- 5.02.2017 00:00
Aslında Soğuk Savaş devrinin bugünün dünyâsına göre en mühim farklardan birisi de, “çıkarların” ideolojik kablolarla gizlenmesiydi. Bu durum da, moral beklentileri kışkırtıyordu. Meselâ “Batı” kampının ideolojik değişkenleriyle düşünen ortalama bir zihin, birgün düşmanın (komünizm ve komünistler) ezileceğini ve “hür” bir dünyânın hayâta geçirileceğini umut edebiliyordu. Bunun hilâfına; “Doğu” kampının ideolojik vasatlarıyla düşünen bir başka ortalama zihin ise, günün birinde düşmanın (kapitâlizm ve kapitâlistler) ezileceği “sosyalist” bir dünyânın inşâsının mümkün; hattâ kaçınılmaz olduğuna îman ediyordu.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden başlayarak “düşman” konusunda bir belirsizlik yaşandı. Varşova Paktı çökmüştü ama muzaffer “Batı”nın NATO‘su bütün haşmetiyle ayaktaydı. Dünyâ hızla kapitalistleşiyordu. Buna hiçbir îtiraz gelmiyordu. Düz bir basitlemeyle, bu gelişmeleri “târihin sonu”na yoranlar bile çıkmıştı. Kısa zamanda, özellikle 11 Eylül’ün ardından anlaşıldı ki, Kapitâl-Dünyâ “düşmansız” ve savaşsız varolamazdı. İyi de , yeni “düşman” kim olacaktı? Evet adı konmuştu: Bu; El Kâide ile özdeşleştirilen İslâmdı. Ama, bu nihâyetinde bir adlandırmaydı. Hâlbuki Soğuk Savaş sırasında “Sosyalist Kamp” devletleri, partileri ve ordularıyla son derecede belirgindi. Yeni düşman olarak tanımlanan El Kâide ise varlığını yeraltında sürdüren gizli bir gerilla ordusuydu. Üstelik küreselleşmeyle son derecede uyumlu olarak, sosyalist kamp güçleri gibi belli bir coğrafyada değil; dünyânın her yerinde varlık gösteriyordu. Evet ortada; “Medenî” Batı Değerleri ile “Gayr-ı medenî” İslâm değerleri arasında, sanki yarı-ideolojik bir ayırım vardı. Ama bu ayırım o kadar da ideolojik değildi. Daha çok “birikmiş”, “daha fazlasıyla da biriktirilebilir”; popüler önyargılar düzeyinde ısıtılan ve popüler duygulanımlarla kışkırtılan bir tablo vardı. Düşman terör gibi gösteriliyordu. Ama buna artık inanmak için çok saf olmak lâzım.
Terörün artık, siyâsal-endüstriyel olarak imâl edilmiş kullanışlı bir âlet olduğunu biliyoruz. En mâhir kullanıcılar da, onu üretenlerden başkası olamazdı. Terör net-work’ü, dünyânın dört bir yanına yayıldı. Böylelikle, herhangi bir devlet veyâ milletin kendi “çıkarları” doğrultusunda karar alabilme gücü taşıması engellenmiş oluyordu. Hem dünyânın en tatlı kârlarını elde eden militer endüstriler için ihtiraslı müşteriler temin ediliyor; hem de hegemonik çıkarlara îtiraz edebilecek güçler, terör yollanarak hizâya getirilebiliyordu. Terörü tamamlayan ikinci halkanın -yeri değil, ama söyleyelim- “renkli devrimler” pazarlaması olduğu artık çok âşikâr bir şekilde görülüyor.
Terörün yayılmasıyla paranın saçılması arasında da çok ilginç bir zaman çakışması ve bağlantı görülüyor. Finansal sermâyenin küreselleşmesiyle ortaya çıkıyor. Özellikle bölgesel palazlanmalar (Çin, Hindistan, Meksika, Brezilya ve Türkiye gibi) bu iki âletle dizginlenmek isteniyor. Lâtin Amerika’nın payına düşen daha çok “Renkli Devrimler”. Asya ve Afrika için ise biçilen kaftan doğrudan terör.
Dikkât çekici olan, terörün kaynağının Afganistan olmasıdır. Afganistan, kozmik bir benzetmeyle söyleyebilecek olursak dünyânın “kara deliğidir”. El Kâide, Tâliban, DEAŞ buradaki fabrikalarda üretildi ve dünyânın başına belâ edildi. İlk başlarda Rusya, Kafkasya’da görüldüğü üzere bu terörle kuşatıldı. Coğrafya büyüdükçe türevler de şekillendirildi. Meselâ dönemsel olarak Ortadoğu önplâna çıkınca El Kâide geriletilmiş, bunun yerini DAEŞ almıştır. Afrika ayağında ise Boko Haram’ın olduğunu biliyoruz.
Artık NATO’nun açılımları bellidir. Bu açılım ile terörün dağılımı ve kullanımı arasındaki bağıntıya dikkât çekmek gerekiyor. Açılımın kıt’asal boyutları mevcut. Paylaşımın coğrafyası Afrika ve Asya. Bu çok âşikâr. Ortadoğu ise kavşak. Onun için bölgemize alabildiğine yükleniyorlar.
Çok daha dikkât çekici olan husus ise, bu âletin ilk başlarda yarı-merkez ve çeper coğrafyalarda kullanılırken, zaman içinde doğrudan merkez küredeki rekâbetlerde de kullanılmaya başlanmasıdır. Kıt’a Avrupasının denklemden çıkarılmasında terör kullanıldı. Uzun süre Fransa ve Belçika odaklı terör eylemlerini izledik. Dalga hafif tertip Almanya’ya da dokundu. Ama şimdilik operasyon mâlî düzeyde sürdürülüyor. Yarın ne olur bilinmez. Macron’un gelişi Fransa’yı biraz rahatlatacak gözüküyor. Ama Afrika’nın paylaşımında neler olacağı, Fransa-terör ilişkisinin geleceğini de belirleyecektir.
En tipik gelişme, Çin-Türkiye ve Rusya’nın başat rolü oynadıkları İpek Yolu’nun kuvveden fiile geçirilmeye başlandığı aşamada yaşandı. Usame Bin Ladin’in oğlu örgütü toparlamak ve yeniden etkinleştirmek için çağrı yaptı. Anlaşılıyor ki, Kıt’a Avrupası’nın denklem dışı bırakılmasında yol arkadaşlığı yapan iki büyük güç ABD ve Britanya arasındaki sürtüşme şiddetleniyor. Britanya, Ortadoğu ve Asya’yı ABD’ye bırakmak istemiyor. Çin ile yakınlaşıyor ve İpek Yolu’na destek veriyor. Nedense, hemen ardından açık terör ve siber terör saldırılarına mâruz kalıyor. Demek ki, artık dünyânın yolları eskiden olduğundan daha sarp. Çıkarlar ise kablolarından arınmış, yüksek voltajlar taşıyan çıplak teller gibi. Hangi telin nerede ve hangi telle kısa devre yapacağı muamma.. Bakalım yaşarsak daha neler göreceğiz?
Yorum Yap