Cesaret ne, kabadayılık ne

  • 23.02.2012 00:00

“Bugün, gözlerimin önünde bir bebek öldü. Göğsü indi kalktı hızlı hızlı ve son nefesini verdi.”


Sunday Times
’ın, Suriye’nin Humus kentinde BBC’ye konuşan gazetecisi Marie Colvin, sözlerine, “Srebrenitsa, Saraybosna’dan sonra, dünya kamuoyu böyle rastgele bir şekilde çocukların, insanların öldürülmesine nasıl göz yumar” diyordu.

Dün bunları dinlerken, aslında bir ölünün sesi odada yankılanıyordu.

Dün, Sri Lanka’da ayrılıkçı silahlı örgüt Tamil Kaplanları’nın, “askerî çözüm olarak” dümdüz edildiği çatışma sürecini izlerken, bir gözünü kaybetti. Türkiye’de de, Kürt Sorunu için “açılım” süreci başladığında, Tamil Kaplanları’nın militanlarıyla beraber, köken olarak “Tamil” veya değil, bölgedeki sivillerin de, çoluk çocuk hedef alındığı bir süreci, dünyaya aktarıyordu.

Colvin, bir savaş muhabiri değildi. “İnsan haberi”, insanların odağında olduğu haberleri yapan bir gazeteciydi.

Savaşlar da, insanlığın en bıçak sırtı sınavlardan geçtiği olaylar. Kanunun, kuralların, resmî, hukuki, vicdani, dinî, ahlaki sınırların yok olduğu bir kırılma zamanı savaşlar.


Remi Olchik
 ise, daha 30’una varmamış, müthiş yetenekli bir fotoğrafçı. Arap Baharı’nı, bir de onun gözünden, karelerle izlemeniz lazım; ki Türkiye’de kuru kuru verilen haberlerin ötesinde ne olmuş, hakkıyla takdir edebilmek için, internet üzerinden, sahipsiz kalan sitesini ziyaret edebilirsiniz;http://www.ochlik.com/ .

Colvin, 2010’da bir ödül töreninde, şunları söylemişti;


“Kraterler, yakılmış evler, sakatlanmış vücutlar... Görevimiz, savaşın dehşetini, önyargısız ve titizlikle aktarmak. Kendimizi bir yandan da sorgulamak zorundayız; risk, habere değer mi? Cesaret ne, kabadayılık ne?”

Bu soruyu, ateş hattında veya ateşle oynayarak hayatını tehlikeye atan, orada olmayanlara aktaracakları tanıklarla büyük bir ahlaki sorumluluğun altına giren gazeteciler kadar, savaşlara ve çatışmalara karar vererek insan hayatı hakkında belirleyici rol oynayan politikacılar da sormalı.

MİT krizinin yırtıp attığı, Ankara’nın şimdiye kadar üzerine çok çok az yazılıp çizilen iktidar çekişmelerini, Kürt Sorunu gibi tüm ülkenin kaderini etkileyen bir konudaki temel politikaların nasıl oluştuğunu maskeleyen kalın sis perdesi oldu.

Şimdi birden, KCK Operasyonları’nın arasında olduğu özellikle Kürt Sorunu’na yönelik güvenlik ve yargının bir infaz aracı olarak kullanıldığı, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık bir yıldır hapiste olması gibi tuhaf ve trajik durum da, sonunda geniş çaplı olarak, layıkıyla sorgulanmaya başlandı.

Geçtiğimiz günlerde, Mehmet Ali Birand’ın mesleğin hakkını vererek yarattığı “28 Şubat” Belgeseli’ni izlerken, dönemin karanlığına dikkat çekmek için özellikle ön plana çıkardığı olaylardan ikisi, beni, yeniden altüst etti.

Bunlardan biri, Metin Göktepe’nin gözaltında öldürülmesi, diğeri Manisa Davası olarak Türkiye tarihine geçen, 16 gencin davası.

Gazeteciliğin gücü bu; akademisyenlikten de farklı şekilde, geçmişi bize hatırlatıyor, bugünü aktarıyor ve geleceğe ilişkin analizlerde bulunmamıza, çabuk ve hızlı biçimde imkân veriyor.

Göktepe’nin Ahmet Şık’ın yakın dostu olduğunu ve o dönem, Ahmet’in de haberleri nedeniyle “başı yanacak” sıradaki muhabir olmaktan bir süre Türkiye’den uzaklaştırarak kurtarıldığını öne sürebileceğimizi hatırlatalım.

Ahmet, böyle badireleri atlatarak gazetecilik yapmış biri.

Çarpıtılmış gerçeklerle kamuoyunun algılarını manipüle etmek ve siyasi propaganda için kullanan ‘gazetecilerin’ de, her ne kanattan olurlarsa olsunlar tasfiyesi eninde sonunda kaçınılmaz.

Son MİT krizinden sonra bu sürecin, siyasi bir intikam mekanizması olarak bunun ne yazık ki “ahlaki” sebeplerle değil, güç oyunları çerçevesinde gerçekleştiğine tanık olacağız.

Bundan birkaç ay önce “Zaman doğruyu gösterecek” diye yazdıklarımı belki, artık insanların yıllarını, hayatlarını çalan ceberut devlet zihniyetinden vazgeçilir umuduyla anımsatmak istiyorum:

“KCK operasyonlarının arkasındaki zihniyet de, Soğuk Savaş döneminde, her yerde düşman görmeye başlayan CIA’inkini anımsatmaya başladı bana... Kafasını ‘düşman’ fikrine takan, her yerde ‘düşmanı’ gören James J. Angleton’unki başta olmak üzere 1950’lerden 1970’lere CIA’e damgasını vuran aşırı şüpheci zihniyeti yani...

Angleton’a göre, ‘düşman’ KGB, CIA’i istediği tuzağa düşürecek kadar ABD’nin içine sızmıştı. Düşünün ki Angleton, şahinlerin şahini, ‘realist’ politikanın ‘babalarından’ Henry Kissenger’ın bile SSCB’nin etkisi altında olduğunu düşünüyordu.

Operasyon CHAOS adlı bu proje çerçevesinde, 1960 ve 1970’lerin savaş karşıtı, hak ve özgürlüklere odaklanan sivil toplum hareketlerinin destekçileri, devlet tarafından gölge gibi izlenmeye başladı.

Operasyon CHAOS’un sürdüğü 1967-1973’te, sekiz bine yakın Amerikan vatandaşı hakkında düzenli olarak dosyalar tutuldu, 300 bin kişi fişlendi. Bin kadar sivil toplum örgütü, ‘sakıncalı’ olarak takibe alındı.

Operasyon CHAOS’a harcanan emek ve para, herhalde SSCB ile olan yakınlaşmanın köklendirilmesine harcansa, Soğuk Savaş 1989’dan çok daha önce tarih olurdu.”


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums