Düşmanlık tesisi

  • 26.11.2018 00:00

 18.Asır’da şekillenen ve 19.Asır’da pekişen Birleşik Krallığın dünya hegemonyası ile II.Genel Savaş sonrası şekillenen ABD hegemonyası arasındaki farkların dikkât çekici olduğunu düşünüyorum. Bu, bir manâda “sömürgecilik” ile “emperyalizm” farkına da işâret ediyor.

Sömürgeciliğin nüfuz geliştirirken kullandığı kültürel strateji ve taktikler, “medeniyet” ve “medeniyet öncesi” ayırımına dayanıyordu. Oryantalistik çalışmalarda da esas olan buydu. Proje çok yalındı: Medeniyet; ki bu elbette Batı Medeniyeti’ydi, medenî olmayan coğrafyaların “ıslahı” için ihraç edilmeliydi.

Aslında amaçlanan sömürge ilişkilerinin devâm ettirilmesini sağlayamaya mâtuf bir dizi zihnî ve kurumsal yapının aktarımından ibâretti. Sömürge halkları, yeni entelijensiyalar mârifetiyle modernleşmenin ev ödevleriyle donatıldı. Bu aynı zamanda, sömürgelerin ileride, târihin belli bir momentinde formel düzeylerde bağımsızlık kazanma ihtimâline karşı, bahsi geçen yapılar aracılığı ile yeniden bağımlılı hâle getirilmesini hedefliyordu.

Sömürgeci kültür stratejilerinde Batı dışı kültür havzalarını aşağılamanın her çeşidini bulmak mümkündür. Bu, çok açık olabileceği gibi, övgü üzerinden de olabiliyordu. Yâni, “sizin ne kadar ilkel bir kültürünüz var” demekle, “sizin kültürünüz ne kadar üstün bir kültür” demek arasında ilkesel olarak bir fark olduğunu düşünmüyorum. Aradaki fark sâdece kabalık ve incelik farkıdır. Her iki durumda da hükmü veren, kıymetlendiren “üstün” bir otorite olarak “Batı” oluyordu. Ama burada ilginç olan husus, “aşağılamanın” olmasına karşı bir “düşmanlaştırmanın” olmamasıdır.

Post-kolonyal dünyâda, ulusal kurtuluş hareketleri bir açmazla karşılaştılar. Bir taraftan bağımsızlık süreçleri, diğer taraftan yeni bağımlılık ilişkileri atbaşı devâm etti. Tam bağımsızlık bir rüyâ hâline geldi. Elde edilmiş “bağımsızlıkların” kalkınma ve gelişme idealleriyle çelişkisinden doğan bir durumdu bu.

Bu açmazı karşılamak adına başlıca üç modelin doğmuş olduğunu düşünüyorum. Bunlardan ilki önderliğini Mustafa Kemâl Atatürk’ün yaptığı ve “Batı’ya rağmen Batılılaşmak” tarzında ifâde edilen modeldi. Bu bir bakıma “düşmanının, kültürü ile kültürlenerek; yâni onların tekmil silâhlarıyla silâhlanıp” mücâdele etmeyi imâ ediyordu. Çetin bir diyalektikle, Batılı olarak Batı’nın hakkından gelmek iddiasıydı bu. Kemalist modeli İran ve biraz da Afganistan denedi. Başaramadılar. Hâsılı, bu model büyük ölçüde Türkiye ile sınırlı kaldı.

İkinci model ise daha yaygın bir karşılık buldu. Bu model, organik ve tedafüî yerli kültür tanımlarından hareketle kitle mobilizasyonuna dayalı bir kalkınmayı gâye edinmişti. Çeşitli Müslüman coğrafyalarda bu yol denendi. Nasırizmin bu modelin en olgun örüntüsü olduğunu söyleyebiliriz. Partitokratk bir çürüme ve iflâsla neticelendi.

Üçüncü model ise Mahatma Gandhi’nin teklifiydi. Bu model, diğer iki model ile taban tabana zıttı. Gandhi, Hint ulusunun zihniyetini Batı’ya tamâmen kapatmayı, geleneksel yaşayışın ihyâsını öngörüyordu. Büyük bir iddia idi. Gandhi’nin şahsî karizmasıyla sınırlı kaldı. Bir cinâyete kurban gittikten sonra, en yakın arkadaşlarından birisi olan Nehru tarafından rafa kaldırıldı ve Hindistan yukarıda bahsedilen ikinci yola dâhil oldu.

II.Genel Savaş’tan sonra kurulan ABD hegemonyasının bu süreçlerle alâkası olmadı. Bir defâ sömürgeci bir terübeye sâhip değildi. Yerini aldığı Birleşik Krallığın sömürgelerinin tasfiye edişini destekledi. (Wilson prensiplerinin Birleşik Krallığın zayıflatılmasını hedefleyen bir girişim olduğu kanâtindeyim). Çok kültürlü ABD kültür savaşlarını yadırgıyordu. Avrupâî bir ayırım olan “medenî” ile “gayrı medenî” farkına bir manâ veremedi.. NATO’ya Müslüman Türkiye’nin alınması ve CENTO tecrübesi , ABD’nin kültürel farklılıkları ne kadar dışarıda tuttuğunu gösteriyor. Kültür savaşlarını rafa kaldırdı ve bunun yerine “ideolojik” savaşları başlattı.

ABD, bilindiği gibi hedefine komünizmi ve SSCB’yi koydu. Kültür savaşları savaşları hazırlayıcı etkide bulunur elbette. Ama geçiş ; yâni bir kültür savaşını bir çırpıda açık savaşa tahvil etmek o kadar da kolay değildir. Bunun aksine, ideolojik savaş, açık savaşa en yakın olunan durumdur. ABD’nin hegemonik düzeninde bu esastır. Yedekte dâima bir “düşman” olmak durumundadır.

1970’lerde başlayan ve zaman içinde derinleşerek bugünlere gelen hegemonik krizler ABD’ye “düşman” kaybettirdi. Krizin göstergelerinden başlıcası budur. Daha evvel de yazmış olduğum gibi, Duvar’ın Yıkılması, komünizmin krizi olmaktan ziyâde ABD hegemonyasının krizidir.

Bu durumun büyük bir panik yarattığını düşünüyorum. Hemen devreye İran’ın, ardından da daha genel manâda terör ile eşleştirilen “İslâmîyetin” konulması bu paniğin ataklarıdır. Bu safhada düşman üretmekte “kültürel” ve “ideolojik” değişkenlerin örtüştürüldüğünü görüyoruz. Hâsılı, kültür ideolojikleşiyor; ideolojiler de kültürelleşiyor. Daha evvel menendi görülmeyen tehlikeli bir sentez bu. Kültürpolitik çağ, her ne kadar bâzı entelektüel çevrelerde kültürel özgürlük ve zenginliklerin kutlanması olarak muamele görüyorsa da , temelde bu tehlikeli kısa devreye oturuyor...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums