Avrupa’nın Truva Atları (1)

  • 26.04.2012 00:00

 Avrupa’da aşırı sağ bir kez daha kazandı.

Fransa’da Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen’in cumhurbaşkanlığı seçimi yarışında üçüncü gelmesi, onun gerçekten ülkenin lideri seçilmesinden daha büyük bir zafer.

Aşırı sağ partiler, Avrupa’nın hemen her ülkesinde, siyasetin kaderini belirleyen kilit siyasi hareket konumundalar ve bu da, şimdilik onlara yetiyor da artıyor bile.

Çünkü, yavaş yavaş kozada gelişiyorlar. Biraz soldan biraz sağdan aldıkları, çokça popülizmle harmanladıkları basit söylemlerin ötesine geçerek, kendilerine özgü ideolojik bir çerçeve çizmeye çalışıyor, karmaşıklaşıyorlar.

Yaklaşımları, ülkelerinin tarihî mirası, sosyal gerçekleri kadar “Avrupa”  fikriyle de şekilleniyor. Hatta belki de aşırı sağ, Avrupa Birliği’nin, 1990’lardan 2000’lere kadar kendi içinde kurumsallaşarak, 2000’lerden sonra da yeni üyeler alıp genişleyerek oluşturduğu “Birleşik Avrupa” fikrinden güç alanbaşlıca siyasi akım.

Tabii, bu durum, Avrupa’nın içinden “Avrupa” düşmanlığıyla şekilleniyor.

Fransa’da, iki büyük merkez partinin adayı Nicolas Sarkozy ve François Hollande’a rakip bir siyasi iktidar alternatifi haline gelen üçüncü sıradaki aday Marine Le Pen de, Avrupa Birliği’ni “içten bölmeyi” hedefleyenlerden biri.


Marine Le Pen
, sekiz yıldır Avrupa Parlamentosu’ndaki Fransa temsilcilerinden. Brüksel’deki Parlamento’ya en az uğrayan vekiller arasında. Oylamaların neredeyse yarısından “kaçak”. Avrupa Parlamentosu’ndaki en güçlü müdahillik kanallardan biri olan rapor yazma konusuna hiç ilgisi yok; tartışma yaratmak bir yana, süregelen tartışmalara da çok ender müdahil oluyor.

Fakat Le Pen için önemli olan, Avrupa Birliği kurumları arasında artan biçimde gündemde olan, halkın temsiliyetini sağladığı öne sürülen Avrupa Parlamentosu’nun bir üyesi olmak.

Aslında ortada çelişkili bir durum var. Lideri olduğu Ulusal Cephe’nin başlıca hedeflerinden biri Avrupa Birliği’ni yok etmek ama öte yandan aşırı sağ, AB ve Avrupa bağları sayesinde saygı ve meşruiyet kazanıyor.

1999’da Jörg Haider, Özgürlük Partisi’nin lideri olarak, büyük bir seçim başarısına imza attığında, Avrupa genelinde, Avusturya’ya karşı bir yıl kadar süren bir ambargo başlamıştı. Bu dönemde, Avrupa’da medyanın da, Haider’e karşı ortak bir nefreti vardı. Hatta bu ortaklık, Avrupa Birliği üyeliği üzerinden oluşmaya başlayan “Avrupalılık” aidiyetinin en büyük kanıtlarından biri olarak da gösteriliyordu.

Günümüzdeyse, Marine Le Pen’in siyasi başarısının ardında yatan nedenlerden biri de, Fransa’da medyanın ona karşı olan büyük ilgisi. 2002’de yine cumhurbaşkanlığı seçimleri kampanyası esnasında yayınlanan bir siyasi tartışma programında yarattığı polemiklerle kamuoyunun dikkatini çeken Le Pen, o gün bugündür, tartışma programlarının gediklisi. Politik söylemlerinden çok onları ifade ettiği provokatif tarz, Fransız yazar Guy Debord’un Gösteri Toplumu kuramıyla televizyona yönelik getirdiği “afallatan”, “uyuşturan” eğlence eleştirisini anımsatıyor.


Le Pen
, Fransa’nın gündemini belirlediği kadar, dünya medyasında da kendisine her zaman yer buluyor.

Aşırı sağın liderleri, ülkelerinin sınırların içine sıkışıp kalan, “düne ait” bir milliyetçilik söylemi ile fazla ilgi çekemeyeceklerinin bilincinde. “Taşranın faşist hareketi” diye küçümsenmemek için de, uluslararası profillerine özellikle önem veriyorlar.

Bundan daha birkaç yıl önce, aşırı sağ partiler, “yabancı düşmanı” söylemleri nedeniyle birbirleriyle işbirliğine gidemez, kısa sürede kendi aralarında ağız dalaşına başlarlardı. Geçen yıl, Le Pen ve Avusturya’nın Özgürlük Partisi lideri Heinz-Christian Strache, Avrupa Parlamentosu’nda “Küreselleşme, Göç ve AB içindeki Ekonomik Tehlikeler” konulu bir konferans düzenleyerek Avrupa’nın sağ ve aşırı sağ partilerini birbirlerine yakınlaştırmayı amaçlıyordu.


Haider
, yeni aşırı sağ liderlerin ilk örneği idi. Daha doğrusu, Haider’in bir ayağı geçmişte, faşizme ve Nazizm’e açıkça sempati sergileyen “klasik” aşırı sağ çizgisindeydi, diğeri ise, gelecekte.


Haider
, ırkçılık, yabancı düşmanlığı gibi tavırları ustaca geri planda tutan, dozunda sergileyen, bunları açıkça sergilemek yerine gelecek korkusu pompalayan bir yaklaşımı benimsiyordu.

Yeni aşırı sağ liderler de, ırkçılığın, açıkça sergilense tepki çekecek, halkın desteklemeyi içine sindiremeyeceği çirkin yüzünü, maskeler, tüller, perdeler ve iyi bir makyajla gizlemeyi başarıp, “mantıklı”, “rasyonel” ve dolayısıyla da yaygın biçimde kabul görür hâle getiriyorlar.


Marine Le Pen
’i ele alalım; bir ceza hukukçusu ve 1990’lı yılların Paris Barosu’na kayıtlı avukatlardan olarak, kendine avukat tutamayacak kadar fakir, yasadışı göçmenleri sık sık temsil etti.

Buna karşılık Le Pen, 2011’de İtalya’nın güneyinde yer alan ve Arap Baharı ertesinde artan biçimde, Kuzey Afrika’dan gelen göç dalgaları nedeniyle açık bir mülteci kampına dönen Lampedusa Adası’nı ziyaret ettiğinde, “Kapımız kimseye kapalı değil, kimseyi kategorik olarak reddetmiyoruz. Ama Avrupa, herkesi içine alamaz, bu kadar basit; Lampedusa halkı yalnız değil” demişti.

Yarın, bu sözlerin çağrıştırdığı “başkaldırının” hangi olayla paralellik çizdiği noktasından devam etmek üzere.  


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums