- 7.11.2013 00:00
Başbakan Erdoğan, “kızlı-erkekli” metaforlarla esip gürledikten sonra, kızgın şimşeklerle dolu bir bulut gibi, Finlandiya semalarına uçtu gitti.
4+4+4 gibi, Türkiye’de eğitim sistemini kökten değiştiren bir “reformu”, kamuoyuna açık hiçbir tartışma ortamına imkân veremeyecek biçimde, aşırı özgüvenle savunan ve Meclis’ten geçiren; bu tavırlarıyla da “eğitim konusunu da en iyiyi biliriz” yaklaşımını sergileyen bir hükümetin başbakanı, Finlandiya’nın, ziyaret için ne kadar enteresan bir ülke olduğunu farketti mi; bilemiyorum.
Finlandiya, dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip ülkesi kabul ediliyor.
Dil hakları üzerine çalıştığım için, eğitim konulu toplantılara ne zaman katılsam, “Finlandiya idealinin” övüldüğünü duyuyorum.
Son zamanlarda, Avrupa’da “sıradan vatandaşlarla” sohbetlerde de, konu ne zaman eğitime gelse, “Finlandiya”nın imrenilen bir örnek olarak verildiğine tanık oluyorum.
Kısacası, Almanya’dan İsveç’e, Danimarka’ya kadar, uzmanlardan halka, sözkonusu Finlandiya olunca hep bir gıpta ifadesi var.
Dünyanın tüm coğrafyalarında, anne-babaların derdi aynı; “çocuğuma daha iyi eğitimi nasıl verebilirim”.
Türkiye’de de eğitime önem verilmesi, “yeni Türkiyeciler” tarafından, “Batı oryantalizmi”, “Batı’nın Aydınlanma felsefesinin ithalatı” diye küçümsenebilir; ancak, sonuçta, bu alaycı insanların, herhalde, bir hedefi de, çok para kazanıp, çocuklarını “iyi okutmak”.
Ancak, “kızlı-erkekli yurtların”, gün itibariyle eğitime ilişkin bir numaralı tartışma konusu olduğu Türkiye’de, Finlandiya’da herkes için parasız ve Türkiye’deki “en mükemmel kolejlere” bin basacak bir okul kalitesinin sağlandığı nedense konuşulmaz...
Belki de, aşırı politik kutuplaşmanın yarattığı yüksek gerilim hattında, 75 milyonluk bir nüfus “cazır cuzur” olurken, aslında konuşulması gerekenin gündeme gelmesi istenmez.
Bugün, “evli üniversite öğrencilerinin, devlete eğitim kredisi borçlarının silinmesi”, Türkiye’de bir reformmuş gibi sunuluyor...
Finlandiya’da ise...
Tam zamanlı okuyan tüm öğrencilere, yemek dâhil, karşılıksız maddi destek verilmesine ne demeli?
Ya da, fen bilimlerinde sınıfların en fazla 15-16 öğrenciden oluşmasına; bunun sebebinin de, derslerin, teori değil, tamamen deney esaslı olması ve dolayısıyla öğrencinin bizzat deneyleri yapabilmesine imkân tanımak olmasına?
“Her ne pahasına olursa olsun” anlayışının, siyaseten kendi uygun bulduğu eğitim sistemi ve şeklini dayatmak değil, “tek bir öğrencinin bile başarısız olmaması, geride bırakılmaması” anlamına gelmesine?
Sadece yüksek lisans derecesi olanların öğretmen olabilmesine? Ve bu yüksek lisans döneminin masraflarının devlet tarafından karşılanmasına? Üniversitelerin en başarılı yüzde 10’unun, öğretmen olmaya “hak kazanabilmesine”?
Göçmenler dahil, başarısız olan tüm öğrencilerin, tek tek, (eğitimci araştırmacılar arasında “kraliyet eğitimi” olarak nitelenen) birebir özel ders imkânıyla, eğitime kazandırılmalarına?
Başarsız öğrencilerin,“başarması” için, bir yöntem olmazsa, ötekisinin ta ki, başarı sağlanabilene kadar, denenmesinin prensip olmasına? Finlandiyalı öğrencilerin, yüzde 30’unun, ilk ve orta kademelerde, bu tarz “kraliyet eğitimi” aldığı gerçeğine?
En iyi öğretmenlerin, özellikle maddi ve sosyal açıdan en dezavantajlı öğrencilerin “hizmetine sunulmasına”?
Ne demeli?
Belki de susmalı...
“Milletin hizmetkârıyız” denmemeli...
Finlandiya da, “bir başarı öyküsü” değildi.
Devletin, bir yatırım önceliği olarak “mega projeler”, silahlanma ve silahlandırma, gösteriş ve güç budalalığını sergileyen daha bir sürü saçmalığı değil, eğitimi seçmesi sonucu bugünün başarısı elde edildi.
Türkiye’deyse maksat dün ve bugün, parlak olanı silikleştirmek, silmek; silik olanı parlatmak...
Ya “düşünen nesil” yetişirse?
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap