- 31.01.2015 00:00
Türkiye’de, dünya haberleriyle hiç ilgilenilmeyen, son derece içe gömük bir dönemden sonra Avrupa ile iki konu, gündemin tepesine oturdu; önceCharlie Hebdo saldırısı ve ardından da Yunanistan’da SYRİZA’nın seçim başarısı.
Ancak, Charlie Hebdo konusunda nasıl “komplo teorileri”, “İslami tartışmalar”, saldırganların dolaylı veya doğrudan kutsanması, Türkiye’de medya ve buna paralel olarak kamuoyu gündemini ele geçirdi ve olaya yönelik tartışmaları zehirlediyse, şimdi de “SYRİZA” konusunda farklı yollarla aynı şey oluyor.
SYRİZA ve Podemos, Avrupa’nın iki “iç savaş” ve “darbe” mirasına sahip ülkesinde tüm siyasi sistemi sarsan biçimde ortaya çıkan, “solun da solu” çizgide partiler.
Türkiye’de medyanın ve siyasette bir kesimin, SYRİZA’nın Yunanistan’daki seçim başarısından hareketle gündeme taşıdığı ana vurgu, bu başarıdan Türkiye’deki siyasi hareketlere pay çıkarmak oldu. Bu durum, Yunanca kökenli güzel iki kelime ile anlatılabilir: hipokrasi ve ironi.
Aynı çevrelerin, Yunanistan krizin pençesinde kıvranırken, en kötü günlerindeyken, orada insanların neler yaşadığına dair en ufak bir ilgisi neden yoktu?
Veya Podemos’un da siyasi programının başlıca konularından olan “gençlik işsizliği”, İspanya’nın üzerine karabasan gibi çökmüşken, inşaat manyası nedeniyle oluşan “balon” patlarken, Türkiye’nin ilgisi neredeydi?
Türkiye gündemini yaratan iki başlıca güç olan medya ve siyaset, aslında başka bir ülke ile ilgilenirken de, sadece “kendiyle” ilgileniyor. O nedenle, Yunanistan ve İspanya’da yaşanan krizin insani boyutu, Charlie Hebdo saldırısının neden “ifade özgürlüğüne destek” tepkisine yol açtığı Türkiye’de kamuoyu geneline sirayet edebilen “gerçekler” değil.
Kaldı ki, İspanya ve Yunanistan’da olup biteni anlamak için, bu iki ülkenin de, darbeler ve iç savaş geçmişleriyle hesaplaşmayı, Türkiye’nin yakınından dahi geçemediği boyutta gerçekleştirdiğini ve sonsuz bir maraton gibi, bu yüzleşme sürecini hâlâ da sürdürmekte olduğunu gözardı etmemek gerek.
İspanya ve Yunanistan’da da, krizle beraber işsiz kalan gazeteciler ve merkez medya düzenine karşı alternatif oluşturmak isteyen medya çalışanları, yeni ve bağımsız gazeteler, internet siteleri kurdu. İşsiz gazeteciler için “acil durum fonları” oluşturuldu. Medya genelinde, meslek ahlakı ve duruşu sorgulanmaya, özeleştiri yapılmaya başlandı.
Türkiye’de de, siyaset dönüşecekse, medyanın da gerçekten ve sadece “işini yapar” hâle gelmesi gerekecek.
Medya ve siyasetin, “failleri gizleme”, gerçek failleri gizlemek ve sorumluluğu üstlenmelerini engellemek için “komplo teorilerini”, “provokatör bahanelerini” terk etmesi de şart.
Bugünlerde, Güney Afrika’da enteresan bir olay sözkonusu; hani “dış dünyaya” ilgi başlamışken, bu gelişme de, Türkiye’de siyasetin ve medyanın kapsama alanına girebilir belki umuduyla bahsedelim.
Güney Afrika’da, “Baş Kötü” olarak bilinen Eugene de Kock’un “şartlı tahliyesi” gündemde. Güney Afrika’da eşitlik için mücadele eden siyah aktivistleri öldüren, işkenceden geçiren “ölüm mangalarının” başındaki polis. Ülkede Apartheid dönemi sona ererken Kock da, “Gerçeklik ve Uzlaşma Komisyonları”nın karşısına çıkmış, cinayetleri itiraf etmiş, yargılanmış ve 212 yıl hapse mahkûm edilmişti.
Güney Afrika, eğer demokratikleşme ve eşitlik yolunda bir yol alabildiyse, bunu “faillerin” yüzünü teşhis etmesi ve adını koymasına borçlu. Şimdi, de Kock’un “gerçekten pişman olduğu” ve kendisinin de öne sürdüğü üzere “sadece siyasi liderlerin emirlerine uyduğu” gerekçesiyle affının gündemde olması tartışmaları, Türkiye’yi tabii ilgilendirmiyor. Çünkü Türkiye’de, failler ve siyasi azmettiricileri yok, sadece provokatörler, komplolar var.
Hipokrasi ve ironi, bu coğrafyada binlerce yıl önce yaratılmış sözcükler ve Türkiye’ye bugün egemen medya ve siyaset ruhunu yansıtıyor. “Fail” ise, Türkiye sözlüklerine hiç giremeyecek bu gidişle.
Not: SYRİZA ve Podemos’un söylemi ve siyasi başarısının en büyük nedenlerinden biri, yolsuzluğa karşı tepki. Türkiye’den onlara öykünen veya başarılarından pay çıkaranların galiba atladığı bir nokta bu.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap