16 Nisan “Tarihin Sonu” mu?

  • 8.02.2017 00:00

 Türkiye, 16 Nisan’da tarih bitiyor, dünya duruyormuş gibi bir ruh hali içinde. Referandum olacak bitecek ve tarih orada noktalanacak sanki. Özellikle, “Evet” kampında böyle bir hava var. Masallardaki, “Mutlu Son”a kavuşulacak ve her şey de o dönüm noktasından sonra, “Evetçilere” çok güzel olacak gibi bir yaklaşım var…

Oysa, yüksek gerilim hattında zıplaya hoplaya seker olmak, yaşam stilimiz oldu ülkece…
Mesela, iç politikada, “terörist” etiketi çok kolay yapışır oldu. Her an herkes, bu etiketle yaftalanabilir…

Artık, Türkiye bu sert söyleme alışık.
Gerçi, “Hayır” yöneliminde olan ve hangi güvenilir kamuoyu araştırmasına bakılsa toplumun yarısını oluşturduğu gözlenen bir kitleye, “darbeci”, “15 Temmuzcu”, “terörist” denilmesi, neresinden bakılsa, OHAL Türkiye’si standartlarında bile biraz ağır oluyor ama…
Ama oluyor da…
Her an her şey olabilir; kimsenin bir garantisi yok. Dünün kahramanı bugünün haini veya tersi olabilir….
Cıva gibi Türkiye’nin hali; hem çok toksik, hem de öyle hızlı hareket ediyor ki…
Hal böyle olunca…
Siyaset bilimi penceresinden bakınca da, bu referandumla ilgili tahmin yapmak son derece zor. Kamuoyu araştırmalarının ve istatistik verileri üzerine kurulu siyaset bilimi çalışmalarının duayen ismi Ali Çarkoğlu, Şubat ayında, Deutsche Welle’ye verdiği bir mülakatta şöyle diyordu:
“Bir defa şu anki araştırma sonuçlarına çok fazla güvenmemek lazım. Niye? Henüz araştırma ortamı bence yok. Ama hiçbir zaman da olmayabilir. Yani sağlıklı bir tahmin yapmaya olanak verecek bir seçim ortamı, bu referandum etrafında oluşmayabilir.
Örneğin, “Hayırcılar kim?”, Kimler hayır diyor?” böyle bir tartışma yapılıyor. Bu öyle bir şekilde yapılıyor ki, yani hayırcıysanız bunu dile getirmeniz durumunda, kimlerle aynı gruba konuluyorsunuz? En başta Fethullahçı Terör Örgütü’yle (FETÖ), sonra PKK’yla, onun dışında da DAEŞ (Irak-Şam İslam Devleti-IŞİD), vs. Söylem, “Bunlar da hayır diyor”. Bu öyle bir ortam yaratıyor ki, şimdi kaç kişi böyle üçlü bir grubun yanındaymış gibi, evine gelen bir anketöre hayır diyebilir? Aslında ben açıkçası, kamuoyu yoklamalarında hayır oylarının bu kadar yüksek olmasına da şaşırıyorum, bu nedenle.” 

Siyasi tarihimizin öyle bir noktasındayız ki, geçmişe bakarak yorum yapmak mümkün değil. Yeni bir yerdeyiz ve bu “yeni yerin” neresi olduğunu da bilemiyoruz. O yüzden, bence, Ankara’da “en çok bilgiye haiz” konumda olduğunu düşünenler bile, boşlukta savrularak ilerliyor…

7 Haziran 2015’ten beri adeta bir korku tüneline girdi ülke ve zaten yaşanmadık neredeyse hiçbir şey kalmadı. Öyle bir savruluş ortamı ki, hiçbir şey iz bırakmıyor, etki etmiyor, yapışıp kalmıyor…

Çok muazzam ve sarsıcı bir tüketicilik var topluma sirayet etmiş…

15 Temmuz gibi müthiş bir travma bile, daha birinci yılına gelmeden adeta tüketildi…

Bugünlerde bir süreliğine araştırma için bulunduğum Macaristan’da, “1956 Devrimi”, yani Sovyetler’in ülkedeki siyasi etkisine karşı baş kaldırılan, “halkın tanklar üzerine çıktığı” dönemin izleri, hatırası öyle canlı ki bugün bile…

Ya 15 Temmuz, daha birinci yıl dönümünde nasıl hatırlanacak…

Hatırlanacak mı?

Çok da hazin bir durum bu; adeta sadece “anda” yaşıyoruz; o saniye, o dakika, o saat veya belki en fazla o gün…

Sonra, unutuluyor herkes ve her şey.

Kolektif bir hafıza kaybı gibi…

Bu kadar hızlı tüketen ve bu kadar kutuplaşmış bir toplumda, ne “Evet” ne de “Hayır” sonrası ne olabileceğini kimse kestiremez. En iyi ihtimalle, kafadan bir şeyler atılabilir ve bunlar es kaza tutarsa, “dediğim çıktı” denilebilir.

Kesinlikle söylenebilecek bir şey varsa, 16 Nisan’ın kimse için tarihin sonu olmadığı; olamayacağı…

Bir türbülansa girildi; 7 Haziran 2015’ten beri bu türbülans giderek de artıyor ve bir şekilde, bir “sakinlemek” çok da kolay değil. “Sakinlemenin”, türbülanstan çıkmanın reçetesi çok belli; derinleştikçe derinleşen toplumsal ve siyasi kutuplaşma sona ermek, bir nebze hafiflemek veya en azından vites küçültmek zorunda. Ama bu da, siyasi statükonun değişmesi demek.

Statükonun teminatı kutuplaşma olunca da, bir fasit daire çizilip duruyor; ne var ki, fasit dairede dönüp dönüp durdukça, aynı zamanda bir çukur açılıyor…Toplu bir gömülme hali yaşanıyor…

“Ya benimsin, ya kara toprağın” oluyor halimizin tarifi…

Şimdi, bir de, “yerli ve milli” kutuplaşma hallerimiz, Türkiye dışına taşınıyor. Almanya ile yaşanan zıtlaşma, bu sefer öyle kolay aşılabilecek bir gerilim değil: 24 Eylül 2017’de Almanya’da gerçekleşecek olan federal parlamento seçimleri, bana kalırsa, bir iktidar değişimi ile sonuçlanacak. Yani, bugün artık en üst ağızlardan “Nazi” olarak etiketlenen Angela Merkel’in şansölyelik dönemi tarih olacak. Ancak, bu durum, son demlerinde Ankara tarafından “darbecilik” ve “teröristlikle” suçlanan Barack Obama’nın, başkanlığının tarih olması gibi, yeni bir kırılma noktası demek…

Ankara perspektifinden bakılınca, “stres topu” gibi kullanılabilen “mülayim” Obama ve Merkel’in yerine gelenler, gidenleri aratıyor, bu gidişle aratacak da…

Ancak, 24 Eylül 2017, Türkiye için çok çok uzak bir tarih…Referandum meselesinden bağımsız olarak, pozitif veya negatif, öngöremeyeceğimiz bir geleceğe ilerliyoruz Türkiye olarak. Görülen tek şey ufukta, tarihin sonuna değil de, bir şeylerin başlangıcına geldiğimiz…O başlangıcın, neyin başlangıcı olduğunu ise bilmek imkansız…

Yönetmen Jim Jarmusch’un son filmi “Paterson”un sonunda geçen replikte olduğu gibi; “Bazen, boş bir sayfa en muazzam hediyedir, çünkü çok imkanı, boş bir sayfa sunar”.

Belki, Türkiye’nin önünde açılan bir boş sayfa da, bir şekilde bir yavaşlatır, sakinletir Türkiye’yi; işte o zaman hatırlayabiliriz, tüketmeyi bırakabiliriz ve türbülanslardan çıkıp bir rahatlayabiliriz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums