- 5.10.2013 00:00
Nobel ödüllü yazar Herta Müller’in bir sözü var; “Dil, hiçbir zaman, hiçbir yerde, politika dışı bir alan olmamıştır”.
Müller, Romanya’daki Alman azınlığın mensubu olarak, farklı kökeni yüzünden “iç düşman” olarak nitelenmenin ağırlığını iyi bilen ve bunu romanlarında dile getiren bir yazar.
Dil, politika demek.
Türkiye’de de, anadilde eğitimin, adeta bozdurulacak bir altın gibi, gıdım gıdım yastıkaltından çıkmaya başlayan bir “hak” olduğuna şaşmamalı.
Keşke bu cimrilik olmasaydı tabii; Türkiye, anadilde eğitim konusunda dünyaya örnek bir model ortaya sunabilseydi.
Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’nin, demokratikleşme paketi ile, anadilde eğitimde “Avrupa’ya örnek hâle geldiği” külliyen yanlış bir iddia.
Almanya’ya aile bağlarım var; yakından tanıdığım bir ülke olduğunu da söyleyebilirim; gayet iyi biliyorum ki, Almanya’daki Türklerin sorunları, çok boyutlu, çok da derin.
Ancak, Almanya’daki Türklerin meselelerinin Türkiye’de iç politika malzemesi yapılması son derece sevimsiz bir durum. Kaldı ki, son yıllarda artan biçimde, huy edinilen bir tavrın, Almanya’daki göçmen sorununda olumlu gelişmeler yaşanmasına katkıda bulunduğuna hiç de emin değilim.
Almanya’da, eğitim konusu, federal sistem altında, eyaletlerin karar ve uygulama alanında. Bu nedenle birçok farklı uygulama var; Türkiye’deki merkezî sistemle alakası yok. Berlin’deki Aziz Nesin İlkokulu, mesela, tamamen çift dilli bir örnek. Berlin’de başka dillerde de, 18 benzer okul bulunuyor. Anadil eğitimi ve kısmen anadilde eğitim yapan okullara devletin maddi desteği de var.
Ayrıca, dünyanın her yerinde hukuken, göçmenlerin statüsü, sahip olabildikleri haklar farklı.
Bu durum, kendisi de göçmenlik deneyimini yaşamış biri olarak benim savunduğum bir durum değil; ancak, Türkiye’nin, göçmenleriyle vatandaşlarının hukuki statüsünü eşitleme, göçmenleri, yurttaşlarının sahip olduğu tüm haklardan yararlandırma iddiasında bir öncü ülkeye dönüşme niyetinde olduğunu da hiç sanmıyorum.
Almanya’da Türkçenin ülkenin her yerinde, eğitim sisteminde çift dilli eğitimde veya anadilde eğitimde kullanılabilmesinin önündeki en büyük engel, Almanca öğrenmeyi engelleyeceği ve bunun da, zaten sorunlu olan entegrasyon sürecini baltalayacağı.
Bu argümana katılan veya karşı çıkan Türkler olduğu kadar Almanlar da var.
Konuyla ilgili kanaatim, Avrupa Azınlık ve Bölgesel Diller Şartı’nın (European Charter for Regional or Minority Languages -ECRML) Uzmanlar Komitesi’nde Almanya’nın temsilcisiStefan Oeter’in bize dilegetirdiği; Türklerin ve diğer göçmenlerin anadilde eğitim görerek okula başlama seçeneğinin yaygınlaşması, bir hakkın yerini bulmasının ötesinde, öğrencilik yaşamının bütünü için kilit önem taşıyor.
Kendi anadilinin eğitimini gören biri, başka dilleri de, hatta başka anadilleri de daha kolay öğrenebilir. Oeter gibi uzmanlar, Türk göçmenlerin hakkı için mücadele veriyor.
Almanya, ECRML’in tarafı ve bu şart çerçevesinde, belirlenen sekiz tane yerel/azınlık dillerinin ötesinde, Türkçeye karşı da, hukuki yükümlülük altına girebilir.
Türkçe, bu anlaşma çerçevesinde Romanya ve Bosna-Hersek’te, koruma altında.
Türkiye de, “model” olma iddiasındaysa, önce bu anlaşmaya taraf olsun ve “uzmanlarının”, komitesinde yer almasını sağlayarak, Avrupa’ya entelektüel katkı sunsun.
Bu arada; bir not: Almanya’da son derece faal olan, Türk göçmenlerin de yaşamının doğumdan ölüme hemen her evresinde “vatan” ile bağlantı sağlayan Diyanet İşleri’ne bağlı Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ni (DİTİB) ele alalım. Almanya’da bine yakın, Türkiye’den görevli memur imam, Almanya’da görev yapıyor. Devlet, farklı bir dinin Türkiye’de, böyle bir faaliyette bulunmasına izin verir miydi?
Bu tarz “kısasa kısas” tarzı sığ yaklaşımlar zaten, onursuz ve gurursuz; ama böyle karşılaştırmalara girilirse de, kârlı çıkan Türkiye olmaz hak ve özgürlüklerin bu hâliyle...
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap