- 2.08.2012 00:00
“Gerçekten bir kriz yaşıyoruz.”
Estonya’da Tallinn Üniversitesi’nde teorisyen Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’yu dinlerken bunları düşünüyorum. Bir günü, tamamen onların düşüncelerini dinleyip tartışarak geçirme fırsatı buluyoruz.
Marksist gelenekten gelen ve solun nasıl tanımlanmasına ilişkin arayışlarını sürdüren her iki düşünürün, “radikal demokrasi” hakkındaki fikirlerinin, son dönemde dünyanın dört bir yanında patlak veren halk ayaklanmalarının, taban hareketlerinin ateşinden kıvılcımlar taşıyacağını sanmıştım.
İkili, Laclau’nun “popülizm” üzerine nicedir beklenen kitabının sunduğu çerçevede, sol hareketlere, partilere çok güzel bir yol haritası çiziyor.
“Çok güzel” derken kastım şu: Eğer, iktidarı hedefleyen bir siyasi hareketseniz, kendinizi de solda konumluyor veya en azından solu desteklemeye temelden itiraz etmiyorsanız, Mouffe ve Laclau size, yemek tarifi gibi adım adım izlenecek, bir “güç” ve “iktidar” rotası sunuyor.
Ancak, yine aynı seminerde dinleme şansı bulduğum, anarşizm üzerine çalışan filozofTodd May’in, “iktidar amaçlamadan, sadece bazı şeyleri kendine dert, mesele edinmek üzerinden” yola çıkan ve adeta “patlayıveren” halk hareketlerine ilişkin görüşleri benim ilgimi daha çok çekiyor.
Mesela, Amerika’da Occupy/ İşgal hareketinin yarattığı sosyal ve siyasi kırılma, bence, Mouffe ve Laclau’nun dikkat çektiği, ABD’de Başkan Barack Obama’nın seçim döneminde yakalanan “popülist andan” (aynen bu nitelemeyi kullanıyorlar) daha mühim.
İkiliye göre, “Romney mi seçiliyor yoksa Obama mı”, çok büyük fark yaratıyor. Ama, daha önce defalarca yazdığım gibi, “savaşçı zihniyetin” Obama döneminde aslında çok da değişmediğinin en iyi kanıtlarından biri, ip dönüşüp (!), insansız hava araçlarının kullanımının onun döneminde müthiş artması değil mi? Buna rağmen, hakkını vermek lazım, Obama’nın seçim sürecinde sergilenen, internet üzerinden kitlesel örgütlenme yeteneği, Amerika’da yaşanan “toplumsal elektrik”, küresel çapta dahi - heyecan yaratan bir “halk ânı” idi.
Hep aynı şey oluyor: O “elektrik”, halkın değişim heyecanını yakalaması, hak talepleri, maalesef, iktidar hedefleyen örgütlü ve organize güçler hâline dönüştüğünde veya iktidar olduğunda yok oluyor.
Yolsuzlaşıyor, tavsıyor, yozlaşıyor.
Todd May, New York Times için kaleme aldığı yazılarında “ölümlü olduğumuz için âşık olabiliyoruz, sonsuz ömür olsaydı aşk da olmazdı” saptamasını yapmıştı. Tesadüf, onun bu tezi, bir anlamda, bu sefer Mouffe ve Laclau tarafından tersyüz ediliyor; onlar da,“sonsuz dinamizmi olan bir siyasi hareket olabilir mi” diye sorguluyor
Halka bağlı damarlardan can alan bir kalp gibi atan, gücünü bu devinimden alan, canlı ve heyecanlı bir siyasi hareket? Ölümsüz aşk yerine hiç bitmeyen bir politik aşk?
Laclau ve Mouffe diyor ki: Sol, bu heyecanı, hayatı kavramayı, kapsamayı “ıskaladı”.Kaçırdı.
Benim deyimimle, plastikleşti.
Bu, “yaşam aşkı ve heyecanı” olmayan, can çekişen noktadan nasıl çıkabiliriz?
Mouffe ve Laclau’nun, sol için önerdiği çıkış yolu popülizm.
Latince “populus”, halk demek. Fransızca ve İspanyolca, Mouffe ve Laclau’nun sırasıyla anadilleri olmasının da etkisiyle, popülizmi “olumsuz” bir kavram olarak ele almıyorlar. Halktan gelen, halka yönelik, halk kaynaklı, “halkçı” anlamlarını yüklüyorlar.
Milliyetçilik, hatta aşırı sağın desteklenmesi (tüm Avrupa’da ve bence İdris Naim Şahin çizgisinin ortaya koyduğu şekilde Türkiye’de), solun suçu, halkın değil.Destekleyenlerin, bu tür söylemlerin “sağ ve aşırı sağ popülizmi” şeklinde var olmasını sağlayan seçmenlerin değil.
Ortada bir “duygu seli” var; korkular, gerçek sorunlar var.
Milliyetçilik öyle toz olup gitmeyecek; insanlar, “ulusal kimliklerine”, “milli hislerine” kıymet veriyorlar.
Sol olarak, bunu ayıplamak veya önemsememek hata.
Peki, sol popülizmi sağdan ayıran “çizgi” nerede?
İki düşünür de, “sağ ile sol arasında fark kalmadı. Merkezleşme, aradaki tercihi ‘Cola mı Pepsi mi’ noktasına indirdi” diyorlar.
Taraf’tan, Tuğba Tekerek, Mouffe ile İstanbul’da iDance festivali için bulunduğu sırada bir röportaj yapmıştı. Alper Görmüş de bu röportaj üzerine 26 Ekim 2010 tarihinde, “Chantal Mouffe, demokrasi, Dink ailesi” başlıklı yorumunu yazmıştı; ikisi de, Mouffe’un “Batı dışı/tarzı demokrasi de mümkün” düşüncesine takılmıştı.
Ancak, Mouffe, Arap Baharı’na karşı ikircikli.
Onun, yaşananları “devrim” olarak nitelememesi beni de şaşırtıyor; onun düşüncesi şöyle: “Güç el değiştirmedi aslında, Mübarek gitti; ordu ve işbirlikçileri geldi.” Ona göreolan biten sadece bir “ayaklanma”.
Burada acıklı bir durum var; Mouffe, “radikal demokrasiye” giden yol olarak nitelediği,popülist solun ve halkın sanatsal dışavurumuyla da çok ilgileniyor.
Bir önceki yazıda, Tahrir Meydanı gösterilerinde, Mısır’da müzik, duvar yazıları, şiirler yoluyla halkın nasıl bir devrimci dışa vurum hâlinde olduğunu yazmıştım.
Mouffe, bence, hiç de fark etmeden, kendisinin aslında çok kızdığı bir çizgiye düşüp, “tepeden” bir bakışla, “Arap Baharı, devrim değildir” diyor.
Oysa “halk ânı”, Tahrir Meydanı’nda daha sekiz ay önce çok söylenen bir şarkıda dendiği gibi; “Hayatın iradesine, canın arzuladığı biçimde boyun eğilirse, kader de, yol vermekten başka çare bulamaz” sözünde ifade bulmuyor mu tam da?
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap