- 12.07.2015 00:00
Türkiye’de politikaya ilişkin konuşmalarda sıklıkla kullanılan “Perception Management”, yani “Algı Yönetimi” kavramı, aslında bir savaş aracı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, ABD Ordusu, düşmanların algılarını yönlendirmek için çeşitli yöntemler, stratejiler kullanmayı metodik hâle getirmeye çalışıyor. 1970’lerin ortalarında Vietnam Savaşı’nın ABD’de yarattığı sosyolojik tahribatın algısını yönetmek, ülkeyi gerekli görüldüğünde yeniden “savaştırabilmek” için “algı operasyonları” yapılması gerektiği düşüncesi, ABD’nin savunma ve güvenlik bürokrasisinde yaygınlaşıyordu. 1980’lere gelindiğinde, “algı yönetimi” kavramı, tıpkı bir silah gibi, ordu ve güvenlikle ilintili alanlarda kullanılacak bir araç olarak karşımıza çıkmaya başlamıştı.
Komplo teorilerine girmeye gerek yok; ABD Ordusu’nun savaşta düşmana karşı algıları yönlendirme çabası, bu konuda özellikle çalışması, şaşırtıcı değil. Savaş tarihi kadar eski bir şey “düşman algılarını yöneterek”, zafer kazanmaya çalışmak.
Günümüzde halkla ilişkiler ve pazarlama alanında da, “algı yönetimi” kavramı sık sık kullanılıyor. Netice de, ticaret de bir tür savaş gibi yaşanıyor çoğu zaman.
Tuhaf olan, Türkiye’de siyasette “algı yönetiminin” büyük önem kazanması; o kadar ki, algı yönetimi çalışmaları ve çabalarını politikadan çeksek, siyasete ilişkin geriye ne kalacak bazen merak ediyorum.
Siyasetin savaş gibi yaşandığı, “düşmanlara” karşı mücadele verilen politik ortamlarımız var. Politikacılar, başka ülkelerdekinin tersine, sadece kendi partilerinin ortamına kapalı yaşıyorlar. Öyle ki, geçmişte dostlukları olanlar bile, ayrı partilerden siyasete atılınca birbirileriyle görüşmez, konuşmaz oluyorlar; kutuplaşmaya teslimiyetin sonucu bu.
Hiçbir siyasi ve ideolojik zemini olmayan, “ilkeler bahane, iktidar şahane” modeli koalisyonlarda çözülecek bir sorundan bahsetmiyoruz. “Büyük koalisyonlar” için örnek gösterilen, Almanya’da farklı partilerin temsilcileri, siyaseten ağırlıkları ciddi olan komisyonlarda beraber çalışıyor ve çalışma saatleri dışında da beraber zaman geçiriyorlar.
Türkiye’deyse siyaset, belden aşağı- yukarı ne tarafa olursa olsun vurma ve “düşmanının” canını yakma, ona zarar verme sanatı şeklinde biçimleniyor.
İşin acıklı yanı, sadece geçen dönemin iktidarına yönelik bir sorundan bahsetmiyoruz; siyasi sistemin diğer güçlü oyuncusu medyanın büyük kısmı da, boğazına kadar algı yönetimi yoluyla, “siyaset mühendisliğine” batmış durumda. Köşe yazılarının ciddi bir kısmı, verilere dayalı politik analiz için değil, şu veya bu partiye destek, siyasete şekil vermek için yazılıyor. Ekranlardaki tartışma programları da, çağrılan konuklardan, yaratılmaya çalışılan polemiklere, program sunucularının yorumlarına hep mizansen dolu.
Sonuçta, gerek siyaset gerekse medya da, partizanlığa dayalı bir “Bizler ve Onlar” ayrımı üzerinden farklı düşünenlerin “düşman” addedildiği savaş psikolojisi sözkonusu. Medyadaki birçok kişi de, aslında bilfiil ya bir partinin temsilcisi veya belli bir siyasi hedef, kalıp gibi kesip taranacak ısmarlama bir saç modelini uygulamaya çalışan kuaförlermiş gibi davranıyor.
Ve medya ve siyasetin kimi zaman çatışır, kimi zaman aynı takımda oynar gibi gözükseler de, aynı “kültürden” beslendiklerinden, daimi “koalisyonları” sözkonusu. İstisnalar dışında, ne gazeteciler bilgi sunma ve tarafsız analize dayanarak gerçekten ve sadece işlerini yapıyor, ne siyasetçiler, toplumsal sorunları çözmek için politika üretiyor. Her iki taraf da, “algıları yönetmek” dışında başka bir amaca sahip değil. Daha kötüsü, “işleri bu”, mesleklerinin gereği de bundan ibaret sanıyorlar. “Kafaları, algıları ayarlama enstitüsünün” memurları gibiler.
Medya ve siyasetin insanları güdülecek koyunlar olarak gören kısır zihniyetleri, ittire kaktıra, hayatla, sokakla, insanlarla, toplumdaki gerçeklerle hiçbir alakası olmayan kendi sanal, sentetik gerçeklerini yaratıyor. “Çek elini algımdan” dese de toplum, bir süre sonra, aynı sistem biraz farklılaşarak kendini yeniden üretmiş.
Günü gelecek, Türkiye’nin yozlaşmış medya ve siyaset koalisyonu topluca ve bir daha kurulamamacasına çökecek; o zaman gazeteciliğin ve siyasetin dışlanan, ayıplanan istisnaları olacak “algı yöneticileri”. Ve “Bizler ve Onlar” savaşları da tarihe gömülecek.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap