Türkiye’nin Rodney King’i

  • 21.06.2012 00:00

 “Onlarca polis, eşinin ve çocuklarının gözleri önünde şahsı öldüresiye dövdü. Eşinin yalvarmasına aldırış etmeyen polisler, yerde yatan şahsa tekme ve kemerlerle vurdu.”

Şahsın adı, Ahmet Koca. Önceki gün, Fatih’te hunharca dayak yediği olayın görüntülerini görmeyen kaldıysa, ibret için seyretsin.

Ahmet Koca, Kürtçe konuşunca polisler onu, “sen teröristsin” diye dövmeye başlıyor.

Geçen hafta ölen ABD’li Rodney King’in hikâyesinin birebir aynısı bu. 1991’de, yedi polis memuru, Los Angeles’ta, King’i öldüresiye dövmüştü. King’in bir “siyah vatandaş” olarak, böylesi ayrımcı muameleye maruz kalmasına rağmen adaletin yerini bulamaması üzerine, 1992’de Los Angeles genelinde isyanlar çıkmış, çatışmalarda 53 kişi ölmüş, iki bin kişi yaralanmış, isyanı bastırması için ordu göreve çağrılmıştı.

King’in, isyanlar sırasında televizyonda dile getirdiği, “Geçinebilmeyi, hep beraberce başarabilir miyiz” sorusu, bugün Türkiye’nin kendine yöneltmesi gereken soru.

Kürt sorununda neden çözüme ulaşamıyoruz? Çözüme gerçekten, hiç olmadığı kadar yakın mı Türkiye?

Evet, Türkiye, sorunun çözümüne hiç bu kadar yakın olmamıştı; o yüzden de, çözümden çok uzak.

En liberal ve demokrat görüşlülerimiz bile, Kürt sorununa, iktidarın çözümleyeceği, siyasi güce dayalı bir problem olarak bakıyor.

Elbette, sorunun çözümünde, siyasi dirayet ve kararlılık önemli; hem iktidar, hem de muhalefet kanatlarında. Ne var ki, Kürt sorunu hep, “güce” dayalı biçimde çözülecek bir mesele gibi algılandı.

Askerî güç, siyasi güç... İkisi de bir anlamda, aynı madalyonun farklı yüzleri gibi görüldü, hiç de farkına varılmadan.

Bir noktaya kadar, merkezî iktidarların çözüm getireceği umudu vardı. Sonra bu, ilk bölünen çözüm umudu oldu; biri Ankara biri de İmralı’da iki çözüm adresi ve iktidar odağı oluştu. Sonra bunlar da bölündü; Ankara, İmralı, Kandil, sonra Ankara, İmralı, Kandil, Diyarbakır, sonra Ankara’nın farklı güç odakları, İmralı Kandil, Diyarbakır, Yüksekova, Şırnak, Van... Hatta, İzmir, Trabzon, Kayseri; farklı kamuoyu algı ve yaklaşımların birbiriyle diyalog kurabilmeyi beceremeyen, kopuk kopuk gruplaşmaların, kendilerini tek ifade şekillerinin, siyasi kutuplaşma hâline gelmesi ve bunun sonucu politikanın felç olması...

Siyasi tıkanmışlığın, şimdi de, “Kürt sorunu, başkanlık sistemi ile çözülür” yaklaşımıyla aşılabileceği illüzyonu yaşanmaya başlanıyor. Ufaktan ufaktan başkanlık sistemine ısınan görüşlerin çoğalmaya başlaması da, aslında Türkiye’de politikanın, politik müzakerelerle sorun çözülebileceğine olan güvenin iflasın göstergesi.

Politik müzakere zemini (aslında arada canlanır gözükürken), Meclis’in, sadece partiler arasında değil, her parti içinde de var olan tüm farklılıklarıyla, asıl çözüm adresi olarak görülmemesi nedeniyle, giderek yok oluyor.

“Müzakereler, bu işlerde hep kapalı kapılar ardında olgunlaştırılır” demekle açıklanabilecek bir durum değil bu. Türkiye siyasetinin, ekonomiden eğitime, her türlü alanda politika oluşturulması sürecinde, şeffaflıktan çok uzak geleneksel yaklaşımı ve yapısı, kapalı kapılar ardında gerçekleşen görüşmelerin soruna katkı sunmasına değil, köstek olmasına neden oluyor.

Oslo görüşmelerinin basına sızdırılması ve sonrasındaki hâlâ açıklanamaz, “esrarengiz” süreç, Türkiye’de, Kuzey İrlanda, Bask sorunu gibi örneklerin tersine, önce açık ve Meclis tabanlı bir görüşme süreciyle, halkın, tüm farklılıklarıyla ortak bir irade oluşturmasının, çözümün, son değil, ilk adımı olması gerektiğine işaret ediyor.


Britannica
 Ansiklopedisi’ne göre, “parlamento”, kelime kökeni olarak Fransızcadan geliyor.“Parler”“konuşmak”“parlement”“konuşma”“tartışma” demek.

Sevan Nişanyan’ın etimoloji sözlüğüne göre, “meclis” ise, “oturum veya oturulacak yer”,“sohbet toplantısı” anlamına geliyor. Arapçada “culūs, yani “oturma” fiilinden geliyor; gene Nişanyan’a göre, “özellikle tahta oturma” manasında.

Türkiye’de, Kürt sorunu, eğer en büyük insan hakları meselesi ise, çözüm yeri sadece Meclis olabilir. Sadece Kürt sorunu değil, ülkenin giderek kronikleşen insan hakları meselelerinin tümünün çözüm adresi burası; konuşma, müzakere, farklılıkların ve farklı görüşlerin temsili pratiklerinin geliştirilmesi gerekiyor. Ancak böylelikle, yeni bir siyasi kültürde ortaklaşılabilir.

Meclis’in, ülkenin sosyal, ekonomik, toplumsal tüm sorun ve gerçeklerinin konuşulup, tartışıldığı bir ortaklık, müzakere merkezi, yani gerçek bir parlamentoya dönüşerek güçlenmesi de, Türkiye’nin demokratikleşmesinin tek yolu.

Meclis’in parlamentoya dönüşmesi elbette, siyasetin daha da merkezileşmesi ve “Ankaralılaşması” manasına gelmiyor; tersine, belki de yerel siyasetin güçlenebilmesinin, yerelin, yerinden yönetiminin önünü açabilecek tek yol da bu.

Peki, ne olacak?

Meclis, “oturma mekânı” olmaktan, sadece iktidar tarafından yapılanlara veryansın edilen bir “ağlama duvarı” olmaktan kurtulabilecek mi?

Leyla Zana gibi “Son Mohikanlar”; Kürt siyasetindeki “sorunu devletin çözeceği” inancını korumaya çalışanlar arasında, durumun nasıl bir açmaza gittiğini hissederek, girdaptan beri tarafa adım atmaya çalışanlar var. Erdoğan ise, şimdiden başkanlık sistemine geçmiş bir yaklaşımı var. Daha dün yasalaşma yolundaki ve Başbakan’ı, neyin devlet sırrı olduğuna karar vermenin tek yetkilisi hâline getirecek kanun da, culūsun, yani tahta çıkışın yeni bir adımı.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums