- 27.02.2014 00:00
Yerel seçimlerin sonuçları ne olacak?
Her ne olursa olsun, sonuçların Türkiye’ye getireceği, siyasi ferahlama olmayacak...
Açıkçası, ne genel ne de yerel seçimlerde, Meclis’teki herhangi bir partinin, AKP’nin halihazırda bizi maruz bıraktığı “yönetim tarzı”ndan çok daha beter/çok daha mükemmel bir yönetim modelini halka sunabileceğini düşünmüyorum.
Çünkü sorun “iktidar ve/veya muhalefetin kalitesi” değil; sistemin kalitesi, kurumların kalitesi, yani toplam kalite.
Şu an Türkiye’de var olan siyasi düzende, zaten, “iyi politikanın” Meclis’te ortaya konulabilmesinin, bunun kıymetinin değerlendirilebilmesinin imkanı ve ihtimali yok.
Meclis’te, bir avuç kaliteli, işini yapan, yapmaya uğraşan milletvekili elbette var; onların çoğunu, malesef, medyada görmüyoruz.
Kurulu düzenin belki de en büyük gücü, sadece “sesi en baskın/şirret çıkan, çıkması istenen” ve düzeni devam ettireceği garantisi olanın, kamuoyu önünde “var olabilmesini” sağlaması.
Peki, ya sonuçlar?
Eğer, seçim gününe kadar AKP’nin kan kaybı devam ederse, seçimlerin de, herkesin güvenilirliğine saygı duyduğu sonuçlar verebilmesi şüpheli olacak.
Vurgulamak lazım, “serbest seçim” ile, “adil seçim” farklı kavramlar. Son dönemde, özellikle muhalefet partilerinini n temsilcilerinin veya adaylarının medyada yer almaması yönünde “telkinler” yapıldığına ilşkin iddialar, zaten sçimlerin adilliğine gölge düşürmüş durumda.
Başlı başına, demokrasisi neredeyse tamamen seçime dayalı bir rejim açısından çok büyük bir sorun.
Tabii, kendine demokrasi diyen hiçbir ülkede görülemeyecek yüzde 10’luk seçim barajının “adil seçim” kurgusuna verdiği ağır hasardan bahsetmiyorum bile..
Mevcut “adil ve serbest seçim” ortamımızda, üzerinde pek de durulmayan bir dizi sorun daha var, sandığın güvenilirliğini olumsuz etkileyen. Mesela, küçük yerleşim birimlerinde, toplu oy verilmesi, verdirilmei, sandığa erişimde engellilerin karşılaştığı sorunlar, kadınlar üzerindeki baskı, yaşadığı yer ile ikamet kaydı farklı olan öğrencilerin, çalışanların oy kullanabilmesine köstek olan “seçim bürokrasisine”...
Şimdi, daha da farklı, büyük sorunlar ortaya çıkabilir.
Seçim öncesi, sırası ve sonrası, öldürmeyen fakat süründüren darbelere maruz kalmış bir AKP, demokrasi için, güçlü bir AKP’den bile tehlikeli olabilir.
Oluyor da zaten; bazı “uzmanlar”, hala “AKP’nin temelde sahip olduğu değişim ivmesi gücünden” bahsederken, Meclis’ten tıkır tıkır zorba torba yasalar geçiyor.
AKP, bir nevi terminatöre dönüştürüyor devleti.
Mükemmel işleyecek bir baskı makinesi...
Böylece de, AKP’nin gelecekteki en büyük mirası, “sağlık sistemini işler hale getirmesi” vesaire değil, “bireysel hak ve özgürlüklere baskı mekanizmalarını” saat gibi işleten bir düzen oluşturması olarak anılacağa benziyor.
Böylesi bir “terminatör devlet”, işin özünde, kazananın istediği gibi kullanacağı bir “mega ödüle” dönüşüyor.
Büyük ödülü kapacak olan da, bir parti değil; bu devleti, bugünkü “predatör” haline isteyip de bu kadar kusursuz şekle getiremeyen bir zihniyet, bir ruh hali...
Bu gölge ruha, hatırlarsınız, bir zamanlar, “Ergenekon” demiştik.
Yerel seçimlerin yüzdelerine bakarsak da, en çok BDP ve MHP’nin ”paralel” yükselişini konuşacağız gibi.
BDP ve MHP’nin aynı anda oylarını arttırması, ikisini de olumsuz etkileyecek, iyice popülistleştirecek.
Zaten şimdiden de, öyle oluyor. Her iki parti de, kendi kitlesine yönelik, kolay akılda kalan slogan cümlelere dayalı, somut proje üretmeyen, sorun çözmeden sadece sevenini mütebessim kılan sözler üretiyorlar.
Bunun nedeni de, var olan siyasi düzenin oksijensizliği ve aynı anda yükselmelerinin, her iki partinin de siyaset kalitesini aşağı çeken bir dinamik oluşturması.
AKP de, obsesif merkezileşme refleksinin güçlenmesiyle, BDP ve MHP’nin yerel profilini yükseltmesine olumsuz tepkiler verecek.
Buna karşılık, büyük ihtimalle; AKP, kendi başarısının kökünde yatan yerel siyasette güç kaybetse de AKP, organize yapısıyla Türkiye siyasetine genel karakterini veren oyun kurucu olarak kalacak.
CHP de, herhangi bir iktidar iddiasından önce halletmesi gereken iç sorunlarıyla yüzleşmek üzere kendine dönecek.
Bu arada...
Ukrayna’daki gelişmelerle beraber, Avrupa Birliği’nin, ilgisini gelecek yıllarda bu ülkeye kaydırması olasılığının güçlenmesi...
Ukrayna’nın, AB’nin, zaten şimdiden Türkiye’nin de önüne geçmekte olan Sırbistan ile beraber, Birlik’in yeni üyesi olma yolunda ilerlemesi ihtimali...
Bu gelişmenin, “Batılılaşma fay hattında” yeni bir kırılmaya yol açarak, tarihi dengelerde, Ukrayna ve onun üzerinden de Rusya’nın dönüşümünü, Batı ile entegrasyonunu tetiklemesi...
Ve tabii, İran’ın Batı’ya açılımının, Türkiye’nin, “stratejik, köprü, kilit” ülke olduğu saptamalarını zayıflatması...
Türkiye’nin sadece Kapıkule sınır kapısı sonrası, “bir diğer Doğu’ya” dönüşmesi...
O sandık, bu sandık sonrası, gelecek beş yıl, kötü ihtimalle de 10 yıl böyle geçer.
Bugün, genç ve gençliğin eşiğinde olanların geleceğini, tıpkı bizim nesiller ve öncekilerde olduğu gibi “debelenen Türkiye modeline” armağan ederiz.
Umut, bugün daha minnacık olanların, bu düzene “tarih” gözüyle bakması.
Yorum Yap