Ahmet Şık: Kusurlarımızı gördüğümüz bir ayna

  • 3.02.2018 00:00

 Ahmet Şık’ı yakından tanıyan tanımayan herkesin hakkında hemen söyleyeceği şu: açık sözlüdür ve olduğu gibidir.

Aklındakini olduğu gibi söyler. Tabii, böylesi “açık sözlülük” pek öyle kolay kaldırılan ve hele Türkiye gibi bir ülkede de “bedelsiz” bırakılan bir özellik değil.  

Farklı düşünenlerin daha bir sessizleştiği son dönemlerde, Ahmet’in konuşması daha da bir dikkat çekti. Ve 29 Aralık 2016’dan beri de tutuklu...

25 Aralık 2017’de, kapsamında yargılandığı Cumhuriyet Gazetesi’nin 17 çalışanı başta olmak üzere 19 sanıklı davada da, savunma yapmasına izin verilmedi.

Gazeteci Hilmi Hacaloğlu, 31 Ekim 2016’da, Cumhuriyet gazetesine ilk operasyon düzenlendiği dönemde, Ahmet ile yaptığı röportajı şöyle aktarıyor:

“Hikmet Çetinkaya’nın odasında röportaj yaptığımda ona ‘Korkmuyor musun?’ diye sordum. Açıkça “Her kim korkmuyorum derse yalan söyler” dedi ve ekledi: ‘Konuşması gerekenler sustuğu için benim söylediklerim sertmiş gibi algılanıyor.”

Ahmet Şık, dönemin özel yetkili mahkemelerinin bulunduğu Beşiktaş Adliyesi'ne getirilirken...

Ahmet’in de, şu an evinde eşi, kızı ve köpeği ile rahat oturmak isteyeceğinden eminim; ama susmadığı için şimdi gene Silivri Cezaevi’nde.

10 Ocak 2015’te, Ruşen Çakır’ın kendisiyle yaptığı röportajda Ahmet şöyle diyordu:

“Gidin hayatımdan, özür istemiyorum. Çok ahlaksız ve samimiyetsiz buluyorum. Yok, ‘kullanılmışım’, yok ‘aptalmışım’ sözlerini bıraksınlar. Aklımla alay etmesinler.”

O dönemde, hapisten çıkalı yaklaşık üç yıl olmuştu. Yani, 12 Mart 2012’de “zorunlu Silivri ikametinin” sona ermesinin üzerinden üç sene geçmişti.

3 Mart 2011 tarihinde, “Ergenekon Soruşturması” kapsamında, evinde ve ders verdiği İstanbul Bilgi Üniversitesi'ndeki odasında yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştı.

Gözaltında iki gün kaldıktan sonra tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edilmişti. 6 Mart 2011'de de, tutuklanarak gazeteci Nedim Şener ile birlikte Metris Cezaevi'ne gönderildi; ardından da, o meşum Silivri’ye.

O dönemde, “İmamın Ordusu” adını vermeyi planladığı bir kitap yazıyordu Ahmet; gözaltına alınırken de, “Dokunan Yanar” diyerek bu kitaba ve kitabın konusu olan Gülen Cemaati’nin emniyet içindeki örgütlenmesine atıfta bulundu.

Sonradan, o zaman sadece taslak halinde olan bu kitap, 2011’de “Dokunan Yanar” ismiyle basılacaktı.

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, “İmamın Ordusu” kitap taslağının doküman ve tüm nüshalarına “Ergenekon silahlı terör örgütünün amacına hizmet etmek ve adil yargılamayı etkileme” gerekçesiyle el konulması kararını aldı.

Kararı alan kişi, Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz’dü.

23 Mart 2011’de de, kitabı basacağı öne sürülen İthaki Yayınevi’nin Kadıköy’deki merkezinde, polis ekipleri tarafından taslağın kopyası, yedi saat boyunca arandı.

