Kayıp gerçeğin peşinde

  • 13.10.2011 00:00

 İtalya, bu sene birleşmesinin 150. yılını kutluyor.

1861’den öncesi İtalya, şehir devletlerden oluşan paramparça bir “bütündü”. Hatta, Avusturyalı siyasetçi Metternich’in ifadesiyle “İtalya”, bölgesel bir kavramdan başka bir şey ifade etmiyordu.

Gerçi, 1861 de kesin birleşme tarihi olarak kabul edilmiyor. “Şahlanma”, “Başkaldırı” gibi tercüme edebileceğimiz birleşme dönemi, Il Risorgimento, 1815’ten başlayıp 1871’e kadar uzanan bir süreç.

Birleşmenin tarihinin ne olduğunda da birleşen yok aslında; İtalya’nın bugünkü ruh halini de en iyi “bölünmüş” sözcüğü anlatıyor.

Çünkü bugün İtalya, siyaseten her zamankinden bölünmüş durumda. Yargıya olan güven dibe vurmuş halde. Gerçi, “bölünmüşlük” 1990’lardan beri zaten sürekli artıyor ve “güvenin vurduğu dip” de sürekli daha derinlere iniyor.


In Pursuit for Italy
 (İtalya’nın Peşinde) kitabının yazarı David Gilmour, böyle bir ülkenin varlığının hata olduğunu düşünenlerden... İtalya üzerine araştırmalarıyla tanınan yazar Gilmour, birleşmenin “milliyetçilikle” uzaktan yakından alakası olmayan “halkı” suni biçimde biraraya getirerek, şehir devletlerden oluşan çok parçalı bir yapboz olarak kalmasının kaderlerini olumsuz biçimde etkilediğini iddia ediyor.

Yani, Venedik örneğin tek başına bir “ülke” olsa, geçmişin “Denizci Cumhuriyeti” olarak mesela Hollanda gibi bir “tüccar devlet” olarak yıldızını yeniden parlatabilecekken, Sicilya, Napoli gibi kendisiyle alakasız “parçalarla” yaşamak zorunda kalıyor.

İtalya’da Berlusconi hükümetinin kendisinin içinde, çok farklı bir “milliyetçi” pozisyonda benzer düşünceleri paylaşanlar var. Kuzey İtalya’nın Güney’den ayrılmasını savunan Lega Nord’un (Kuzey Ligi) destekçileri de, Gilmour’un sözlerinin altına imzalarını atabilir.

Keza, Güney’de de İtalya’ya yönelik düş kırıklıklarını ifade edenler var. Birleşmenin yıldönümü nedeniyle çekilen 2010 yapımı, Noi Credevamo (İnanmıştık) filmi de, ulus-devlet haline gelmenin, Güney’in “kolonileştirilmesine” yol açan, “ulusal tarih tezinde” aksettirildiği gibi özgürleştirici değil köleleştirici bir süreç olduğunu öne sürüyor. Mario Tartone’nin yönettiği ve Güney’in “geri kalmasını” bu “iç kolonizasyona” bağlayan film, geçen seneki Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan’a aday da gösterilmişti.

İtalya’nın, bir ulus-devlet olarak birleşmesinden 150 yıl sonra, Batı Avrupa’nın en güçlü ülkelerinden biri olsa bile, zihnen bölük pörçük olmasında, yargı ve siyasete yönelik sorunların, daha doğrusu “şeffaflığın”, “dürüstlüğün”, “ilkeli tavırların” bu alanlarda bir türlü köklenememesinin payı büyük.

Geçtiğimiz günlerde, Amanda Knox adlı Amerikan vatandaşı öğrencinin, dört yıl boşu boşuna hapis yattığının ortaya çıkması, ülkedeki yargı sorunlarının uluslararası kamuoyuna yansıyan bir örneği idi.

Britanyalı öğrenci Meredith Kercher’in 2007’de ölü bulunmasının ardından, Knox ve erkek arkadaşı Raffaele Sollecito zanlı olarak tutuklanmıştı.

Tutuklanmalarından kısa bir süre sonra da, Knox ve Sollecito’nun “sadistik ve şeytani bir planla” Kercher’i işkence ederek öldürdüğü kanaatine varılmıştı.

Knox’un vatandaşları olması dolayısıyla ABD devletinin tüm çabalarına ve varlıklı bir ailesi olan Sollecito’nun ailesinin en kalibre avukatları tutmasına, eldeki delillerin son derece zayıf olmasına rağmen, ikisi de suçlu bulundu. Sonunda, bir o bir bu temyiz mahkemesine uzanan, dört yıllık bir hukuk mücadelesinden sonra henüz 20’li yaşlardaki iki gencin boşuna hapis yattığı anlaşıldı ve serbest kaldılar.

Neden böyle oldu peki?

Bir kere, davanın savcısı Giuliano Mignini, ününü böyle “skandal” davalarla yapmış, “Satanistler, insan avına çıkmış zalim katiller” üzerine uzmanlaşan, katı bir hukukçu. Yani, her önüne geleni bir çivi şeklinde görebilecek bir çekiç.

Öte yandan, Mignini’nin Knox’u “seks düşkünü, sadist fanteziler peşinde şımarık bir Amerikalı genç kadın” olarak kurgulayan iddianamesinin sızdırılan her detayına büyük bir şehvetle atlayan İtalya medyası da, “yargısız infazın” tetikçiliğini yapan diğer kilit aktör.


Dark Heart of Italy
 (İtalya’nın Karanlık Kalbi) kitabının yazarı Tobias Jones, ülke gündeminde önemli yer tutan tüm davalarda, benzer bir süreç yaşandığını öne sürüyor. Jones, yönetmen Pier Paolo Passolini’nin öldürülmesinden, Gladio’nun gerçekleştirdiğine yönelik güçlü kanıtların bulunduğu Bolonya Garı bombalamasına, tüm büyük davaların, son kertede, medya, yargı ve sızdırılmış bilgilerle çarpıtılan kamuoyu algısının oluşturduğu şeytan üçgeninde “faili meçhul” kaldığına dikkat çekiyor.

Yazar Luigi Pirandello’nun neredeyse bir yüzyıl önce yazdığı gibi, “illüzyonlar ve yanılsamalarla dolu” bu tuhaf ülkede, “kayıp gerçeğin peşinde” aklını yitirmek son derece olası. Tabii, sadece İtalya’da değil.

Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın hâlâ hapiste olduğu bir Türkiye’de de...


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums