- 4.07.2014 00:00
Strasbourg’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) önünde, ağaçların üzerine yapıştırılmış ufak kâğıtlara yazılı şikâyetlerle sesini duyurmaya çalışan mağdurlar... Afişlere derdini yazan diğerleri... Gösteri yapan başkaları...
Avrupa Birliği ve Konseyi’nin önemli kurumsal merkezlerine evsahipliği yapmasa, hayli sessiz ve sakin olacak bir Ortaçağ kenti Strasbourg. AB halklarının siyasi, ülkeler üzeri siyasi temsiliyetinin meclisi Avrupa Parlamentosu ve AB’den çok daha geniş bir coğrafyayı, toplamda 47 ülkeyi ilgilendiren kararlar, projeler, çalışmalarla meşgul olan Avrupa Konseyi’nin kapısını “ağlama duvarına” dönüştüren yok. Ama, “Mahkeme” farklı...
Camekân mimarisi, camdan merdivenleriyle, “şeffaflığın” önemini vurgulayan AİHM, aynı zamanda bir nevi “söz”-adaletin her şeye rağmen sağlanacağı bir “nihai mekân” olduğu sözü... umudu...
İşte bu nedenle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan ülkelerin sıradan vatandaşları, AİHM’i ülkelerinde bulamadıkları adaleti sağlayacak bir umut kapısı olarak görüyor. Oysa AİHM, daima insan hakları ve özgürlüklerinin kapsamını genişleten, bir mahkeme değil. Sadece, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “minimum” gereklerini yerine getiriyor.
Ancak, insan hakları açısından birçok devletin sicili ihlallerle dolu ki, AİHM kararları, devletlerin kendilerine çekidüzen vermesi açısından bir nevi “sopa” görevi görebiliyor.
Türkiye’de de, özellikle Kürt Sorunu konusunda hak ihlallerinin sistematik biçimde sürmesine engel olan etkenlerden biri, AİHM ve kararlarının “utandıran”, “zorlayan” nitelikte olması.
Öte yandan, dikkat çektiğim gibi, AİHM’in özgürlükler destanı yazan bir mahkeme değil. Son olarak, pazartesi günü sonuçlanan “S.A.S. ve Fransa davası” da, oldukça tartışmalı bir karar oldu.
Mahkeme kararları, davaların karmaşıklığı, kararın tartışmalılığına göre, artan sayıda yargıçların görev aldığı oturumlarla görülüyor. En üst kademede, 17 yargıcın karar aldığı, Grand Chamber bulunuyor. Bahsettiğim dava da, içinden 17 yargıcın çıkabildiği tartışmalı davalardan.
Adının baş harfleri ile tanıdığımız S.A.S., Pakistan kökenli bir Fransa vatandaşı.
24 yaşında bir genç kadın.
Derdi, inançları gereği giydiği burka. Gözleri dışında, tamamen kapalı olan bu giysi ile, Fransa’da sokağa çıkmanın bedeli ise, para cezası.
2013’te yaklaşık 2000 kadına ceza kesilmiş; bazı burkalı kadınlar, günde birkaç defa ceza için durdurulduklarını söylüyor.
S.A.S.’nin davasında, burka yasağının, Sözleşme’nin, 8. maddesi (özel hayat ve aile hayatına saygı hakkı), 9. maddesi (düşünce, vicdan ve dini özgürlükler hakkı) ve bu iki maddenin ihlali ile beraber ortaya çıkan biçimde 14. Madde’nin (ayrımcılığın yasaklanması) öne sürülüyordu.
Savunan konumundaki Fransa ise, burka yasağının “beraber yaşamanın” bir gereği olduğunu öne sürdü.
Fransa’nın iddiasına göre, yüzün gözükmesini de engelleyen burka gibi giysiler, ulusal güvenliğe de engel oluyordu.
Mahkeme de, devletlerin “beraber yaşamanın” gereklerini, kendi durumlarına göre, “geniş yorumlayabileceğine” hükmetti.
Burka giyenlere kesilen 150 euroluk cezanın da, en alt sınırdan oluşturulan bir ceza olması nedeniyle, “hak ihlali” kapsamına girmeyeceğine...
Bu durumda, S.A.S. gibi kadınlar, Fransa’nın kamusal alanından resmen dışlanmış oluyor. Çözüm bu mu, “beraber yaşamanın” teminatı bu mu...
Değil elbette, ama hukuk, doğası gereği yenilikçi değil, kendini koruma altında tutmaya çalışan muhafazakâr bir mesleki alan.
Sadece hukuku özgürlükler çerçevesinde yorumlayanlar, yorumlanması için çaba gösterenler, buna kafa yoranlar, hakların kapsamının genişletilmesine “tarihî” sayılacak katkıda bulunuyor.
Onun için de, hak ve özgürlükler mücadelesi, iğneyle kuyu kazmak gibi...
AİHM gibi, dünyanın en önemli hukuki platformlarından biri için bile bu böyle; özgürlük ve yasakçılık, mahkemenin kendi içinde de çatışıyor.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap