- 19.07.2013 00:00
Mısır’daki darbe ve Türkiye’de son aylarda yaşananlarla şu dipsiz kuyu soruya döndük; “İslam ve demokrasi, birbiriyle uyumlu mudur?”
Mesele, “İslam ve demokrasinin” uyumundan çok, “hukuk devletinin” iyi örneklerinin nerede ve nasıl mümkün olabildiği özellikle Türkiye’de sorulması gereken de bu.
Kurumsallaşarak pekişemeyen demokrasi, bir parti, bir grup insanın “iyi niyetine” emanet edilince, birden, hiç beklenmedik anda, tam bir savruluş, “raydan çıkma” yaşanabiliyor.
Türkiye’de de, son birkaç yıldır, “idareten demokrasi” yaşıyoruz. Yani, “böyle de durum idare edildiği için”, son seçimlerden beri, yasama sürecinin demokrasinin uluslararası standarttaki gereklerinden iyiden iyiye uzaklaşıldığı bir süreci.
Geçmişe bakıldığında, Türkiye’de hiçbir zaman “matah bir demokratik düzey” yoktu ama en azından, ne yapılması gerektiğine ilişkin bir bilinç, “niyeti olanın da” üzerinde sağlam durabileceği bir ahlaki düzlem vardı.
Avrupa Birliği, hiçbir zaman kendi içinde olmak istediği “ideal” olamadı belki, ama Türkiye için bir “ideal” siyaset ahlakı çizgisi sağlıyordu.
Demokratikleşme sürecinde yapılması gerekenleri bilmek, bir “hedef çizgisi” olması; her ne kadar yapılması gerekenlerin içselleştirilmediği, “Avrupa Birliği iyidir” gibi “ezbere” bir tavırla da olsa, bir ufuk çizgisi, hizalama imkânı veriyordu.
Askerî vesayet, AB üyeliği hedefinin madde madde sıraladığı, demokratikleşme hedeflerine engel oluyordu; o engel aşılınca, halkın iradesini temsil eden sivil iktidarla beraber, hızla dönüşüm yaşanacaktı.
Bugün geldiğimiz noktada ise, askerî vesayetin ortadan kalktığı, ancak pusulanın da, sadece demokratikleşme konusunda değil, siyasetin tüm alanlarında şaştığı bir hâldeyiz.
Pusulanın şaştığı ilk kritik eşik, “Gezi” değil.
Dönüm noktalarından biri, nisanda Türkiye’nin Şangay Beşlisi’ne “diyalog ortağı” olduğu anlaşmayı imzalanması ve imza töreninde, bu ortaklığın, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından “kader birleşmesi” olarak tanımlanmasıydı.
Şangay Beşlisi’ni oluşturan altı ülke, Rusya, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan, Çin, Kırgızistan ve diğer diyalog ortakları, Belarus ve Sri Lanka, insan hakları sicili bakımından dünyanın en sorunlu ülkeleri arasında.
“Dibin dibi” Şangay Beşlisi ile ortaklığı değil, içine sindirmek, bunu devletin en üst katlarında, “kader ortaklığı” olarak nitelemek hatta, Davutoğlu’nun yaptığı gibi, “bu daha bir başlangıç” diyebilmek, ahlaki bir zemin kaymasına işaret ediyordu.
Özbekistan’ı ele alalım.
Özbekistan’da bu Ramazan, iftarın yasaklandığını biliyor musunuz?
“Radikal İslam” korkusu içindeki Şangay Beşlisi üyelerinde, Müslümanlara yönelik baskıcı uygulamalardan yalnızca biri bu.
“İftarda” toplanmak bir “ulusal tehdit olarak” algılandığı için, Özbekistan’da memurlar başta olmak üzere, halka “iş çıkışı doğrudan eve gitmeleri” şeklinde çeşitli işyerleri tarafından verilen talimatnamelerin bu âdeti yok etmeyi amaçladığını?
Ya Özbekistan’ın, Jaslik adında, “dünyanın en kötü tutukluluk şartlarına sahip hapishanelerinden biri” olarak nitelenen birine sahip olduğunu?
Orada tutuklu kalan Özbek şair Yusuf Juma’nın deyişiyle, “Nazi toplama kampları mı daha fenadır, Jaslik mi bilemiyorum”.
Hapishanelerinin sicili zaten parlak olmayan Türkiye’nin bir de, Diyarbakır Cezaevi gibi ağır bir mirasın hesabını, devletin hâlâ kamuoyu vicdanına veremediği gibi bir gerçek varken... Türkiye’nin böyle dostlarla, zaten düşmana ihtiyacı yok.
Şimdi, komplo teorisyenlerinin bilfiil “başbakan danışmanı” olduğuna şaşırmayalım; varolan danışmanlar da, 31 mayıstan beri sadece komplo teorileri seslendirdiler.
Pusula şaşınca, ahlaki zemin kaybolunca, yalanlarla bir “ufuk çizgisi” oluşturulmaya çalışılmasını neden tuhaf karşılayalım?
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap