- 15.03.2014 00:00
Şili’de kilometrelerce uzanan, dünyanın en kuru yeri Atacama Çölü’nde oğullarından geriye kalanları arayan annelerin hikâyesinin duyunca, afallamıştım.
Zerre nem olmayan, 105 bin kilometrekarelik bir çöl.
Yaşamın zerre izi yok...
Atacama’da, Mars yüzeyini taramak için kullanılan araçlarla hayat belirtisi, bir canlının DNA kalıntısını bulmaya çalışan bilimadamları bile, bir zamanlar “can” taşıyan hiçbir şeye rastlayamadılar.
Çölün tek “canlıları”, oraya atılan kemikler.
Bir zamanlar can olan insanlardan kalan kalıntılar.
Aradan yıllar geçtikten sonra bile...
Minicik bir kemik parçası, bir iz bulmak için çocuklarından, çölü elleriyle, çocuk oyuncağı kum kürekleriyle eşeleyen anneler var. Bu satırlar yazılırken, siz bunları okurken de, arayışa devam ediyorlar.
Augusto José Ramón Pinochet Ugarte.
General Pinochet; 1973’ten 1990’a Şili’nin diktatörü.
Kurbanları öyle çok ki, kimlikleri silikleşiyor, isimleri yoklaşıyor...
Failin adı belli ama meçhul; cezası yok, verdiği hesap yok.
Muhaliflerini işkenceyle öldürtüp, çöle gömdüren, nice hayatları yok eden bu emirleri veren baş sorumlu, aynı zamanda kimilerinin “kahramanı”.
Üstten asta, tıkır tıkır işleyen emir-komuta zincirleri ve bu zincirlerin dokunulmazlığını sağlayan ideolojik kalkanları ören siyasetçiler, kanaat önderleri, seçkinler...
Uzak yakın bir hikâye...
Oğlum, kumda oynamayı çok sever hâlâ.
O kumdan kaleler yapar, çukurlar kazarken, bazen gözümün önünde Atacama Çölü dalgalanır.
Bir belgeselde ilk gördüğümde, uçsuz bucaksız Atacama Çölü’nde çocuklarının kemiklerini arayanları, afallamıştım.
Ama şimdi neyi aradıklarını biliyorum.
Türkiye’de, bazılarımızın aradığını arıyor.
Tutunacak bir şey...
Twitter, Facebook, YouTube, sosyal medyada, internet üzerinden bir yerlere, birilerine ses duyurmaya çalışanlar...
Eş dost, çevresiyle sohbetlerinde derdini anlatmaya çalışanlar...
Kafasında bir türlü susmayan fikirleri içinde kapalı tutanlar...
Haberlerden sokaklara, içeride dışarıda, her kim olursak olalım, gelmişimiz geçmişimiz, hâlimiz vaktimiz ne olursa olsun biri bizi eziyor.
Ezilmeye karşı da bir el gibiyiz, öyle uzanan...
Atacama Çölü’nün ortasında, kum, taş, tozlar arasında, yarısı toprağa gömülü, topraktan dışarı yükselen, fışkıran bir elin heykeli var.
Mano de Desierto;Çölün Eli.
Heykeltıraş Mario Irarrázabal’ın eseri.
İtiraz etmeye çalışan bir avuç insan, bizler de, çölün eli gibiyiz.
Umutsuzca, toprağın içinden dışarı çıkmaya; göğe, gökyüzüne, havaya, oksijene, ışığa, hayata ellerini uzatmaya çalışanlar...
Sıfır nem, sıfır hayat bir çölde, sıfırlanmışlar, tutunmaya çalışanlar.
Frankfurt Okulu düşünce çizgisinin başlıca temsilcilerinden Max Horkheimer’ın bir sözü var... Bana da bir başka tutunamayan hatırlattı; “Evlerin pencerelerini sonuna kadar açabilecek tek bir şey biliyorum; ortak keder...”
Berkin Elvan’ın cenazesi de, ortak kederimiz oldu.
“Bir silgi gibi tükendim ben/ Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım/ Mürekkeple yazmışlar oysa../ Ben kurşunkalem silgisiydim/ Azaldığımla kaldım...”
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanından satırlar gibiyiz.
Doğruyu söyleyince de, tutunmaya çalışan parmaklara hemen sert çekiçler, çemkirmeler iniyor...
“Barış süreci” değil, “barış süreci” adı altında bir Soğuk Savaş’ın doğumunu yaşıyoruz. İnsanlar yakınlaşmıyor, uzaklaşıyor. Sadece Kürtler ve Türkler değil, tüm insan grupları, kimliklere bölünüyor, hapsoluyor. Yanlışı silip de düzeltmeye çalışınca, “barış düşmanı” diye karalanıyoruz.
Günlük hayatta, bir derebeyi itiyor, o ali kıran baş kesen kakıyor; o zorba itekliyor, bu külhanbeyi (veya hanımı) bastırıyor.
Ve dönüp dolaşıp, ezen “mağdur” ve “masum” oluyor.
Tutunamayanlarsa, bakakalıyor.
Tanımlayamadığımız bir yüksek basınç bizi ezip duruyor.
Berkin Elvan’ın cenazesinin gecesi öldürülen Burak Can Karamanoğlu’nun babası Halil Bey, oğlunu vuran “karanlıktan gelen kurşundan” bahsetmiş.
O kurşunlar bir yerlerden hepimize geliyor, isabet ediyor.
“İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.”
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap