- 13.06.2016 00:00
Britanya, 23 Haziran’da yapılacak olan referandumda, sadece ülkenin değil, Avrupa Birliği’nin ve AB’nin ilintili olduğu tüm coğrafyanın kaderini şekillendirebilecek bir karar verecek.
Soru şu; “Should the United Kingdom remain a member of the European Union or leave the European Union?”. Yani, Birleşik Krallık, AB’nin bir üyesi olarak mı kalmalı, yoksa Avrupa Birliği’nden ayrılmalı mı?
Sorunun nasıl sorulduğu, cümlenin nasıl kurulduğu bile bir referandumun kaderini belirleyebilir. Edinburg Üniversitesi’nden hukuk profesörü hocam, referandum uzmanı Stephen Tierney’in dersinde bize ilk öğrettiklerinden biri buydu. İskoçya’nın 2014’teki bağımsızlık referandumu sürecinde de, hukuki uzman olarak aktif rol alan Tierney, ayrıca şunu da hep vurgulardı: Bir referandumun oylaması değil, referanduma giden süreç çok önemlidir. Adil ve şeffaf bir tartışma süreci yaşanmazsa, toplum neye “evet” veya “hayır” dediğinin bilincine varmazsa, referandumlar olabilecek en kötü sandık yöntemidir. Şimdi, Brexit kampanyasında “evetçi” İşçi Partisi’nin gölge kabinedeki İçişleri Bakanı Andy Burnham’ın deyişiyle, “AB’ye evetçiler, çok fazla Hampstead ağzı ile konuştu ve yeterince Hull’dan gibi davranamadı”. Hampstead, bir nevi Londra’nın Nişantaşı/Etiler’i gibi; Hull ise Kasımpaşa.
Cameron kendi kazdığı kuyuya düşüyor
Britanya’da Muhafazakâr Parti’nin 2015 seçim kampanyasında vaat ettiklerinden biri, “AB üyeliğinin şartlarının yeniden müzakere edilmesi ve AB üyeliğiyle ilgili bir referanduma gidilmesi” idi.
Parti lideri David Cameron, şu an “AB üyesi olarak kalmayı” destekliyor; ancak 2011’de bir AB anlaşmasını veto eden ilk Britanya başbakanı olduğundan beri, hep “AB’ye karşı bağımsızlığı” milliyetçi duyguları alevlendiren bir koz olarak kullandı. Ama mayıstaki yerel seçimlere kadar Londra belediye başkanı olan, Muhafazakârların ağır toplarından Boris Johnson’un da “Brexit”e, yani Britanya’nın “AB’ye hayır”a destek vermesi gibi dönüm noktaları, işlerin Cameron’un beklediği gibi gitmemesine neden oldu. Şimdi, olası bir “Britain exit” (Britanya’nın çıkışı), Cameron’un da parti liderliğine mal olabilecek.
Kaderin cilvesine bakın ki, Osmanlı’nın meşhur liberal gazeteci ve şairi Ali Kemal Bey’in, öksüz-yetim kalması sonucu köklerini tamamen ret içinde yetiştirilen torunu Boris Johnson da, Muhafazakâr Parti’nin yeni lideri olmaya en yakın isimlerden.
Kaderin cilveleri burada da bitmiyor; Türkiye’nin AB üyeliği ve vize serbestisi meselesi, “Brexit” kampanyası sürecinde en önemli gündem maddelerinden birine dönüşmüş durumda. İngiliz tabloid basını başta olmak üzere tüm sağ ve muhafazakâr basında, hemen her gün “Türkiye” ve “İslamcı terörü” ilintilendirilen haberler çıkıyor.
Romanya ve Bulgaristan’ın AB üyesi olduğu dönemde, bu ülke vatandaşları Romanlarla ilgili, “Britanya’nın sosyal düzenlik sistemini batıracakları” minvalinde ne kadar çok düzmece haber yapıldığını, akademik olarak bizzat incelediğimden, bugün Türkiye ile ilgili çıkan haberlere de şüphe ile yaklaşıyorum. Gel gelelim, Türkiye’nin hem içerisinde köklenen “Cihatçı” olma iddiasındaki terör örgütleri bakımından, gerekse de kendi politik durumu açısından hali o kadar kötü ki, negatif haber için “doğru” malzeme de çok.
Tüm AB’yi ve hatta dünyayı ekonomik ve AB’nin yakın çevresini politik olarak da sarsabilecek bir durum Brexit. Ve oylamaya 10 gün kala, Economist’in verilerine göre, “AB üyeliğinden çıkmayı” destekleyenler yüzde 43 oyla önde gidiyor. Kalmayı destekleyenlerse yüzde 42 oranında.
“Brexitmek” veya “Brexitmemek” arasındaki fark kıl payı yani.
Yorum Yap