Buharlaşan Kürt Sorunu

  • 19.03.2017 00:00

 Washington Post’ta geçtiğimiz günlerde, benim de kişisel olarak tanıyıp, Türkiye dışındaki başka ülkeler üzerindeki çalışmalarını kullandığım Amerikalı bir düşünce kuruluşu uzmanının bir yazısı yayınlandı. Yazıyı okudukça çok şaşırdım; Türkiye’yi “hap gibi” basitleştirerek yazmak istemiş ancak, ortaya çıkan gerçeklerden tamamen kopuk, yanlış bilgiler veren bir kelime yumağı olmuş… Yazar, Türkiye hakkında “yanlış bilinen gerçekler, beş mit” diye, bazı tezleri çürütmeye çalışmış… Ele alınan “mitlerden” biri de, “Türkiye’de Kürt Sorunu vardır”. Yazar, “bu doğru değil; Kürtler, çoğunlukla kendilerini Türk kabul ederler ve toplumun geri kalanına entegredirler. Kürt Sorunu yoktur” diyor özetle…

Evet; gerçekten de “Kürt Sorunu” artık yok Türkiye’nin; yani, 15 yıldır benim çalıştığım, bildiğim şekli ile yok… Form değiştirdi, başka boyutlar aldı ve bizim tanıdığımızdan farklı bir biçime dönüştü ve dönüşmekte; ancak, artık üzerine konuşamadığımız için, bu konu toplumsal ve siyasi açıdan “vebalı” konuya dönüştüğü için, neye dönüştü bilemiyoruz. Sadece Kürt Meselesi değil, hiçbir “gerçek” meseleyi; mesela işsizliği, mesela kutuplaşmayı, mesela eğitim sorunlarını konuşup tartışamadığımız, bu konuların hiçbiri yokmuş gibi davranıyoruz. Bu açıdan Türkiye’nin halini, kronik bir hastalığı; örneğin şekeri olan ve yokmuş gibi davranan birine benzetiyorum. Değil sağlık meselesinin bilincinde olup ona göre yaşamak; “gelsin baklavalar börekler, üzerine de mis gibi bol şekerli şerbet” gibi davranıyor Türkiye… Sonra, siyasi ve toplumsal sorunları teşhis etmek için onlarca yıl eğitim görmüş, profesyonel olarak dirsek çürütmüş bizim gibiler suçlu oluyor. Neden? Çünkü, doktorlar gibi işimizi yapıp teşhis koyuyoruz. Bu inkarcı ortamda da, hastanelerde saldırıya uğrayıp öldürülen doktorların durumuna düşüyoruz…

Diyarbakır’da Ahmed Arif’in büstü saldırıya uğramış; paramparça edilmiş… Bir şairden bahsediyoruz…

“Lo ben seni hapislerde sevmişim,

Ben seni sürgünlerde.

Yurdum benim şahdamarım…” yazan bir şairden…

O bile, sırf kimliği yüzünden, birkaç beden büyük geldi gittikçe daralan tahammül alanımıza…

Gerçeklerle yüzleşmek zor gelince, haydi o zaman inkara buyuralım…

Gazeteci Eylem Emel Yılmaz, bugünlerde “Cizre’den Yüksekova’ya İstanbul’un yeni sakinleri” diye bir yazı dizisi kaleme almış… 2015’in 7 Haziran sonrası, “hendek-barikat” konusu olarak başlayıp, Cizre-Şırnak-Nusaybin-Diyarbakır/Sur-Yüksekova gibi noktalarda aylar süren sokağa çıkma yasakları ve ağır tahribat ile süren; sonucunda da, yüzbinlerce insanın evi barkı darman duman oldu. Tam olarak kaç kişi göç etmek zorunda kaldı bu süreç sonunda bilemiyoruz; 1990’ların “zorunlu göçlerinin” bize miras bıraktığı dernekler Göç-Der’e göre, 2015-16’daki süreçte, 600 bin kadar kişi göç etmek zorunda kalmış olabilir.

Yılmaz’ın, “Sizi İstanbul’un yeni sakinleriyle tanıştırayım” diyerek okuyuculara sunduğu anılar, insan hikayeleri geçidinde anlatılanlar, büyük trajediler, travmalar… Bu yaşananların, hiçbir toplumsal etkisi olmayacağını söyleyip geçmek mümkün değil…

Yazı dizisinin başlangıcında şu satırlar var;

“İstanbul, iş ve daha iyi bir yaşam umuduyla yoluna düşülen, en çok göç alan bir metropol. Genellikle umutlar yerini çaresizliğe bıraksa da, İstanbul yine en çok göç alan kentler sıralamasında üçüncü olarak yer almış. En çok göç edilen ilk iki il ise Mersin ve Diyarbakır olmuş. Şırnak, Cizre, Nusaybin ve Yüksekova başta olmak üzere birçok insan yıkılan kentlerinden, kurşun seslerinden, patlayan bombalardan, açlıktan, susuzluktan geçip, üzerlerindeki kıyafetleriyle terk etmek zorunda kaldıkları evlerini arkalarına alıp, İstanbul’a geldiler. Ben de, İstanbul kazan ben kepçe yollara düşüp, kapılarını çaldım. İstanbulluların yeni komşuları ırkçılıktan şikâyetçi, bu yüzden ev ve iş bulmak onlar için bir çile. Çocuklarına bırakacağı evi yıkılmış, yıllarca evinin, çocuklarının hiçbir eksiği kalmasın diye çalışıp da aldığı eşyaları birer hurdaya dönmüş, ailesiyle birlikte başkasının evinde yaşamanın zorluğundan bıkıp da son bir gayret çocukları için ev ve iş arayan bir baba; “Nerelisin?” sorusuna, “Hakkâriliyim”, “Cizreliyim”, “Nusaybinliyim” cevabını verdiğinde, İstanbul’da çaldığı her kapı yüzüne kapatılıyor. “

Demokrat Haber sitesinde yayınlanıyor; herkesin okuması lazım bu yazı dizisini… Türkiye’yi Washington’dan bakıp, bir Amerikalı olarak tanımak anlamak zor ama; vatandaş olarak, Türkiye’de yaşayan veya doğrudan bağı olan biriyseniz, o zaman durum farklı…

Yılmaz’ın yazı dizisini, herkesin okuması için önermemin birinci sebebi; elbette ki, kim ne derse desin, Türkiye’nin en temel ve yakıcı sorunlarından olan Kürt Meselesi’nin bugün aldığı boyutla ilgili ipuçları edinmek… Sadece “ipuçları” diyorum çünkü, Yılmaz’ın dizisi gibi daha birçok çalışma yapılmalı; akademik olarak da, gazetecilik örneği olarak da… Ancak o zaman, 2017 itibariyle Kürt Meselesi nereye geldi, nereye gidiyor anlamaya başlayabiliriz.

Yoksa, “yok” demekle sorunlar yok olsaydı, ne doktorlara, ne siyaset bilimcilere, ne de gazetecilere ihtiyaç olurdu…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums