- 20.04.2012 00:00
İtalya’dan, kendi de akademik çalışmalar içinde olan bir arkadaşla konuşurken, İtalyancada farklı ırklardan olan insanlara hitaben “gente di colore” sözcüğünün hâlâ kullanılıp kullanılmadığını sordum.
O da bana, kullanıldığını söyledi ve karşılık olarak bir soru yöneltti; “Ne olmuş ki?”
Gente di colore, “renkli insanlar” demek. Farklı ırklardan olan insanlardan bahsederken, İtalya’da, bu sözcükler kullanılıyor.
Akademik dünyada, “ayrımcılık” üzerine yazılırken de, halk arasında sokakta konuşurken de, medyada da sürekli kullanılan bir tanımlama bu...
Ama, “beyaz” olmayan insanlara böyle hitap etmek, biraz tuhaf değil mi?
Soruyu yönelttiğim kişi, “Bu ırkçı bir söylem değil. Daha önce, siyahlara mesela ‘negro’ diyorduk, ‘renkli insan’ terimi, aslında bir toplumsal dönüşümün sonucu zaten. Karşımızdakinin saçının başının rengini görüyoruz, bunu neden yadsıyalım?”
Bu söylem, Türkiye’ye de, ayrımcılık hallerine kılıf bulmakta kullanılan tavırları anımsatıyor.
İtalya’ya dönersek... Bu ülkede “ırkçılık” ciddi bir sorun; hiç de öyle, renklerin sadece bir renk olduğu bir yer de değil.
2008’de, Avrupa’nın en güzel yerlerinden, ülkenin güneyindeki Amalfi kıyılarında, iki Çingene çocuk boğulduğunda yaşananlar, İtalya’nın ırkçılık karnesini açıkça ortaya koyuyordu aslında.
13 yaşındaki Cristina ve 11 yaşındaki Violetta Djorjeviç, boylarını aşan dalgalara atlamak, yaşlarının gereği eğlenmek istiyorlardı. Çadırlarda yaşadıkları terkedilmiş mahalleden yollara düşüp saatlerce yol teperek, plaja gelmelerinin nedeni de, Nijeryalı göçmenlerin yaptığı elişi tahtadan küçük kaplumbağaları satmaktı. Cristina ve Violetta, hiçbir kaplumbağa satamadıkları bunaltıcı bir gün geçirirken, kayalardan denize “atlarsın atlayamazsın” diye şakalaşmaya başladı. Violetta, cesaret etti atladı ve dalgaların girdabına kapıldı. Cristina, ona yardım için peşinden atladı ve birbirlerine sarılı nefessiz kaldılar.
Olayın yaşandığı Torravegata sahilinde yürüyen biri, farklarına vardı ve onları kumların üzerine yatırdı. Bir cankurtaran geldi ve ambulans çağırdı. Sonra da, hayat devam etti. İki kardeş, üzerilerine örtülü bir plaj havlusundan uzanan ayakları dışarıda, ölü oldukları son derece belli, öyle cansız yattılar. İnsanlar, çevrelerinde oturdu; piknik yaptı, top oynadı, güneşlendi. Tam üç saat boyunca, iki kardeşe kayıtsız, aylak ve tasasız bir gün geçirdi.
Bu ruhsuzluk haline, duygusuzluğa en sert tepkiyi, Katolik Kilisesi mensupları verdi. Napoli Kardinali Crescenzio Sepe, “Bu iki kız, yaşarken önyargıdan, ölümlerinde ise ilgisizlikten başka bir şey görmediler; bu affedilmez bir gerçek” dedi.
Violetta ve Cristina, İtalya doğumluydu.
Belli ki İtalya, Başkan Barack Obama’nın seçilmesi sonucu, “ırk ötesi bir toplum” haline geldiği iddia edilen Amerika’daki tartışmaların yakınından bile geçmiyor. Elbette, Amerika’nın kendisi de, bazılarının savunduğu gibi, “post-racial”, yani ırk mevzunu aşmış bir toplum değil.
Meksikalı bir anne ve siyah bir babanın çocuğu yönetmen Mario Van Pebbles, Obama döneminin Amerika’sında ırkçılık ve ayrımcılığın ne durumda olduğunu, 2010 tarihli Fair Game (Adil Oyun) belgeselinde tartışıyor.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın insan hakları alanındaki eğitmenlerinden olan Larry Olomoofe, şunları söylüyor: “Avrupa ve Amerika’da ırkçılığın farklı biçimlerde dışa vurulduğuna ve farklı kökenleri olduğuna ilişkin yaygın bir kanaat var. Elbette, ABD’deki kölelik sistemi ve Avrupa’daki sömürgecilik geçmişi, ırkçılığın değişik şekillenmesine ve dışa vurulmasına neden oluyor. Ama bu iki ırkçılık aslında sadece ‘farklı’. Avrupa’da ırkçılık, üstü kapalı, gizli yapılmıyor.”
Türkiye’de durum ne olabilir peki?
Etienne Balibar’ın, Immanuel Wallerstein ile beraber yazdığı, Irk Ulus Sınıf: Belirsiz Kimlikler kitabında öne sürdüğü, “ulusal alanda azınlıklaşmış bir nüfusa yöneltilmiş” iç ırkçılık ve “yabancı düşmanlığının bir uç birimi olarak sınırları bir ölçüt olarak varsayan” dış ayrımcılık, Türkiye için önemli.
Türkiye’de, ayrımcılık konusunda yasal düzenlemeler yapılabilmesi için gıdım gıdım aşama kaydediliyorsa, bunun temelinde sivil toplum örgütlerinin çabası var. İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) Ağ Sorumlusu Nevzat Kıraç, Ayrımcılık Yasası’nın çıkartılması için girişimde bulunduklarını söylüyor. (Bu konuda İHOP öncülüğünde hazırlanan taslak büyük oranda yasa taslağına yansımış durumda. TBMM- Sivil Toplum Ortak Çalışma Grupları Girişimi de çalışıyor.LGBTT örgütleri ise, yasa taslağından, cinsel kimlik/ cinsel yönelim vurgusunun çıkartılmış olmasını sıkça dile getiriyor...)
Bu arada İHOP’un, Helsinki Yurttaşlar Derneği (hYd), İnsan Hakları Derneği (İHD), İnsan Hakları ve Mazlumlarla Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi tarafından kurulmuş bir platform olarak yola çıktığını anımsatalım.
Bir de, ayan beyan bir örnekten bahsedelim; şu haber ne anlama geliyordu; “Yaklaşık dört ay önce Şırnak’ın Uludere ilçesinde F-16 savaş uçaklarıyla yapılan ve 34 masum insanın katledilmesiyle sonuçlanan bombardımandan sağ olarak kurtulan Servet Encü, Kuzey Irak’a yerleşti”. Yani aslında, ülkesinde barınamayıp gitmek zorunda kaldı. Hani, “sevgi beşiği” Anadolu’da “Cenaze kapıda bırakılmaz” diye bir söz vardı, sorumluluk ötelenip ertelenemez diye... Herhalde, devlette bilen veya anımsayan pek yok.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap