- 23.05.2013 00:00
Anlaşmazlık, farklılıklar aslında olumsuz şeyler değil.
Farklı hayat tarzları, farklı bakış açıları, yaklaşımlar, fikirler, kültürler, alışkanlıklar... Bunlar olmasa, tek tip insanların olduğu bir dünyada yaşasak ne fena olurdu?
Türkiye de, aslında en çok, farklılıklarıyla hâlâ barışamamaktan çekiyor. Çoğu toplumsal sorunun altında da, ya devletin körüklemesi ya da toplumun kazanamadığı alışkanlıklar nedeniyle, farklı yaşam tarzlarının, birbirleriyle nasıl yaşayacağını bir türlü bilememesi yatıyor.
Kişisel olarak, bu konular benim kafamda çok net; herkes dilediği hayatı yaşar, birbirine de karışma hakkı olamaz. “Bir başkasının yaşam biçiminden rahatsızlık duymak” ne demek; bunu hiç anlayamadığım için, ben bu kadar kesin konuşabiliyorum, ancak sadece Türkiye’de değil, dünyada da,“nasıl birarada yaşarız” sorusu, çok büyük bir mesele olarak hemen her köşede karşımıza çıkıyor.
“Çokkültürlülük”, nasıl tanımlanıyor peki?
Siyaset felsefesi üzerine çalışan Andrew Heywood’a göre, çokkültürlülüğü bir toplumun yapısını“teşhis eden” bir tanımlama biçimi olarak da kullanabiliriz, neredeyse “ahlaki boyutu” olan bir duruş olarak da...
Mayıs başında, Abant Platformu, Avustralya La Trobe Üniversitesi ve Australian Intercultural Society’nin (Avustralya Kültürlerarası Topluluğu AIS) işbirliğiyle düzenlenen“Türkiye Avustralya Diyalog Toplantısı” esnasında, bugünlerde artık fazla rağbet görmeyen“çokkültürlülük” kavramı üzerine yeniden düşünme fırsatım oldu.
Avustralya, açıkça, çok kültürlülüğü, bir yaşam felsefesi, “ahlaki bir duruş” olarak alan bir ülke; bu nedenle de, çokkültürlülüğü kurumsallaştırmak için devlet nezdinde büyük bir çaba var.
Farklı kültürlere saygı politikasının, devletin temel felsefesi olarak benimsenmesi, kabinede bir“Çokkültürlülük Bakanı”nın da yer alması gibi hem çok sembolik ve hem de, siyaseti şekillendiren adımların atılmasına neden olmuş. 1945’ten beri var olan “Göç ve Vatandaşlık Bakanlığı”nın yanı sıra, 1996’da da bu bakanlık, özellikle toplumdaki farklılıkların uyum içinde birarada yaşamasını gözetmek için kurulmuş. Kanada’da da, aynı isimde bir bakanlık, 1991-1996 arası faaliyet göstermiş, fakat bu tarihten sonra yerini “Kanada Mirası Bakanlığı” almış.
Gurur vesilesi olarak farklılık
Avustralya, “çokkültürlülük” kavramıyla gurur duymayı, neredeyse bir devlet politikası hâline getirdiğinden, bu konuya özellikle eğilen bu bakanlık dışında da, devlet bünyesinde yer alan ve görevi, çokkültürlülüğü gözetmek olan çeşitli kamu kuruluşları var. Mesela, 1975’te kurulan Özel Yayın Ajansı (Special Broadcasting Agency SBS), çok dilli, çok kültürlü bir toplumun farklılıklarını yansıtabilecek biçimde radyo ve televizyon yayınları yapan bir kamu kuruluşu. Polis teşkilatında görev alanların, etnik veya dinî kimliklerini ortaya koyan, başörtüsü, türban, Hindistan kökenli Sihlerin taktığı biçimde sarıklar kullanmasına değil izin verilmesi, bir standart yaratmak için özel tasarımlar yapılması gibi adımlar da, devlet kurumları tarafından bizzat atılıyor.
Devlet, eğer, “vatandaşımın hayatını nasıl kolaylaştırırım” diye kendini programlarsa, buna yönelik bir “ruha” sahip olursa, işte böyle bir manzara ortaya çıkabiliyor demek.
Belki de, her şey bakış açısına bağlı; sorunları da sadece biz yaratıyoruz.
Pabucu dama atıldı ama...
2000’lerin başında, Budapeşte’de, akademik olarak “milliyetçilik” konusunda çalışmaya başladığımda, öğrencisi olduğu bölümün “yıldızı”, Kanada’da Queens Üniversitesi’nde hoca olan Will Kymlicka idi.
O zamanlar, Kymlicka ve “savunucusu” olduğu “çokkültürlülük” tezi, dünya çapında ilgi görüyordu.
Bugünse, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in meşhur, “Çokkültürlülük öldü” tezi, fazlasıyla moda.
Bu nedenle de, Avustralya’nın “inadına çokkültürlü” bir devlet yapısı yaratmaktaki ısrarı son derece enteresan bir örnek.
Üstelik de, ülkenin geçmişinde, “Beyaz Avustralya Politikası” gibi, özellikle beyaz ırktan olanların göçünü teşvik eden, bugünküyle tamamen tezat oluşturan bir devlet politikası olmasına rağmen.
1900’lerin başından 1970’lere kadar süren, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı dehşetin yansımalarıyla sona erdirilmeye başlanmış olan bir başka devlet politikası, devletin bambaşka bir yüzü bu.
Türkiye’nin de, kendi değişim sürecinde Avustralya’yı yakından tanımasında ve anlamaya çalışmasında büyük fayda var gibi gözüküyor.
oneysezin@hotmail.com
Yorum Yap