Dünyayı değiştiren öpücük (1)

  • 10.11.2011 00:00

 

 
Dünyayı değiştiren öpücük (1)

Dünyadan kopmuş gitmiş, iç içe geçmiş, tek bir varlığa dönüşmüş iki kişinin tasviri. Tutku, şefkat, heyecan, üzerine titremek; iki kişi arasındaki tüm mahrem, büyülü duygular... Bu iki kişi, bir altın yorganla kaplı bir yatakta mı, yoksa bir bahar, cennet bahçesinde mi?

Dünyayı değiştirecek kadar güçlü bir an ve bu kadar kırılgan, zarif bir görüntü; arka planda ise yıldızlı, yaldızlı bir sonsuzluk.

Gustav Klimt’in, bugün Viyana’da Belvedere Şatosu’nda sergilenen resmi Öpücük, modern sanatın üzerine en çok konuşulan resimlerinden biri. Kuşkusuz, resim dünyasının, imgesi her türlü tuhaf objenin üzerine kopyalanmış eserlerinden de. Nevresimlerden çikolatalara, çantalardan kalemtıraşlara, “Öpücük” her yerde.

İlk kez Mayıs 1908’de görücüye çıkan bu resmi bu denli çekici, bu denli ilginç kılan ne? Yaşam boyu hepimiz, yakalayamayacağımızı bile bile bu ânın peşinde miyiz?

Veya Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ndeki kahramanının deyişiyle, “Hayatımın en mutlu ânıymış, bilmiyordum...”

Ya da, devamında dendiği gibi, “Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi? Evet, bunun hayatımın en mutlu ânı olduğunu anlayabilseydim, asla kaçırmazdım o mutluluğu. Derin bir huzurla her yerimi saran o harika altın an belki birkaç saniye sürmüştü, ama mutluluk bana saatlerce, yıllarca gibi gelmişti...”

“Öpücük”, bizi çekiyor çünkü bilmemeye mahkûmuz. Her ânı, daha yaşarken yitirmeye ve ancak, herşey olup bittikten sonra anlamını kavramaya ve o anları, bir daha asla ele geçirememeye mahkûmuz... Hayatın kıymetli anları, en ufak rüzgârda üflenip uçuveren altın tozları kadar değerli ve savruk, uçuş uçuş.

Bugün de, Viyana ve Budapeşte, altın ışıklarla kaplı bir öğleden sonra yaşarken, Belvedere Şatosu’nda kalabalıklar adeta dinî bir vecibeyi yerine getirirmişçesine, Öpücük’ü görmeye akıyor.

Belvedere Sanat Müzesi’nin eski yöneticisi Gerbert Frodl’a göre, gerçekten de, Öpücük bir nevi dinî eser gibi saygı görüyor, ilgi odağı oluyor.

Kutsal olanın, insandan uzakta değil insanın kendisinde arandığı, bir dönüm noktasında, Viyana’nın altın çağında yapılmış bir resim bu.

Yirminci yüzyıl başında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Viyana’sı, psikanalizmin yaratıcısı Sigmund Freud, klasik müziğe sokaktan, hayattan sesleri getiren besteci Gustav Mahler, insan ilişkileri üzerine bilinçaltını, zihnin oyunlarını ön plana çıkararak yazan Arthur Schnitzler, insan vücudunu, güzelleştirmeye çalışmadan tüm açıklığıyla resmeden Egon Schiele, mimaride modernliği yaratanlardan Adolf Loos, konuştuğumuz dillerin mantıksal ortak şifresini çözmeye çalılan filozof Ludwig Wittgenstein gibi isimlerin şehriydi.

Diğer bir deyişle Viyana, bugünkü modern zihin dünyamızın, belki de, doğum yeriydi.

İmparatorluğun görkeminin, zihinsel zenginliğin yaratıcı heyecanının, burjuvazinin ‘dışarıda yemek’, ‘tatile çıkmak’, ‘alışveriş’ gibi bugünün dünyasına egemen ‘zevklerle’ örülü eğlencesinin oluşturduğu dekoratif sahnenin perde arkasında ise, eşitsizlik, adaletsizlik, fakirlik, ezilmişliğin enkazı vardı.

Gazeteci, kara mizah ustası Karl Kraus’un ifadesiyle, “Viyana, ikiyüzlülük üzerine” kurulmuştu. Dışarıdan bakıldığında güven, konfor, sefa ve ayrıcalıklar üzerine kurulu düzen, içten içe insan onuru ve vicdanını kemiren çifte standartlar tarafından yok ediliyordu.

Kraus, Die letzten Tage der Menschheit (İnsanlığın Son Günleri) adlı, 1922 tarihli oyununda, Viyana’nın “insanlığın toplu yokoluşunun deney sahası” olduğundan dem vurmuştu.

Gerçekten de, Viyana, bu sözlerin yazılmasından bir 10 yıl sonra, Nazizm’in yükseliş noktalarından biri olacaktı.

Tablonun ressamı, Klimt, eseri hakkında ne düşünüyordu bilemiyoruz. “Beni anlamak isteyen, resmettiklerime baksın” sözleri dışında, kendini fazla açmayan bir ressamdı Klimt. İlerleyen yaşlarında bile annesi ve kızkardeşleriyle, sıkıcı sayılabilecek kadar ‘münzevi’ bir hayat sürer gibi gözükürken, arka planda, müthiş tutkulu, adeta vahşice arzulu hayatı olan biri.

Hiçbir zaman gerçek bir ilişkiye girip, kendini korunaklı kozasından dışarı çıkarmaya yanaşmamış, ancak ölümünden sonra hakkında 14 babalık davası açılan, yaratıcılığıyla çekim alanı yaratan ve ‘masumiyet müzesi’ ana evinde, hiç büyümeyen bir çocuk gibi yaşayan bir insan. Stüdyosunda sarışın ve kızıl, altının tüm tonlarından kendisini çevreleyen modellerinin hiçbirini gerçekten sevmeye cesaret edemeyen bir kaçak. Kırılma korkusuyla, kendini, kendi ördüğü duvarların ardına gizleyerek,Öpücük’te tasvir ettiği dünyadan kendini mahrum etmiş diyebilir miyiz?

Gelecek yıl, Viyana’da temmuz ayında, Klimt’in ‘150. Doğum günü’ kutlanacak. Tabii, insan doğasının karmaşıklığıyla hesaplaşmaya çalışan ‘modern’ düşüncenin de...


oneysezin@hotmail.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums