İnandır beni

  • 29.09.2011 00:00

En son bir sınıfta öğrenci olarak oturduğumda, inanıyordum. Dünyanın değiştirilebileceğine, siyasetin farklılaşabileceğine, dünyada yavaş yavaş sınırların kalktığı, ulusal aidiyetlerin önemsizleştiği bir geleceğin mümkün olabildiğine...

Dünyanın yolunun evrensel bir idealizme, tüm insanlığın eşit haklarını gözeten bir “dünya yönetimine” doğru aktığına inanıyordum.

O dönemde, evrensel, küresel bir dünya yönetim düzeninin kurulacağını öyle bir şevkle savunuyordum ki, gözükara idealistliğimin sinir bozuculuğu, beynelmilel sınıfımızın geri kalanına milliyetçi salvolar yapmaktan başka seçenek bırakmamıştı.

Şimdi yeniden bir öğrenciyim ve artık inanmıyorum.

Dünyada şu an en güçlü siyasi akım nedir? Milliyetçilik...

Din eksenli siyasetin, muhafazakârlık veya küresel bağların, demokratikleşme çabalarının etkisi az mı, azaldı mı diyebilirsiniz; Arap Baharı örneği henüz hafızalarda canlıyken, uluslararası hak mücadelelerinin gücü ne olacak da...

Eğer milliyetçilik, insanlığın farklı dil, tarih, sembol, yani kültürlerden oluştuğuna, bu farklı grupların da, kendi devletlerine, kendi “ulusal hâkimiyet alanlarına” sahip olması gerektiğine yönelik siyasi, sosyal inançsa, bu akım 19. yüzyıldan beri dünya tarihini şekillendiriyor.

İdeolojik ayrımların komünizm/kapitalizm kutupları arasında şekillendiğine inandığımız Soğuk Savaş döneminde bile milliyetçilik son derece etkindi.

21. yüzyılın içinde 10 yılı aşkın mesafe kat etmişken de, dünyaya, Türkiye’ye bir dönüp bakalım; milliyetçiliğin sözü geçmiyor mu son kertede?

Batman’daki iki milliyetçiliğin çapraz ateşinde kalan isimsiz bebeğin, ana rahminden neredeyse doğru mezara giden kısacık yaşam hikâyesi, aslında hepimizin hayatının özeti.

Milliyetçilik afyonunu kullanarak bizi uyuşturan legal ve illegal siyasetçilerin güç kavgalarında, tetikçi olarak kullanılan başkalarına sıktırılan kurşunlarla delik deşiğiz. Umutlarımız, ideallerimiz kan kaybediyor.

Mizgin Doru ve doğmamış bebeği, kayıplarımızdan sadece ikisi. Ancak belki de, en savunmasız haldeki masumlar olduklarından başka bir dağlıyorlar insanın yüreğini, hani acılar arasında bir sıralama olamaz ama...

Bu ölümlerle, değiştirebilme inancını ve bu inançtan gelen engel, sınır tanımayacak gücü yitiriyoruz.

Gözlerim kafese kapatılmış bir sirk aslanı gibi fersiz, değiştirme heyecanı ile dolu bir dergiye göz gezdiriyorum.


Transform!

“Dönüşüm!”, Viyana merkezli, sol ağırlıklı bir “siyasi diyalog” hareketi. Bu dergi de, siyasi bir manifesto sunmanın değil, diyalog yoluyla yeni söylemler, dünya genelindeki sorunlara yeni çözümler üretme kaygısında bir “arayışın” çabası.


Transform!
’un son sayısı, Avrupa’daki radikal sağa odaklanmış. Sınırların kaldırılması, insan refahı ve insani değerlerin korunması ve savunulmasına yönelik gelmiş geçmiş en büyük proje olan Avrupa Birliği’nin de milliyetçilik tarafından boğulduğu bugünlerde, aşırı sağın Avrupa’da neden yükseldiğini anlamak hepimiz için önemli.

Bugünün Avrupası, Almanya-Fransa güç ekseninden sınıfsal ezilmelerin tetiklediği faşist filizlenmelerin boy vermesine, 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyıl başını ürpertici biçimde anımsatıyor.

Bir zamanlar, inanıyordum.

Okumayı öğrenir öğrenmez ilk yaptığım bir dergi çıkarmak olmuştu.


Transform!
, bu açıdan da ilgimi çekse de, düşündürdüğü bir şey daha var; aslında Türkiye’nin, Avrupa’nın, dünyanın sorunu aynı: İyi bir muhalefetin eksikliği.

İktidar dönüştürür, muhafazakârlaştırır çünkü, ama muhalefet yeni fikirler, söylemler üretmek için okyanuslar gibi engin imkânlar verebilir.

Bugünlerde, Britanya’da İşçi Partisi’nin kongresinde, genç lider Ed Miliband’in “Göçmenlere kapılarımız açmakla hata ettik” söylemine ne demeli?

Britanya’nın 1900 yılında kurulmuş, asırlık sol geleneğe dayanan partisinin, dinamik, henüz hayatının baharında sayılabilecek liderinin üretebildiği söylem bu mu?

Ancak, dünya bizim 19. yüzyıl zihniyetlerine yapışıp kalmamıza bakmadan değişiyor.

Kaçkarlar’a ilk kar düşerken, Tayland’da bir ayı aşkın süredir devam eden sel baskınları yüze yakın kişinin ölümüne neden oldu.

Küreselleşmenin serbest piyasa boyutuna özellikle önem atfeden ve “makbul ve iyi”, “ehil” milliyetçilik sayılan “vatanseverliğin” tipik bir temsilcisi olan yazar Thomas Friedman’ın doğru tutturduğu bir tanımlama varsa, o da, küreselleşmeye yönelik ortaya attığı kavram. Friedman , “global warming”, yani “küresel ısınma” yerine sözcüklerle oynayarak, “global weirding” yani “küresel tuhaflama” kavramını ileri sürüyor.

Birden, küresel tuhaflaşma ortamında umut, hiç beklenmedik bir yerden Erzurum’dan geliyor.

Tortum İlçesi’nin Bağlarbaşı Köyü’nde, hidroelektrik santrali yapılmasını protesto için kadın erkek, yaşlı genç, çoluk çocuk harekete geçiyor... Çarşaflar içinde, belli ki son derece muhafazakâr yaşlı kadınların büyük bir idealizmle, kendilerine biber gazı sıkan güvenlik güçlerine ellerinde bir avuç kumla karşı durması, derelerine sahip çıkması da, “küresel tuhaflaşmanın” bir örneği.

Tekrar inanacak mıyım? İnanacak mıyız?


oneysezin@hotmail.com

 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums