Bir insan hakkı olarak onur

  • 23.03.2012 00:00

Affetmek mi, uzlaşmak mı, intikam mı?

Siyasi düşünceye damgasını vuran isimlerden teorisyen Hannah Arendt, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkesi Almanya’ya ilk döndüğünde, 1950’de, varoluşçu felsefenin önemli isimlerinden Martin Heidegger ile, bu kavramları ve anlamlarını uzun uzun sorguluyordu.

Yeni ikametgâhı Amerika’ya döndüğünde ise, düşüncelerini bir günlüğe döktü. New York’ta kaleme aldığı bu sayfalarda Arendt, intikam veya affetmenin, geçmişte yapılan hatalara deva olamayacağını, tek çözümün bir siyasi proje olarak “uzlaşmak” olduğunu düşündüğünü yazdı.

“Dünya ile uzlaşmalı mıyım” sorusuyla başlayan bu satırlar, Arendt’in konuyla ilgili ilk tasavvurları değildi.

Affetmek ve uzlaşmak kavramları arasında gidip geldi düşünceleri.

Günlüklerinde şöyle yazıyordu Arendt: “Birisinin işlediği suç, omuzlarındaki yüktür; ağırlık bindiren bir şeydir, çünkü kişi, bu yükü kendi üzerine yüklemiştir.”

Bu satırları okuduğumda açıkçası, Susan Sontag’ın, bir görüntünün çarpıcılığının, ancak karşı tarafta o mesajı alabilecek bir algı açıklığı varsa, mümkün olabileceği yolundaki yorumu aklıma geliyor.

Mesela, savaşın şiddetini, işkencenin zalimliğini yansıtan görüntüler, ancak o karedeki vahşeti, dehşeti anlayabilme niyeti, o siyasi zihin açıklığıyla bakanı sarsar. Yoksa, “oh olsun düşmanıma” diyen de çıkar.

Geçmişin yükünü, hem şiddeti uygulayan, hem de şiddete maruz kalanın sırtından almak için herşeyden önce o zihin açıklığı şart.

Geçen çarşamba, Başbakan Erdoğan’ın grup konuşmasını dinlerken, böyle bir “açık algı” yapısından daha çok George W. Bush döneminde, Irak ve Afganistan’ın işgaline giden süreç ve ertesinde sıklıkla dile getirilen, “Ya bizlerdensiniz, ya da onlardan” tonlamasının varlığını fark ettim.

Bu da beni çok ürpertti açıkçası; Kürt Sorunu’nun çözümsüzlüğe gittiğini ilk kez bu denli “şiddetli” biçimde hissettim.

Elbette, çözmek kolay değil.

Kürt Sorunu, bu ülkede devletin azmettirdiği, işlediği, kışkırttığı suçların, radyoaktif serpinti gibi tüm toplumun çeperlerine nüfuz edip sindiği ilk örnek de değil. Ama, toplumun zihin algılarının, iktidarın öne sürdüğü “tarafını seç veya sonuçlarına katlan” dayatması yüzünden kapanmasına, algıların körleşmesine neden olmasının bu kez çok ciddi, çok kritik sonuçları olacak.

Herşeyden önce, Kürt Sorunu’nun sürekli yeni şiddet sarmalları üretmeye zorunlu bir kördüğüme, kör dövüşüne mahkûm edilmesinin sonucu, siyasetin ölmesi demek. Bunun sonuçlarını da, sadece Kürt Meselesi’yle sınırlı olarak görmüyoruz; 4+4+4 konusu da tam manasıyla politikanın öldüğü, yok olduğu, anlamsızlaştığı bir cebelleşmeye dönüşmedi mi?

Türkiye’nin demokratikleşmesinin somut göstergesi, kritik dönüm noktası, yeni anayasa olacaktı.

Siyasetin öldüğü yerden, yeni bir anayasa nasıl doğar? Ya da, nasıl bir yeni anayasa doğar?

Dünyanın hiçbir yerinde, geçmişle yüzleşmek, geçmişte işlenen insan hakları ihlalleriyle hesaplaşmayı demokratikleşme sürecinin bir katmanı haline getirip, uzlaşma yoluyla “çözüme” bağlamaya çalışmak kolay işler değil.

Güney Amerika’da bu yolda çok adım atıldı.

Hukuken, “insan onuru, haysiyeti” kavramlarına vurgu yapılması, geçmişi geride bırakıp yeni bir siyasi projeye doğru ilerleme çabalarından biriydi.

Bu çabaya bir örnek vermek gerekirse, Peru’nun anayasasının 3. maddesinden bahsedilebilir: “La defensa de la persona humana y el respeto de su dignidad son el fin supremo de la sociedad y del Estado”, yani “İnsanın savunulması ve haysiyetine saygı duyulması, toplum ve devlet için herşeyin önünde gelir”.

Bana bunları düşündüren, Brezilya’da büyük umutlarla beklenen bir yargılamada, yani 1964-1985 döneminde iktidardaki askerî diktatörlüğün gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerine yönelik davada, hâkimin, “bu suçların af kapsamına girdiği” gerekçesiyle, davanın reddi yönünde karar vermesi.

Davada yargılan 77 yaşındaki Albay Sebastiao Curio Rodrigues de Moura, Amazonlar’da faal Araguaia gerilla hareketinin beş üyesini kaçırıp işkence eden tabura kumanda etmekle suçlanıyordu. Bu dava, Brezilya’da diktatörlük döneminde kaybolan en az 500 kişinin akıbeti, faili meçhullerin yargılanması açısından büyük önem taşıyordu. Çünkü bu dava, askerî diktatörlük döneminde işlenen suçlara ilişkin açılan ilk dava idi.

İnsan yaşamı, haysiyetinin onurlandırabilmesi çok zor, uzun bir süreç. Ve ne yazık ki, Türkiye olarak biz, o sürecin hiçbir yerinde değiliz.


oneysezin@hotmail.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Mehmet Akbacak
    Mehmet Akbacak
    6.09.2013 15:21

    Aydın abi,sanayi öncesi toplumlarda sendika kavramı yer almıyordu.Günümüz dünyasında kapitalizm(Sanayi ötesi toplum) başka bir devreye dönüşüyor bundan dolayı bir takım kavramlar da yerlerini terk etmeye başlıyorlar gibi geliyor.Tabii ki bu yeni döneme göre yeni kavramlar ve örgütlenmeler üretmek gerekir diye düşünüyorum.Saygı ve sevgilerimle.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums