- 2.02.2016 00:00
"Yerli ve milli" denilip durulurken; Türkiye, tarihinin en büyük beyin göçünü yaşamanın arifesinde...
Akademik dünyanın tüm kademelerinde, fen bilimlerinden sosyal bilimlere kadar tüm alanlarında, başarılı hoca ve öğrencilerin ağzında, daha önce hiç olmadığı kadar, "Türkiye'den gitmek" sözü var. Her kesimden öğrenciler ve genç akademisyenler, bu fikri özellikle dillendiriyor.
Her kesim diye üzerine basa basa söylüyorum; sadece "Beyaz Türk", "beyaz yakalı" şablonuna oturanlar değil-son derece muhafazakar, son derece "Anadolulu" kesimlerde de, "hicret" artık tek hayal, tek ideal.
"Nereye olursa olsun hicret" hayali kuranlara her kesimde artan yoğunlukta rastlıyorum dedim ya: tek bir kesim istisna; kendisi bir şekilde (ailesi, yakın çevresi, işi yoluyla) bilfiil şu anki iktidar ile aktif bir ilişki içinde olanlar.
Evet, üniversite çevrelerine bakınca, sadece iktidara yakın kesimin kendini son derece evinde hissettiğini ve o kesimdeki tek rahatsızlığının da, "evdeki ayrık otları olduğunu" gözlüyorum. Ayrık otları da, "paralel, PKK çevreleri, Beyaz Türkler, dış düşmanlarla işbirliği içindeki iç mihraklar" olarak çerçeveleniyor ama aslında "Partililerin" dışında kalan herkesi kapsıyor. Zaten, "ayrı düşen" herkes de, bu 'düşman' kategorisinin bir tanesine sokulabiliyor.
Türkiye'nin tüm nüfusu topluca "AK" olabilecek değil. Bunun sebebi de basit: Herkesi AKP'li yapmaya, partinin kendisinin 'kaynakların yeniden dağıtımı açısından' kapasitesi yetmez. Bir kent-hatta kasaba düşünün; tüm nüfusunun AKP'li belediye, şirket, iş yerleri, medya organlarında veya bir şekilde AKP eksenindeki kurum-kuruluşlarda çalışmasının, oluşan "partili ekonomi" pastasını herkese dağıtmanın imkanı yok.
Zaten, AKP'nin ideolojik gücü, sanılanın aksine, "kendi ekseninde" olanlardan, parti üyeleri ve seçmenlerinden kaynaklanmıyor.
"Tam teşekküllü bir popülist hareket" olarak, ideolojisinin son yıllarda dozu giderek artan biçimde dayanmaya başladığı, "Bizler ve Onlar" ayrımından kaynaklanıyor. Eğer ki, "ayrık otları" olmasa; eğer ki, savaşılacak bir "düşman" kategorisi olmasa, AKP de kendini tanımlama krizine girer.
Diğer bir deyişle, "karşı taraf"; "halka düşman seçkinler" algısı olmasa, AKP de "düşmanlara karşı savaşan halk" imgesini yaşatamaz.
Zira, AKP parti organının ana halkası ve hatta çevrelerinin, pek öyle "klasik halk ortalaması" ile sınıfsal olarak ilintisi yok. Tersine, çok hızlı biçimde yeni bir seçkinler sınıfı yaratılıyor; hatta, tüm günümüz politik akışı bunun üzerine kurulu. O kadar ki, egemen politikanın laf salatasını alıp bir kenara koyun, geriye sadece seçkinliğin el değiştirmesi kurgusu kalır.
Seçkinliğin tanımı da, "AKP'nin temsil ettiği devletle iyi geçinme" ve "zengin olma". Bu yeni seçkinliğin kartviziti de, geçen gün Twitter'da açılan "resmi hashtag"de olduğu gibi #WeLoveErdoğan.
Eğer ki, "yoksul" veya orta ya da alt kesimlerdenseniz de, gene de, hızla oluşan "yeni seçkinler" zümresine, "kraldan fazla kralcı" davranarak katılabilirsiniz. Veya en azından katılacağınızı hayal edebilirsiniz.
Bu ortamda, bugünün genci olarak önünüze konan tek hayalse, kısa yoldan rezidans sahibi olma. Tabii, bu hayal böyle çerçevelenmiyor; "Tüm dünyanın gücüne imrendiği, eşsiz ve biricik liderliğin yarattığı Yeni Türkiye halkının parçası olma", "Türk Rüyası"nı yaşamak olarak pazarlanıyor.
Bunu da herkes "Türk rüyası" olarak kabul ediyor mu? "American dream" kavramına atıfla, "Türk rüyası" diyorum-ama bu Türk rüyası hem başka kimlikte olanları (alenen kimliklerini yaşıyorsa) alenen dışlıyor-belli giderek daha fazla da dışlayacak. Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nden, yani Ankara'nın açıkça dayanışma içinde olduğu Barzani'nin iktidarını, resmi davetle temsilen gelen Ziraat Bakanı Abdusettar Mecid'in Konya'da Kürtçe konuşmasına izin verilmemesi, bu "dışlayıcı" tavra bir örnek. Türkiye'nin kendi içinde de, artık "konuşma hakkı" olan Kürtler, Ermeniler ve tüm "ötekiler" sadece "AKPce" konuşanlar.
Hep bahsedilen “tek dil”, AKPceye dönüştükçe, bunun son derece farkında olan bugünün gençleri, özellikle en alt sınıftan en üste, çok parlak olan bir çok öğrenci, kendine ideal olarak Türkiye dışı bir yaşam hayalini biçiyor.
Kendilerine dayatılan "Türk Rüyası"nı reddediyorlar: üzerine artan güvenlik kaygıları ve bu ülkede “görülemeyen” geleceği de katınca, “kaçış” arzusu iyice kamçılanıyor.
Hızla seçkinleşen "rezidansal" kesimler, "bugünün saraylısı" olarak kendini addeden "yeni seçkinler" ileride, Yeni Türkiye sınırları içinde kendilerine bakacak kalifiye doktor bulamaz olunca ne olacak?
Yeni seçkinler, ekonomilerini geliştirecek tek güç olan yaratıcılığı, baskılaya baskılaya öldürükçe, ne “kazanacaklar”? Ya, "çılgın projelerini" tasarlayacak “yerli ve milli” mühendis bulamayınca ne olacak?
Ya peki, “Türk Rüyası"nın bugün olmasa yarın gerçekleşeceğine, kendilerinin de bir gün seçkinleşebileceğine inanarak partizanlaşanlar, bu hülyanın fazla boyalı bir yalan olduğunun farkına varınca ne olacak?
İşte o zamana kadar, zaten tarihinin en büyük beyin göçünü yaşamış bir ülkenin enkazı kalmış olacak geriye...
Hicretin gelişini herkes görsün ve hiçbir şeyden korkulmuyorsa bari bu “beyin çölleşmesinden” korkulsun.
Ama buna da cevap, “giden gitsin, bize bize yeteriz” olur herhalde; neticede zaten hicrete yelken açanlar, açacak olanların da “zorunlu göçü”, “sürgünü”, bu vurdumduymazlık, kibir ve aşağılanmadan kaynaklanıyor.
SEZİN ÖNEY / HABERDAR
Yorum Yap