Arama sırasında yayınevinde bulunan editör Ahmet Öz, daha önce de Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz'ün emriyle arama yapan polislerin, “Şık’ın kendisine gönderdiği kitap taslağını zaten aldıklarını ve o kopyayı sildiklerini” belirtti.

24 Mart’ta, İthaki Kitaevi gene arandı; Radikal gazetesinde de, kitabın bir nüshasının Ertuğrul Mavioğlu’nda olduğu iddiasıyla arama yapıldı. Aramalarda bulunan tüm taslaklar silindi.

Ancak, aynı gün kitap, Twitter ve Facebook üzerinden yayınlanmıştı bile…

Ahmet’in “sakıncalı kitabı” sosyal medya üzerinden yayınlanırken şu mesaj da paylaşılmıştı:

“Ahmet Şık’ın yazdığı ve çalışma başlığı İmamın Ordusu olan kitabı şu anda Dokunan Yanar başlığıyla ekranlarımızda…

Kitabın sahte kopyalarının elektronik ortamlarda dolaştığı şu günlerde, okurların “kitabın aslı”nı okuma olanağının sağlanmasını demokratik bir görev, düşünce özgürlüğünün savunulması yönünde bir katkı olduğu inancındayız. Kitabı internet ortamında yaymamızın tek nedeni ve amacı bundan ibarettir”.

Yayınlanmamış kitabın suç vesilesi sayılması, gazetecilerin tutuklanması, saatler süren aramaların yarattığı korku ve tedirginlik ortamı; hatta “sübliminal mesaj” tarzı “algı kontrolü” iddialarının ilk nüveleri…

Zira kitap ile ilgili olarak tutulan tutanakta şu ifadeler kullanılmıştı:

“12 Haziran 2011 tarihinde yapılacak olan genel seçimler öncesi yayınlanması planlanarak, genel seçimler öncesi ülke gündemini etkilemeyi ve yönlendirmeyi amaçladığı görüldüğü; bu kitap çalışması ile Ergenekon terör örgütünün amaç ve hedefleri doğrultusunda propaganda yapıldığı, bu kapsamda özellikle devam etmekte olan dava sürecini etkileyerek ve yönlendirerek Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs edildiği, ayrıca suçu ve suçluyu övdüğü anlaşıldığı belirtilmiştir.”

Ahmet, Mart 2016’da tahliye edildikten sonraki ilk açıklamasında şöyle konuşmuştu:

Çok fazla bir şey söylemek istemiyorum. Eksik kalmış adalet, hukuk ve demokrasi getirmeyecek. Sadece benim davamda 5 tutuklu var, 100 civarında gazeteci hala içeride. İfade özgürlüğü meselesi sadece gazetecilerin sorunu değil. 600 civarında öğrenci var.

Bunun mücadelesine devam edeceğiz. Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcılar ve hâkimler bu cezaevine girecek. Onlar buraya girdiğinde adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, o çete bağlantılı adamlar buraya girecek. Bunlara sesini çıkarmadığı için siyaseten sorumlu AKP hükümetidir.

Ahmet’in dediği çıktı; ancak, adalet gelmedi.

Öncelikle, Ahmet’in kendisi gene hapiste; ama onun ötesinde de, adaletsizlikler, özellikle de gazetecilere yönelik ve ifade özgürlüğüne ilişkin olanlar, katlanarak arttı.

Bu arada, Ahmet’in kapsamında yargılandığı Oda TV Davası da, 2011’den Nisan 2017’ye kadar sürdü. Sonunda da, Ahmet’in de aralarında olduğu 13 sanık beraat etti.

Duruşmada Ahmet, mahkemeye hitaben şunları söyledi:

“Girişteki adalet heykelin terazisinde bir tarafında adalet şeref diğerinde adaletsizlik ve şerefsizlik var. Ve maalesef bu yargı mensupları için bu terazinin kefesindeki kötülük daha ağır oluyor. Aslında söyleyecek çok söz var. Ama aklımdan geçenleri söylersem yeni bir dava olacak. Hakkımızda yeni iddianame yazan iktidarın tetikçiliğini yapanları kastediyorum. Bu Adliye sarayı adaletin mezarı oldu.”

Karar sonrasında da, izleyicilere hitaben şu sözleri sarfetti:

“Bu karar Cumhuriyet iddianamesini yazan ve kabul eden savcılara ve hâkimlere ders olsun.”

Daha o noktada olmadığımız çok açık. Ahmet şimdi, hem PKK, hem DHKP-C, hem de FETÖ’ye destekten yargılandığı gibi, savunma hakkını dahi kullanamaz hale getiriliyor.

Ancak, daha önceki kitabı örneğinde olduğu gibi, Ahmet’in yaptırılmayan savunması, daha çok yayılıyor; sosyal medya ve kalabilen bağımsız yayın organlarınca paylaşılıyor.

İngilizce olarak da, uluslararası mecralarda yayınlanıyor.

Tutukluluğunun 250. gününde, çalıştığı Cumhuriyet gazetesinde Canan Coşkun imzalı, dostlarının onu anlattığı bir haber yayınlandı.

Haberde, Ahmet ile ilgili, Ertuğrul Mavioğlu şunu diyordu:

“Evet, haklısınız, bir Ahmet Şık kolay olunmuyor.”

Evet, Ahmet Şık kolay olunmuyor; çünkü aynı zamanda onun seçtiği muhabir hayatı, gazeteciliğin en meşakkatli ve en az maddi getirisi olan, koşulların hep zorlu olduğu bir yaşam.

Ahmet de aradan geçen yıllarda, köşe yazarlığı veya editörlüğü seçerek masa başına geçebilirdi; ancak, hep “sahada” olmayı tercih etti.

Geriye bakınca da, tutuklanana kadar hala adliye muhabiri gibi dava takip ettiğini; birçok farklı alan ve konuda, aktif biçimde haber peşinde koştuğunun izini sürebilirsiniz.

Kolay koşullardan da yetişmemişti; 1970’te Adana’da mütevazı bir ailenin çocuğu olarak doğdu.

2011’de tutuklandığında emekli memur olan annesi Fatma Albay Şık, Ahmet’in görme engelli babası Hüseyin Bey ile beraber, şöyle diyecekti:

"Ben anneyim. 1980 öncesi kardeşimi şehit verdim, şimdi de oğlumu veremem. Oğlumun suçlu olduğuna inanmıyorum. Oğluma bir şey olursa kendimi yakarım… Oğullarımı başkalarının paralarıyla Amerika’da okutmadım, başkalarının paralarıyla iş kurmadım. Hediye gemiler almadım. Ben çocuklarımı okutmak için yeri geldi nikâh yüzüğümü, yeri geldi çeyizimi sattım, ama onları Türkiye’ye dürüst, onurlu bir miras vererek yetiştirdim?”

En baştan, eğitim hayatından başlayarak gazeteciliği seçti; İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. Mesleğe, üniversitenin birinci sınıfında Milliyet gazetesinde stajyer muhabir olarak başladı.

Burada kişisel bir parantez açayım; ben de aşağı yukarı bu yaştayken ve Milliyet’te stajyer muhabirken tanıştım-o zamanlar Ahmet, Radikal gazetesinde kıdemli bir muhabirdi.

Benim de ilk gözlemim, hep koruyucu ve kollayıcı bir yönü olduğu, kime ve nasıl olursa olsun haksızlığa hiç dayanamadığı idi.

Radikal dışında, Cumhuriyet, Evrensel ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Nokta dergisinde muhabir, Reuters haber ajansında foto muhabiri olarak da çalıştı Ahmet; tehlikeyle de hep burun buruna yaşadı.

1996’da gözaltında öldürülen gazeteci, Evrensel muhabiri Metin Göktepe’nin en yakın dostu Ahmet Şık idi.

İkisi de, çok gözü kara şekilde, 1990’ların yoğun insan hakları ihlalleri ve hatta faili meçhul cinayetlerin haberlerinin peşinde beraber koşarlardı.

Hatta Ahmet, daha da sert ve iğneli biçimde lafını sakınmadan, sık sık polislerle de kavga edermiş o dönemde.
Nazım Alpman, ikisinin dostluğu ve Ahmet’in de o dönem nasıl “kıl payı” hayatta kaldığını bir BirGün gazetesindeki, 7 Ocak 2017 tarihli “Ahmet Şık -döverek öldüremedikleri- Metin Göktepe’dir!” yazısında şöyle aktarmıştı:

“O dönemde Ahmet Şık evine geldiğinde kapılarının açık dolaplarının karıştırılmış ama hiçbir şey alınmamış olduğunu görmeye başlamıştı. Bazen pencereler ve televizyon açık bırakılarak çıkılıp gidiliyordu. Ahmet’e “mesajlar” veriliyordu:
- Seninle ilgileniyoruz!
Ahmet Şık, bir eğitim bursunu kabul ederek yurt dışına çıktı.”

Nazım Alpman, gene aynı yazısında, yaklaşık 21 yıl sonra, bu sefer Gezi Protestolarında, Ahmet’in yine “direkten döndüğünü” şu ifadelerle dile getiriyordu:

“Ahmet Şık 2013 Haziran’ında Gezi Parkı Direnişi’nin ilk günü başına isabet eden bir gaz fişeğiyle vuruldu. Hastanede iki gün yattı. Taburcu olunca yeniden Gezi Parkı’na döndü.

Bu sefer başında gazeteciler için üretilmiş bir kask vardı, ensesine kadar inen bir koruma bölgesi bulunuyordu. Kaskın en alt koruma alanına yine bir fişek isabet etmişti. Eğer o kask olmasaydı, Ahmet en iyi ihtimalle felç olabilirdi!"

Ahmet Şık için en güzel tespiti onu yeniden tutukladıkları gün Barış Tahmaz yaptı:

Ahmet Şık döverek öldüremedikleri Metin Göktepe’dir!”

Metin Göktepe’nin annesi Fadime Göktepe de, oğlunun 2017’deki ölüm yıldönümünde mezarı başında, şöyle demişti:

Metinim 22 yıl önce öldürüldü o bir gazeteciydi. Benim için emekçiler kadınlar çocuklar birer Metin’dir. Fatih [Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat], Ahmet benim için bir Metin’dir. Onları Metin kadar seviyorum. Yani hepiniz birer Metin’siniz benim için…Ahmet Şık niye cezaevinde. Gerçeği yazdı. Metin’i de onun için katlettiler. Tüm gazeteciler benim için bir Metin. Ben katilleri biliyorum.

Daha çok şey yazılabilir Ahmet ile ilgili; burada bahsettiğimizden daha farklı kereler, hakkında soruşturmalar açıldı, haberleri nedeniyle defalarca davalık oldu, Diyarbakır Barosu’nun “Herkes için Adalet Projesi” kapsamında kara mayınlarıyla ilgili çalışmak gibi pek bilinmeyen başka riskli işler de yaptı, beş kitaba imza attı ve bir düzineye yakın ulusal çapta ve uluslararası ödül aldı.

Ahmet’i, bir gazetecinin olması gerektiği gibi, “kusurlarımızı gösteren bir ayna” olarak nitelemek herhalde yerinde olur.

Ahmet’in eşi Yonca Verdioğlu Şık, 2016’da Ahmet tutuklandığında, Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, “Bu akılsızlığın Ahmet Şık'ı yıldırmayacağını biliyoruz. Giderken dediği gibi 'yarınlar bizimdir'” demişti.

Evet; 2018’de “yarınların” Şık ailesi ile beraber olması mümkün olursa, onlarla beraber Türkiye için de çok müspet bir gelişme olur.

Tüm tutuklu gazetecilerin tahliye olacağı ve gazeteciliğin “serbest” kalacağı, adaletli bir 2018 dileğiyle.

.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums