredilir. İkinci cümlede: “Türkiye halkının da genel olarak başına giydiği şapka”dır denip “buna aykırı bir alışkanlığın” sürdürülmesi yasaklanır.
Memur Türk milletinin giydiği şapkayı giyecek, halk da (zaten!) giydiği şapkaya aykırı bir şey giymeyecektir! Yani kanun biraz karışık. Ama uygulama bu kadar karışık olmayacaktır. Hemen bir hafta sonra yurt çapında “yıldırım hızı”yla harekete geçen “İstiklal Mahkemesi” milletin şapkasını halkın başına oturtur. “Mahkeme” başkanı ve iki üyenin adı Ali’dir ve üçünün de yargıyla, hukukla bir ilişkisi yoktur, ama otuzdan çok idam cezasında imzaları vardır! Yani bir tür “Üç Ali’ler engizisyonu”.
O ZAMAN ÖYLEYDİ!
Mazlumun acısıyla sınırlı yüzleşme biraz eksik kalıyor. Zalim ve zulmüne alkış tutanlar o sıralar ne âlemlerdedir acaba? Bu bilinmezse, “o zamanın şartlarında...” girişiyle kurulan “bilimsel” yanıtlar korkarım sürer gider. Oysa böyle bir “bilimsellik” her türlü özgürlüğün çiğnenmesine ve “ahlaksızlığın özgürleşmesi”ne kapı aralıyor. Buyurun o günlerin şartlarını “şapkaperver”Cumhuriyet gazetelerinden günü gününe okuyalım:
Başlık: “Evvelki Gün Trabzon’a Ulaşan İstiklal Mahkemesi Dün Sabah Erzurum’a Gitmiştir.” Haber: “İstiklal Mahkemesi heyeti Yaka vapuru ile (...) Trabzon’a ulaşmıştır. Heyet sahilin bir saat kadar açıklarında vali, Halk Fırkası, belediye, Türk Ocağı, Muallimler Birliği, İdman Gücü reisleriyle (...) birçok itibarlı kişi tarafından motorlarla karşılanmıştır... Mahkeme reisi Ali Bey resmi selamlamada bulunan asker, polis ve jandarma bölüklerinin subaylarının ellerini sıkmıştır. Halkın kalbinden gelen olağanüstü gösteriyi şapkalarıyla selamlayarak otomobillerle doğruca belediyeye, sonra da Cumhuriyet Halk Fırkası’na gidilmiş(tir)... Heyet Kaktaş Oteli’nde misafir olup belediye tarafından şerefine bir öğle ziyafeti çekilecektir...” (6 Aralık)
Başlık: “Polis Müdüriyeti Evvelki Gece Ve Dün Bazı Devrim Karşıtlarını Tutuklamıştır.” Altındaki bir İstanbul haberi: “(...) Bazı gericilerin şehrimizin özellikle Fatih semtinde mahalle kahvelerinde ve kamuya açık yerlerde hükümetin yayınladığı mecburi şapka inkılabı kanunu aleyhine bir takım sözler söyleyerek halkın düşüncesini bulandırdığı polis müdüriyetince haber alınmış ve derhal (...)” (8 Aralık)
Başlık başlık üstüne: “İstiklal Mahkemesi Rize’deki Gericilerin Yargılamalarını Hızla Sonuçlandırmıştır” ve “İstiklal Mahkemesi Yıldırım Hızıyla Koşuyor” (15 Aralık) ve Giresun’da “düğün”e yetişiyor: “Halk Hakimler Heyeti’ni saatlerce alkışlamıştır, heyet evvelki akşam belediye tarafından verilen elli kişilik bir ziyafete katılmıştır.” (17 Aralık)
URFA’YA PAŞA GELDİ
“Müjde”li bir başlık: “Mahkeme Heyeti İstanbul’da Dört Gün Kalacak” (20 Aralık), ertesinde “Üç Ali’lerin yıldırım ordusu” İstanbul kapılarına dayanır. (21 Aralık)
“(...) Ankara İstiklal Mahkemesi saygın heyeti dün saat birde Karadeniz vapuruyla Giresun’dan şehrimize ulaşmış ve sıcak bir törenle karşılanmıştır. Vali Süleyman Sami, Halk Fırkası katibi umumiyesi Sukuti, İstanbul müftüsü Refik İsmail, polis müdürü Ekrem, Seyrisefain müdürü umumiyesi Sadullah, operatör Emin beyler mahkeme heyetini Kavak’ta karşılamışlardır.” (22 Aralık)
Bir “operatör” bir de Cumhuriyet gazetesi muhabiri var gemide! Operatörün işi ne anlamadım, ama muhabir “o günün şartları”na uygun döşeniyor:
“Büyük ve kutsal devrimimize karşı köpek küstahlığını gösteren kuş beyinli gericileri yıldırım hızıyla yakalayarak millet namına cezalandıran İstiklal Mahkemesi’nin adil hakimlerini getiren Karadeniz vapuru tam saat on buçukta Kavak önünde demirlemiştir (...)” Vatandaşa “köpek”, idam memuruna “hâkim” diyen gazeteciye dikkat!
“(...) Mavnacıların motorları vapurun etrafını sarmıştı. Beşiktaş önünde limanda bulunan vapurların selam düdükleri, sahilde toplanan halkın alkışları işitilmeye başlamıştı. Dolmabahçe önünde demirli bulunan İsveç gemisi ‘Karadeniz’ vapurunu görünce kurusıkı top atmak suretiyle vapuru selamlamış ve bundan sonra da şirket ve seyrüsefain vapurlarının selam düdükleri arasında tam saat bire çeyrek kala ‘Karadeniz’ rıhtıma yanaşmıştır. Hanların apartmanların üzerine çıkan halk, rıhtımda İstiklal Mahkemesi’ne intizar eden kesif bir müstakbelin topluluk vapurun merdiveni rıhtıma uzanınca orayı şiddetli alkış tufanlarına boğmuşlardır.” (22 Aralık)
“Beni as, onu da as, herkesi as” diye tezahürat yapacak kadar “idamperver” bir milletmişiz, ne coşkularla karşılar, ne çılgınca alkışlar, ne ziyafetler çekermişiz “idam memurları”na!. Demek ki “o zamanın şartlarında öyle gerekiyormuş!”
23 Aralık’ta valilikte çalışan “heyet” işini bitirince önce Halk Fırkası’na ve sonra Tokatlıyan Oteli’ne gider. Haberin sonunda “(...) Emir Latif, Feriye Camii imamı hafız Emir, İskilipli Atıf, Emir Rıza”nın polis müdürlüğünde oldukları bildirilirken yanlarında şu iki isim de geçer: “Matbaacı Bedros, kitapçıMehran ve (...)” ve bir kısa bilgiyle biter haber: “İstiklal Mahkemesi heyetini şehrimize getiren Karadeniz vapuruyla ikisi Ermeni ve üçü Müslüman olmak üzere şehrimize altı mevkuf daha getirilmiştir (...)”
“Şapka”dan hep tavşan çıkmaz ya, o günün şartlarında “mürteci Ermeni” bile çıkar!
ulusoytalat@yahoo.com
Yorum Yap