- 2.05.2014 00:00
Berkin Elvan'ın cenazesindeki kalabalığı gören bir "sıradan vatandaşın" şöyle dediğini duymuştum; "Ne kadar kalabalık, sanki Cumhurbaşkanı ölmüş"...
Cumhurbaşkanlığı, "Çankaya"; Türkiye için neden önemli?
Neden, Türkiye siyasetine damgasını vuran başlıca isimler, "Çankaya'ya çıkmak" istiyor?
"Çankaya", fiziksel olarak, Ankara'ya tepeden bakması dışında, neden "çıkılan" bir mekan?
Türkiye'nin siyasi tarihi, en başından beri, bürokrasi ve siyaset arasındaki gerilimlere şahit olmuş.
Ama, bürokrasinin içinde siyaset ve siyasetin içinde de bürokrasi yok mu?
Her zaman, her dönemde fazlasıyla var aslında...
Bugün de, “bürokrasi” ve “siyaset”in en üst kademeleri, yani “devlet seçkinleri”, birbirinin uzantısı. Ve olmaya devam da ediyor; edecek de.
Ta ki, “devlet” küçülene, işgal ettiği bireysel ve toplumsal alandan çekilene kadar...
Oysa, halkın iradesi, “sivil siyaset” zaten galip gelmemiş miydi?
Türkiye siyasetine yönelik yorumlarda son 10 yılda, "bürokrasi"yi, en başta demokrasi, Türkiye'nin tüm "sorunlu alanlarının" kaynağı olarak algılayanlar, "çoğunluk" olmaya başlamıştı. Yakın zamana kadar yapılan "devlet" ve "hükümet" ayrımının altında da, “bürokrasiyi temsil eden devlet” ve “siyaseti temsil eden hükümet” gibi bir ikilik olduğu anlayışı yatıyordu.
Askeri vesayet olarak adlandırılan, ordunun politika üzerindeki etkisi de, bürokrasinin, siyasetin üzerinde konumlanmasının en somut, en üst düzey hali olarak niteleniyordu.
Artık, asker-sivil ilişkileri, Türkiye'de ne siyasetin, ne siyaset üzerine yorum yapanların ilgilendiği bir konu.
Sanki, “askeri vesayet” diye bir kavram olmamış, Milli Güvenlik Kurulu toplantılarının kapılarından gelecek haberler nefesler tutulup beklenmemiş, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst düzey atamaları manşetlik haberler olmamış gibi bir “hal” var ortada.
Darbelere yönelik davalar peki? Konuyu iş edinen bazı vatandaşlar, sayılı sivil toplum örgütleri dışında, kim takipçisi bu davaların?
Askeri vesayet, devletin “konu ettiği” bir mesele olmaktan çıkınca, devlet seçkinleri arasında, iş bölümü yeniden kararlaştırılınca, “asker-sivil ilişkileri” de, kamuoyunda gündem olmaktan çıktı.
Keza, Kürt Sorunu da öyle. Devletin, hükümetler ve toplum üzerinde baskı uyguladığı; Kürt Sorunu’nun konuşulmaması için elinden geleni ardına koymadığı dönemde, bu mesele aslında daha çok konuşuluyordu.
Devletin “güncel seçkinleri”, meselenin konu olmaktan çıkmasına karar verince de, Kürt Sorunu kamuoyunun tartıştığı bir gündem maddesi olmaktan uzaklaştı. Şimdi, Kürt Sorunu’nun “çözümü”, devletin teşhis ve takdir ettiği kadarıyla, bürokrasinin yetki alanında.
1915 Taziyesi de benzer bir konu...Devlet mesele etmekten çıkınca, Ermeni Soykırımı da, “sorun” olmaktan çıkmış oluyor.
Bu arada da, devlet seçkinleri, kendi varlık kaygılarına göre, yeni tehdit ve sorun alanları yaratıyorlar.
Bürokrasinin vesayetinin sürdüğüne dair gösterge, hiç de beklenmedik bir yerden Türkiye kamuoyuna göz kırpıyor.
"Halkın seçeceği bir Cumhurbaşkanı" ve nedenle "Milli İrade"yi temsil eden bir Cumhurbaşkanı seçilecekken, nasıl olur da, “bürokrasinin egemenliği” bu seçimle tescillenecek olur?
Tabii ki, “Çankaya’nın aşağısında kalan herşeyin”, bürokrasiye dönüşmesiyle...
Siyasetin zaferiyse, politikanın toplumsal farklılıkları yansıtabildiği, temsil edebildiği ve farklılıkların hem tartışarak, hem uzlaşarak ortak bir çizgi oluşturabildiği bir düzeni gerektiriyor.
Bu da, kendi rasyonalitesini topluma empoze etmeye çalışan “tekelci” bürokrasinin tahakkümünün kırılmasıyla mümkün. Çankaya üzerinden yeniden üretilmesiyle değil...
Yorum Yap