- 26.04.2016 00:00
Akademik olarak başlıca çalışma konum popülizm. , temel olarak “Bizler ve Onlar” düşmanlaşmasına, toplumsal gerilimine, kutuplaşmasına dayanan ideoloji ve politik strateji. Popülist politikacılar, “Halk”ı temsil ettiklerini, hatta halkın kendilerinde vücut bulduğunu öne sürüyorlar. Bu iddialarının temel dayanağı olarak da, “Halk düşmanı olanlara karşı savaşlarını” gösteriyorlar. Bu “savaşın”, halkı “bastıran”, “zincirleyen”, “ezen” seçkinlere, “yoPopülizmzlaşmış elitlere” karşı verildiği iddia ediliyor. Bu “iç mihrak kötülerin”, dış bağlantıları da var.
Dünya, adeta “halka” karşı bir komplo. “Halk” olarak tahayyül edilen kitle, bu düşman algısı üzerinden giderek somutlaşıyor, kemikleşiyor. Ve “halk” giderek kendini, popülist hareket veya liderin kurduğu ekonomik, sosyal, kültürel evreni soluyarak, yaşayarak varlık bulan bir hayali gerçekliğe kavuşuyor.
Tabii, popülizmin “halk” tahayyülü, kutuplaşmaya dayandığından, bir ülkedeki gerçek halk kitlelerinin hepsini, vatandaşların tümünün içerilebilmesine imkan yok. Muhakkak ki, birileri dışlanacak, düşmanlaştırılacak, itilip kakılacak. Zaten de, popülizmin ötekileştirici, kutuplaştırıcı söylemini kaldırabilmek, sindirebilmek de herkes için mümkün değil. Yani, popülizmin “halkı” sadece toplumdaki “bazı kişilerden” oluşuyor.
Popülizm, biraz boş bir kap gibi; içine söz konusu toplumun içinden çıkan kültürel ve politik kodları ile içi dolduruluyor. Bir ülkede İslam, diğerinde Hıristiyanlık, hatta laiklik; birinde sol, birindeyse sağ siyaset baskın çıkabiliyor.
Popülizmi anlattıkça, dinleyenlerin aklına Türkiye’de ve Türkiye dışında, hep söz konusu ülkenin siyaseti ile güncel çağrışımlar geliyor. Sıklıkla karşılaştığım bir soru da, “popülizmin sonu ne oluyor”; yani, bir nevi, filmin sonunda ne var?
Popülizmin etkisi, ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin aday adayı Donald Trump’tan, Polonya’da Cumhurbaşkanı Jarosław Kaczyński’ye, Hindistan’da Başbakan Narendra Modi’ye bir çok farklı figürde beden bularak karşımıza çıkıyor. Tabii, bir ülkenin popülist lider veya hareketin ne kadar etkisine girdiği, yani popülizmin bir ülkede ne kadar egemen hale geldiği de önemli. İşte, o derece, ülkede neyin ne kadar ters gittiğini veya gidebileceğini de belirliyor.
İşte, bu sorunun yanıtı, her ülkenin kendisinin verebileceği bir şey; ancak, kritik kavşaklardan dönülmezse, uçurumdan savrulmak kaçınılmaz gözüküyor. Çünkü, popülizm bir nevi uyuşturucu gibi; egemenliği pekiştikçe, popülist hareket veya lider gücünü sürdürmek için popülizmin dozunu arttırıyor. Arttıkça artan doz sonunda ülkedeki kamplaşmayı “tek gerçek” haline getiriyor ve sorunlar çözülmeye çözülmeye, ülkeyi bir nevi “çöp eve” döndürüyor.
Popülizmin son evresine örnek, bugünlerin Venezüella’sı. “Karizmatik”, “devrimci” lider Hugo Chávez, 2013’te kanserden öldü malum. 1998’den beri iktidarda olan Chávez, ülkenin sistemini kendi ekseninde baştan aşağı değiştirdi. Ölümünden sonra yerine geçen selefi Nicolás Maduro’nun dört yıllık devlet başkanlığı da, kutuplaşmanın iyice arttığı, sistemsel değişikliğinin negatif etkilerinin patlak verdiği, yolsuzluğun tavan yaptığı bir dönem oldu. 2015 sonundaki seçimlerde, muhalefet, yaklaşık 20 yıldan sonra iktidara geldi ama hem devlet başkanlığı süren Maduro ile çekişme, hem sorunların kangrenleşmesi derken, çözümler artık çok zor.
Bugün itibariyle de, petrol dışında dayanacağı kaynağı kalmayan, endüstrisi durma noktasına gelen Venezüella’da, günde dört saat sürecek, ülke genelinde elektrik kesintilerine başlıyor. Halka da, “vatanseverlikle” sadece elektrik kesintileri değil, karne ile gıda alımı, çökmüş sağlık sistemine tahammül etmeleri söyleniyor.
Yorum Yap