Geçmişle gelecek arasında

  • 13.04.2012 00:00

Bosna Kuşatması’nın başlamasının üzerinden yirmi yıl geçti gitti.

Zaman nasıl bu kadar çabuk geçiyor.

Daha sanki dündü, savaş başlamıştı; şimdi, “geçmiş” ve anıları yazılıyor.

Balkanlardan, iki genç gazeteci Eldin Hadzoviç ve Zvezdana Vukojeviç, geçtiğimiz aylarda, Srebrenitsa Katliamı’na tanıklık eden farklı insanlarla görüşerek, o zamanlar neler yaşandığını yansıtmaya çalıştılar. “Srebrenitsa’da Hollandaların gömdüğü cesetlerin peşinde” başlıklı makaleleri, Danimarka’da Scoop adlı bir dergide yayımlandı. Gerçekten de, Srebrenitsa’da barış gücü olarak görev alan Birleşmiş Milletler komutası altındaki Hollanda askerlerinin de, bazı cesetlerin gömülmesi sürecinde yer alması olayı, gazetecilik jargonunda “scoop” olarak anılan bir yeni, atlatma haber.

Fakat bu makalede benim daha çok ilgimi çeken, savaşın çirkin yüzünü ortaya koyan, herkesin, her kesimin, her tarafın ne denli insanlıktan çıktığını düşündüren satır arasındaki detaylar.

11 Temmuz 1995’te, BM’nin “güvenli bölge” olarak tanımladığı Srebrenitsa’nın, General Ratko Mladiç komutasındaki Bosnalı Sırp kuvvetlerinin avucuna düşmesi ve ertesinde de, 8100 Boşnak Müslüman erkeğin, yetişkin ve çocuk ayırt edilmeksizin öldürülmesi, başlı başına bir dehşet hikâyesi elbette.

Ama o olayın gerçekleşmesinden önce de, Bosna topraklarının dört bir yanından akan 50 bin kadar Boşnak’ın, insanlık dışı şartlarda, aç, başlarını sokacak bir yer olmadan, tıkıldığı bir yerdi Srebrenitsa. 19-20 yaşındaki Hollandalı askerler, bu koşulların hemen yanında, duruma giderek yabancılaşarak bir askerî kampta, sıkıntı içinde savaşın bitmesini bekliyorlardı.

Srebrenitsa’daki Hollandalı UNPROFOR birliğinin komutanı Tom Karremans, “Duruma müdahale edelim de, savaşın bu koşullarından kurtulabilsinler diye, oradaki Boşnaklar, Sırpların saldırmasını sağlamak için elinden geleni yapıyordu” diyor.

“Mazlum”, mağduriyetini bilip, kaderine razı oturmalı mı yani Karremans’ın mantığına göre. Ancak, bu gibi düşüncelere savaşta yer yok.

Savaş, siyasetin, düşüncenin bittiği, gücün en uç noktasında kullanıldığı bir delilik hâli. Hatta, dünyada gerçekten bir “delilik” hâli mevcutsa, o da savaş.

Bu berbat ortamda, Srebrenitsa’da, Hollandalı askerlerin, kendilerinden şeker isteyen çocukları caydırmak için t-shirt’lerine “Nema Bonbon” (Şeker Yok) yazması da aslında, savaşın “olağan yüzü”.

Srebrenitsa’dan dem vurmamın sebebi, çoğu zaman, savaş, çatışmalarla ilgili bu detayları es geçmemiz, “o bunu, bu şunu öldürdü” gibi kuru satırların yuttuğu insani gerçekliklerin hiç de farkında olmamamız.

Savaş, silahlı gruplar, ordular, devletler arasında olup biten bir kozların paylaşımı, güçlerin çatışması durumu değil.

Klasik uluslararası ilişkiler bakış açılarına saplı okumalarla, Arap Baharı’nın yarattığı anafor gibi Türkiye’yi de, tüm dünya ile beraber (hatta daha da fazla) içine çekecek değişim sürecini bir türlü anlayamıyoruz.

Arap Baharı’nı, modern politik teorinin en önemli isimlerinden Hannah Arendt’in 1960’larda basılan kitabı Geçmişle Gelecek Arasında’nın penceresinden bakarak okumaya çalışalım mesela; bakalım ne göreceğiz...

Arendt’e göre, politika, özgürlük demek, kaderini eline almak, kendi kaderini, geleceğini belirlemek demek. Bu bağlamda, “düşünce özgürlüğü” demek değil, özgürlük. Çünkü, düşüncelerimizde, kendi içimizde, kafamızda, “gizli dünyamızda” ne düşündüğümüzde zaten özgürüz. Ancak, özgürlük, bu düşüncelerin ifadesinde, dışarı vurumunda, iletilmesi ve aksiyona dönüşmesinde anlam bulan bir kavram.

Bu bakış açısıyla, siyaset, katılmak demek, kendi farklılığını, düşüncesini, çizgisini ortaya koymak demek. Bir müzisyenin performansı gibi, sahne alması gibi, virtüözlük isteyen bir harekete geçiş hâli politika.

Egemenliğe, tahakküme, kendi düşüncesine boyun eğdirmeye, beğendirmeye, kendini zorla kabule yönelik bir hareket tarzından bahsetmiyor Arendt; kendini ifade etmeyi kastediyor özgürlükle. Kendi hayatına ilişkin kararlarda söz sahibi olmaktan.

Arap Baharı’nın ilk çıkış noktası, politikanın özgürlük manasında, insan tarafından talep edilmesiydi. Bir proje, bir hedef, bir egemenlik, erk talebi, arkaplanı olmadan... Ne garip ki, en çok da eleştirilen yanı Arap Baharı’nın bu başıboşluk, bu amaçsızlık oldu. Oysa, politika, Arendt’in kafasında canlandırdığı hâliyle, tam da bu “böyle gelmiş böyle gitmez” şeklinde, hesapsız kitapsız bir özgürlük başkaldırısıydı.

Şimdi bir de, Taraf’ta yer alan, Türkiye’nin savunma ihracatıyla ilgili 4 nisan tarihli bir haberi hatırlatalım; “Bahreyn’e bu yılın aynı döneminde sekiz milyon üç bin dolar değerinde ihracat yapıldı. Aynı dönemde Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapılan ihracat 20 milyon 191 bin dolar olurken, Libya’ya yapılan ihracat bir milyon 491 bin dolar seviyesinde gerçekleşti. Son dönemde gündemden düşmeyen Suriye’ye yapılan ihracat Mart 2011’de 5000 dolarken, 2012’nin aynı döneminde 186 bin dolara çıktı. Suudi Arabistan’a yapılan ihracat ise iki katı artışla 35 milyon 893 bin dolar seviyesine ulaştı.”

Bu da, Türkiye’nin Arap Baharı’nı kutlaması olsa gerek; silahtan havaifişekler şeklinde...

Oysa, gelecekle geçmiş arasında, şimdiki zamanı tanımlayan gerçekler değişti. Artık gün, silah tüccarlarının, egemenlik peşinde güce susayanların günü değil. Politikanın özgürlük olarak doğduğu çağın başlangıcında, fena halde geçmiş zamandayız.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums