Miranda ve savaş

  • 19.08.2011 00:00

Britanya’da şaka olsun diye, facebook üzerinden, sonunda kimsenin katılmadığı bir isyan çağrısı yapan zanlılar Jordan Blackshaw ve Perry Sutcliffe-Keenan, önceki gün, henüz 20’li yaşlarının başında, dört yıllığına hapsin yolunu tuttu. Aynı sıralarda, Türkiye’nin ‘yeni sivil sistemi’, düğmesine askerî hükümdarlığın boyunduruğunda ‘basmadığı’ ilk savaşa çok bir hevesli, kararlı adım atıveriyordu.


Bundan beş yıl kadar önce, Mart-Nisan 2006’da Diyarbakır sokakları gençlerin, çocukların ‘ayaklanması’ ile ilk kez karışırken, aslında bugün Londra’da yaşananlara çok benzer bir tablo ortaya çıkmıştı.
O zaman Diyarbakır’da, ‘yerli malı’ satan mağazalar değil de, Türkiye hatta dünya genelinde şubeleri olan zincirler özellikle yağmalanmıştı. Söz konusu olan, hem Diyarbakır’ın kendi içindeki, hem bölge hem de Türkiye genelindeki, etnik-sınıfsal-grupsal farkların, çelişkilerin yarattığı gerilimlerin iç içe geçerek, patlayıcı bir karışım oluşturduğu bir durumdu.


Britanya’daki isyanların, pek çok bakımdan Türkiye’deki ‘taş atan çocuklar’ vakalarıyla benzerlikler taşıyor:
1000’i aşkın zanlının mahkeme önüne çıkarılacak olması, isyana katılanların ailelerinin ‘kötü ebeveynlikle’ suçlanması, bir şapka çalanların yıllarca hapis cezası alma riskiyle burun buruna kalması, toplumun geneli ve siyasetçilerin önemli bir kısmının isyana katılanların yaşlarının küçüklüğüne bakmadan, “cezalarını çeksinler” haşinliği.


Açılım sürecinde, Kürt sorununa çözüm bulmak için hemen hiçbir şey yapılmadı.

2007’nin başarısız muhtırası ardından sandığa kalkan çeyizler, Kuzey Irak haritaları yeniden açıldı. İnsansız hava araçları, iki tonluk ‘lazer güdümlü bombalar’ ve biz sıradan insanların anlayamayacağı kadar karmaşık yapıya sahip, ama bizim verdiğimiz paralarla yapılan, alınan bir çok sofistike savaş makinesi ile, ‘tüm savaşları bitirecek yeni bir savaşa’ girişildi. Birinci Dünya Savaşı da böyleydi zaten. Bundan neredeyse 100 ağustos önce, 1914’te, Britanyalı yazar H.G. Wells, dünyanın bu ilk topluca birbirinin gözünü oymak için giriştiği küresel savaşı böyle adlandırmıştı. Bu savaşta, yaklaşık 17 milyon insan öldü, 20 milyon insan yaralandı. Sonra da, İkinci Dünya Savaşı başladı.


Bugün, dünyanın yüzde 80’i şu veya bu şekilde silahlı bir çatışma içinde.


Neden?


İtiraf etmek istemediğimiz birçok biçimde, dünya olarak göbek bağımız beraber
kesilmiş. Nefreti de, dervişliğe, barışa, çözüme tercih ediyoruz.

Çünkü hırs, dalavere, gücün hükümdarlığının siyaseti yönlendirdiği bu düzen, kapitalizmin dönüşümle yok oluş arasında bocaladığı günümüzde dünyaya egemen.

Bilardonun topu bir gün bir yerlerde harekete geçiyor, görünmez bir isteka tak vuruveriyor, sonra etki-tepki mekanizması, dünyayı dolaşıveriyor.

11 Eylül 2001’de ABD’de İkiz Kulelere karşı gerçekleşen saldırılardan beri, insan hakları hukukunda önemli bir yeri olan Miranda Hakları veya diğer adıyla Miranda Uyarısı budanmaya başladı. ABD Anayasa Mahkemesi’nin 1966 tarihli ‘Miranda Arizona’ya Karşı’ davasıyla yasalaşan bu haklar, herhalde en çok, polisiye dizilerin klişe cümleleri ile tanınıyor. Yani, “Şüpheliye haklarını okuyun!” cümlesinin ardından gelen, “Sessiz kalma hakkınız var, söyleyeceğiniz her şey aleyhinize delil olarak kullanılabilir, seçilmiş veya atanmış bir müdafi huzurunda bulunma hakkınız vardır” sözleriyle...

2010 yılında, ABD Anayasa Mahkemesi’nin ‘Berghuis Thompkins’e Karşı’ kararında, şüphelinin, polis tarafından sorgusunda sessiz kalsa da olsa, susma hakkını kullanmak istemediği yorumunun yapılabileceği öngörülmüştü. Bu da polise, ifade almayı günlerce sürdürebilmek gibi hakların tanınması anlamına geliyordu.

Miranda Uyarısı’nın temelindeki ‘susma hakkı’ kavramı, doğduğu yer olan Britanya ve geliştiği yer olan ABD tarafından bu gibi şekillere (uygulamalarla) ‘hukuken’ yok edilirken, dünyanın hiçbir yerinde de, insan haklarına yönelik yaklaşım ‘çiziksiz’ kalmıyor.

Dünya, birbirine görünmez damarlarla bağlı. ‘Uluslararası ilişkiler’ de aslında böyle bir şey. WikiLeaks’in bütün çıplaklığıyla ortaya saçtığı, donuk, robotik diplomatik gerçeklikler, gözlemler, analizler değil; ülkeler, coğrafyalar, hayatlar arası birbirine akan, birbirini etkileyen, tetikleyen akımlar, yaklaşımlar.


Türkiye de, dünyayı saran ezme, susturma, savaşma cereyanına kapılmak yerine, mesela ‘onarıcı adalet’ gibi kavramların üzerine giderek sorunlarını çözmeye çalışsaydı keşke.

1970’lerden beri dünya nüfusu, ikiye katlandı. Bugün yedi milyarlık dünyada, üç milyar insan, orta sınıf olabilmek için bir bekleme odasında ter döküyor, biteviye çalışıyor didiniyor. Ama dünyanın, bunu mümkün kılacak kaynakları yok. Olan kaynaklar da, adaletsizliğin had safhasında bir biçimde dağıtılmış durumda.

Türkiye’yi çevreleyen tüm bölgede, İsrail’de kiraların yüksekliğini protesto eden onbinler dâhil, ayaklanmalar, huzursuzluklar, bir kabuğun çatlamakta olduğunu gösteriyor.


Yeni bir dünya düzeninin doğmakta olduğu, değişim sancılarının tüm dünyayı sardığı bir dönemde, Türkiye’nin sorunlarına, köhne yöntemlerle, silah tüccarlarının ekmeğine yağ sürmekten başka bir işe yaramayan çatışma sevdasıyla ‘çözüm’ bulmaya çalışması ne acı ve ne de tehlikeli...


Pandora’nın Kutusu açılınca, tek bir kıvılcımla, tüm bölgeyi saracak savaşlar bile çıkabilir bu aymazlıkla...


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums