Gazetecilerin olmadığı bir dünya

  • 21.03.2013 00:00

 Hayatımda kalabalık önünde çeşitli kereler konuşma yaptım; hatta bir keresinde politik bir nutuk atmışlığım dahi oldu. Son derece utangaç, sürekli kızarıp bozaran yapıma rağmen, topluluk önünde konuşmaya bir kez başlayınca, genelde şakıyıveririm. Ne var ki, geçtiğimiz günlerde, hayatımın en zor konuşmasını yaptım; seçkin bir izleyici topluluğu önünde...

İlkokul 2. sınıf öğrencilerine, meslekler tanıtımı etkinlikleri çerçevesinde, gazeteciliği anlattım. İzleyicilerden biri de, bu konuşmanın gerçekleşmesini sağlayan kişi, yani, önünde konuşurken dizlerimin bağının çözüldüğü bir beyefendiydi.

Oğlum Hazar, beni sınıfına, “mesleğimi” tanıtmam için çağırdı. Onu utandırmamak için, oturdum çalıştım; “gazetecilik nedir” diye bir sunum hazırladım. Sonra, sınıf kapısından geçip de, 20 çift meraklı, yakamozlar gibi kıpır kıpır zekâ pırıltılarıyla dolu ve müthiş enerjik gözün önüne çıkıp da konuşmaya başlayınca, sözlerin biri diğerine kapı açtı ve tabii, ben hiç susmak istemedim.

Benim “meslekle” ilgili onlara anlattıklarımdan daha ilginci, çocukların bana sorduklarıydı; haber atlatmaktan, manşet çıkarmaya, “yakındaki” haber mi enteresandır, “uzaktaki” mi, gazeteciliğin saati var mıdır, “haber bekler mi” gibi tam da gazeteciliğin kalbine hitap eden konuları merak ettiler.

Sınıfta, gazetecilik olmasa, “dünyanın karanlıkta kalacağını” anlatmaya çalıştım.

Gazetecilerin işini yapıp da, vermeleri gereken haberleri vermediği zaman neler olabileceğine örnek olarak anlatmadığım bir olay vardı ki; bunun üzerine konuşmanın tam da zamanı.


Bir milyonu aşkın kişi, gazetecilerin susması nedeniyle ölmüş olabilir mi?


Yanıt, ne yazık ki, “evet”.

Benim bu yazıyı yazdığım günden tam 10 yıl önce, 20 martta, bir savaş, bazı gazetecilerin görevlerini yeterince yapmaması nedeniyle başladı.


Irak Savaşı’ndan bahsediyorum.

Irak Savaşı, sadece ABD ve Britanya’nın günahı değil. Türkiye olarak, biz de, savaşın gerekliliğine “inanmaya” çok yaklaştık. Hatta bugün dahi, Başbakan Erdoğan, Türkiye’nin savaşa taraf olması gerektiğini savunuyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin görüşüldüğü kapalı Meclis oturumunun tutanakları açıklanmıyor.

O nedenle, 2003’te ABD’nin Irak’ı işgalinde medyanın rolünün ne olduğu tartışmalarına, “gözden, gönülden ve vicdandan ırak” nazarıyla bakamayız. Hele ki, Türkiye’de, Hasan Cemal gibi kıymetli bir yazar, en verimli, en olgun çağında, gazete sütunlarından sürgün edilmişken...


Savaşa giden yolu medya açtı

20 Mart 2003 arifesinde, Irak işgal edilmeden, Bush yönetimi, Saddam Hüseyin’in sahip olduğu kimyasal silahlar ve El Kaide ile olan bağlantıları konusunda, abartılı, aradan cımbızla seçilmiş veya tamamen yanlış bilgilerin medyada yer bulması için son derece stratejik biçimde çalışıyordu.

Sadece 10 yıl içinde, o zaman fırtına gibi esen medya rüzgârı tersine döndü. Bugün, CNN’deChristiane Amanpour gibi gazeteciler, o dönem sadece doğruları yazan, mesleklerinin gereğini yerine getirip neyin ne olduğunu merak ve takip etmenin peşini asla bırakmayan çok az sayıdaki meslektaşının o dönemdeki duruşlarını, onları yeniden gündeme getirerek onurlandırıyor.

Amanpour’un geçtiğimiz günlerde röportaj yaptığı Jonathan Landay ve Warren Strobel, 2003’te çok yalnız bırakılmalarına rağmen, “gerçeğin” peşinde koşmaktan vazgeçmeyen bir avuç gazeteciden. O dönemde, Landay ve Strobel, medya şirketi Knight Ridder bünyesinde haber takip ediyorlardı. İkisi de, siyasi muhaliflik yapmadı veya “kahramanlık” peşinde koşmadı. Sadece, doğru dürüst gazetecilik yaptı.

Bush yönetiminin sızdırdığı “istihbarat raporları”nı, basının her köşesinde yer alan bilgileri sorguladılar. Tek bir haberleri bile yalanlanmadı; gerçi Landay ve Strobel, bunun sebebinin, Bush yönetiminin, herhangi bir yalanlamanın, “haberlerin reklamı” olacağını kanaatine varması olduğunu söylüyor.

Gerçekten de, Irak’ın işgaline yönelik propaganda öyle bir tutmuştu ki, Landay ve Strobel gibi gazetecilerin haberleri, çok büyük zorluklarla medyada yer bulabiliyordu.


Doğru söyleyeni dokuz köyden...

Her iki gazeteci de, o dönem, hiçbir tartışma programına çağrılmadı, savaşın gerekliliğiyle ilgili çok farklı bir tavır almalarına rağmen, “neden böyle diyorsunuz” diyen bile olmadı.


New York Times
’tan David Barstow, medyada sürekli boy göstererek Irak Savaşı’nı savunan emekli generallerden bazılarının Pentagon’un “kaşeli elemanı” olarak çalıştığını ortaya koyan haberleriyle, 2009’da “Araştırmacı Gazetecilik” dalında Pulitzer Ödülü aldı.

O dönemde, ABD’de medya, Irak Savaşı’nı destekleyen seslere neden bu kadar sorgusuz sualsiz yer verdi?

Eğer medya, sadece görevini yapsa ve kamuoyunda yaklaşım, algıların ayarlarıyla oynanmadan biçimlenseydi, Bush yönetimi, Irak’ın işgalini yine de gerçekleştirebilir miydi?

Arap Baharı’na yol açan halk dinamikleri, bu 10 yılda, Saddam’ın devrilişinin önünü farklı biçimde açabilir miydi?

Bu soruların yanıtlarını bilemeyeceğiz; ancak, kimin kaybettiği ortada.


oneysezin@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums